7- A'RAF SURESİNİN KISA TEFSİRİ

A'raf Suresi, Adem'in (a.s.) cennetten çıkarılışını anlatır; peygamberlerin yalnız Allah'a ibadete ve İslam'a davet ettiklerini bildirir ve şeytanın insanın büyük bir düşmanı olduğunu vurgular.

A'RAF SURESİNİN ANLAMI



"En bağışlayıcı ve en merhametli olan Allah'ın adıyla,"

Ayet: 1-2
ELİF-LAM-MİM-SAD ( Dikkat! ) Ey elçi, bu ilahi kitap / Kuran sana, İslam'a inananları onunla uyarman ve öğüt vermen için indirildi. Öyleyse bu konuda kalbinde hiçbir sıkıntı olmasın.
Ayet: 3
Ey insanlar, Rabb'inizden size indirilen bu ilahi kitaba / Kuran'a uyun ve sakın Allah'tan başka (güya) dostlara (yani putlara / sahte ilahlara) uymayın. Ama siz çok az düşünüp öğüt alıyorsunuz.
Ayet: 4-9
Doğrusu Biz (haksızlıkta / zulümde ısrar eden) nice beldeleri cezalandırıp yok ettik. Şiddetli cezamız onlara (bir anda hiç beklemedikleri bir yerden) gece veya öğlen uykusunda gelmiştir. Şiddetli cezamız geldiğinde hepsinin son sözü: "Doğrusu biz haksızlıkta / zulümde ısrar ettik." demek olmuştur. Herkes şunu iyi bilsin ki, Biz hem kendilerine elçi gönderdiğimiz kimseleri hem de tüm elçilerimizi ahirette hesaba çekeceğiz ve onlara bilgiye / belgeye dayalı olarak her şeyi anlatacağız. Şüphesiz ki Biz her zaman her yerde hazır bulunuruz. Kıyamet günü (dünya hayatında yapılanların) ölçüleceği bir gerçektir. Böylece yaptığı iyilikler terazide ağır basan kimseler kurtuluşa / gerçek mutluluğa / cennet nimetlerine erişecektir; yaptığı iyilikler terazide hafif gelen (yani kötülükleri daha ağır basan) kimseler ise bildirdiğimiz gerçeklere haksızlık ettiklerinden ahirette kendilerini zarara uğratmış olacaktır. (Çünkü onlar cehenneme girecektir.)
Ayet: 10-15
Ey insanlar, Biz sizi yeryüzüne yerleştirdik ve orada geçinmenizi sağladık. Ama siz Allah'a çok az şükrediyorsunuz. Doğrusu Biz sizi yaratıp şekillendirdik; sonra da meleklere: "(İlk insan olan) Adem'e secde edin / saygı gösterin." dedik. O vakit İblis hariç meleklerin hepsi hemen secde ettiler / saygı gösterdiler. İblis (Allah'ın emrine karşı çıkıp) secde edenlerden / saygı gösterenlerden olmadı. Allah ona: "Ben sana emrettiğim halde seni (Adem'e) secde etmekten / saygı göstermekten alıkoyan nedir?" dediğinde, İblis: "Sen beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın. (Bu yüzden) ben ondan daha iyiyim / üstünüm." dedi. Allah da ona: "Hemen oradan aşağıya in! Ne hakla orada büyüklük taslıyorsun! Artık (meleklerin meclisinden) çık / defol! Çünkü sen (büyüklük taslayıp) küçük düşenlerden oldun." dedi. İblis: "(Ey Rabb'im) bana diriliş gününe (kıyamet gününe) kadar süre ver." dediğinde, Allah ona: "(Ey İblis,) istediğin o süre sana verilmiştir." dedi.
Ayet: 16-18
Sonra İblis: "(Ey Rabb'im) Sen beni saptırdığın için ben de Senin dosdoğru yolunda oturup (insanları İslam'dan / doğruluktan alıkoymaya çalışacağım.) Onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından, yani her yönden geleceğim. Böylece Sen onlardan birçoğunu şükreder durumda bulmayacaksın." dediğinde, Allah ona: "(Artık) kınanmış ve kovulmuş olarak oradan çık / defol! Doğrusu insanlardan sana uyanların sonu da (senin gibi kötü olacaktır.) Çünkü Ben cehennemi sizle (yani emrime karşı gelenlerle) dolduracağım." dedi.
Ayet: 19-23
Allah: "Ey Adem, sen ve hanımın şu bahçeye / cennete yerleşin. Oradaki nimetlerden dilediğiniz gibi yiyip içebilirsiniz; ama sakın şu ağaca yaklaşmayın / sınırınızı aşmayın! Yoksa haksızlık edenlerden olursunuz." dedi. Ama şeytan onlara bilmedikleri kötü yönlerini göstermek için Adem'e ve hanımına vesvese verip: "Rabb'iniz size o ağacı başka bir sebepten değil sadece iki melek ya da sonsuz olursunuz diye yasakladı." dedi. Sonra şeytan onlara (yalandan) yeminler ederek: "(Artık Rabb'iniz o yasağı kaldırdı. Şimdi o ağaçtan yiyebilirsiniz.) Doğrusu ben sizin iyiliğiniz için öğüt veriyorum." dedi. Şeytan onları (yalanla) aldatıp tuzağa düşürdü. Adem ve hanımı (Allah'ın yasakladığı) o ağacın (meyvesinden) tattılar. (Böylece) onların kötü yönleri (yani açgözlü oldukları) ortaya çıktı. (Ama onlar şeytanın yalanına kanıp Allah'ın koyduğu yasağı çiğnediklerine pişman oldular ve çok utanıp) o bahçenin / cennetin yapraklarıyla üstlerini örtmeye başladılar. O vakit Rabb'leri onlara seslenip: "(Hatırlayın,) Ben size o ağacı yasaklamıştım ve size, 'şeytan sizin büyük bir düşmanınızdır.' demiştim." dedi. Onlar (bu günahtan tövbe edip): "Ey Rabb'imiz, biz kendimize haksızlık ettik. Eğer Sen bizi bağışlayıp affetmezsen ve bize rahmetini lütfetmezsen, biz zarara uğrayıp kaybederiz." dediler.
Ayet: 24-25
Allah onlara: "(O bahçeden / cennetten) aşağıya inin. Artık siz (insanlar ve şeytan) birbirinize düşmansınız. Şunu iyi bilin ki, sizin için belli bir süreye (ölüm vaktine) kadar yeryüzünde yerleşip biraz yararlanmak (yani bir dünya sınavı) vardır. Siz orada yaşayacak, orada ölecek ve oradan çıkarılıp (ahirette diriltileceksiniz.)" dedi.
Ayet: 26
Ey Adem'in çocukları, Biz size kötü yönlerinizi örten ve sizi süsleyen "takva elbisesini" (yani emirlerimize duyarlıca sorumlu davranma ve yasaklarımızdan sakınma duygusunu) lütfettik. Doğrusu en iyi elbise takva elbisesidir. İşte bunlar Allah'ın bildirdiği gerçeklerden bazılarıdır. Umulur ki insanlar gerçekleri düşünüp öğüt alırlar.
Ayet: 27
Ey Adem'in çocukları, (dikkat edin de) şeytan, ilk babanıza ve ilk annenize (yani Adem'e ve hanımına) kötü yönlerini (açgözlü olduklarını) göstermek için onların (takva) elbiselerini sıyırıp onları o bahçeden / cennetten çıkardığı gibi, siz de şaşırtmasın. Şunu iyi bilin ki, şeytan ve ailesi (yani ona uyanlar) sizi -sizin onları göremediğiniz- (kötü / çirkin) bir yönden görürler; ama Biz o şeytanları İslam'a ısrarla inanmayan kimselere dost yapmışızdır.
Ayet: 28-29
Putperest / müşrik Araplardan bazıları (şeytana uyup) utanç verici / çirkin bir şey yaptıklarında: "Ama biz bunu atalarımızın geleneğinde gördük. Öyleyse bunu bize Allah emretmiştir." dediler. Ey elçi, onlara de ki: "(Hayır!) Allah asla utanç verici / çirkin bir şey yapmanızı emretmez! Ama siz Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri (uydurup) söylüyorsunuz. Doğrusu Rabb'im (size) adaletli olmanızı, Allah'a secde edilen yerlerde, yani her yerde yüzünüzü doğru tutmanızı (doğru insanlar olmanızı) ve yalnız gerçek dinin (İslam'ın) tek sahibi olan Allah'a samimiyetle dua etmenizi emretmiştir. Şunu iyi bilin ki, siz Allah'ın sizi ilk yarattığı gibi (tek başınıza) Onun huzuruna döneceksiniz.
Ayet: 30
Allah (tarih boyunca) insanlardan bazılarını (yani İslam'a inananları) dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yöneltti. Bazı insanlar ise ısrarlı sapkınlıları içinde kalmayı hak etti. Çünkü onlar -kendilerini doğru yolda sanarak- Allah'ı bırakıp şeytanları dost edinmiştir.
Ayet: 31
Ey Adem'in çocukları, Allah'a secde edilen yerlerde, yani her yerde (takva) süsünüzü / elbisenizi (üzerinize) alın. (Ey Adem'in çocukları,) Allah'ın nimetlerinden yiyin ve için; ama sakın israf etmeyin! Şüphesiz ki Allah aşırıya giden (günahta ısrar eden) kimseleri sevmez.
Ayet: 32
Ey elçi, insanlara de ki: "Şunu iyi bilin ki, hiç kimse Allah'ın kullarına lütfettiği süslerini ve helal / temiz / sağlıklı nimetlerini haram kılamaz. Bunlar dünya hayatında ve özellikle kıyamet gününde İslam'a inananlar içindir." Bu böyledir. Biz bildirdiğimiz gerçekleri anlamak isteyenlere ayrıntısıyla açıklarız.
Ayet: 33-34
Ey elçi, insanlara de ki: "Doğrusu Rabb'im size açık ve gizli (yani her çeşit) utanç verici / çirkin şeyler yapmanızı, günah işlemenizi, haksızca saldırgan davranmanızı ve -Onun indirdiği hiçbir kanıt olmamasına rağmen- Allah'a (putları / sahte ilahları) ortak koşmanızı yasaklamıştır. Ayrıca (O, size) Allah hakkında bilmediğiniz şeyler (uydurup) söylemenizi (yasaklamıştır.) Şunu iyi bilin ki, her toplumun bir eceli / ölüm vakti vardır. Doğrusu insanlar kendilerine ecel / ölüm vakti geldiğinde, onu ne bir an önceye ne de bir an sonraya alabilirler.
Ayet: 35-36
Ey Adem'in çocukları, şunu iyi bilin ki, aranızdan size bildirdiğim gerçekleri anlatan elçilerim geldiğinde, emirlerime duyarlıca sorumlu davranıp yasaklarımdan sakınan ve (hatadan dönüp / tövbe edip) kendini düzelten kimselerin (ahirette) hiçbir korkusu veya üzüntüsü olmayacaktır. Bildirdiğimiz gerçekleri yalanlayıp onlara karşı büyüklük taslayan kimseler ise -sonsuza kadar kalmak üzere- cehennem ateşine girecektir.
Ayet: 37
Herkes şunu iyi bilsin ki, yalan uydurup Allah'a iftira eden ya da Onun bildirdiği gerçekleri yalanlayan kimselerden daha zalimi yoktur. İşte onlar bu ilahi kitapta / Kuran'da bildirilen paylarını alacaktır, (yani ahirette cehennem cezasına uğrayacaktır.) Melek elçilerimiz putperestlerin / müşriklerin canlarını almaya geldiğinde onlara: "Allah'tan başka dua (ibadet) ettiğiniz putlar / sahte ilahlar hani neredeler / niçin size yardım etmiyorlar?" diyecektir. Onlar da: "O putlar / sahte ilahlar bizi terk ettiler." diyecektir. Sonuçta (ahirette) onlar İslam'ı ısrarla inkar ettiklerini (itiraf edip) kendi aleyhlerine şahit olacaktır.
Ayet: 38-39
(Kıyamet günü) Allah onlara: "(Haydi,) sizden önce gelip geçmiş cin ve insan tüm (İslam'ı inkar eden) topluluklarla beraber cehennem ateşine girin." diyecektir. (Cehenneme) giren her bir topluluk, art arda gelip orada toplanana kadar yanındakilere lanet edecektir. (O vakit) sonrakiler önceki inkarcılar hakkında: "Ey Rabb'imiz, bunlar bizi saptırdılar; bu yüzden onlara cehennem ateşi cezasını kat kat fazla ver." diyecektir. Allah da onlara: "Her birinize kat kat fazla ceza verilecektir. Ama siz bunu da bilmiyorsunuz." diyecektir. Önceki inkarcılar ise sonrakilere: "Sizin bizden hiçbir farkınız yok! Bu yüzden siz de işlediğiniz günahların cezasını çekin." diyecektir.
Ayet: 40-42
(Kıyamet günü) göğün (rahmet) kapıları, bildirdiğimiz gerçekleri yalanlayıp onlara karşı büyüklük taslayan kimselere açılmayacaktır. Onlar deve iğne deliğinden geçene kadar (yani hiçbir zaman) cennete giremeyecektir. Bu böyledir. Biz günahta ısrar eden suçluları cezalandırırız. Ahirette onların yatağı ve yorganı bile cehennem ateşinden olacaktır. Bu böyledir. Biz haksızlıkta / zulümde ısrar eden zalimleri cezalandırırız. İslam'a inanıp düzeltici / iyi işler yapan kimseler ise -sonsuza kadar yaşamak üzere- cennete girecektir. Doğrusu Biz herkese ancak gücü kadar sorumluluk yükleriz.
Ayet: 43
Biz cennete giren kimselerin kalplerinden tüm olumsuzlukları çıkaracağız. Cennette onların (konaklarının) alt tarafından ırmaklar akacaktır. Onlar: "Hamdolsun bizi bu başarıya yönelten Allah'a. Şayet Allah bizi dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yöneltmeseydi, biz cennete girmeyi başaramazdık. Doğrusu Rabb'imizin elçileri bize gerçekleri / İslam'ı / doğruluğu getirdiler; (biz de onlara uyduk.)" diyecektir. O vakit onlara: "İşte bu cennet size (dünyada) yaptığınız düzeltici / iyi işlerin bir ödülü olarak bırakılmıştır." diye seslenilecektir.
Ayet: 44-45
Cennete giren kimseler cehennem ateşine giren kimselere: "Doğrusu biz Rabb'imizin bize söz verdiği her şeyin gerçekleştiğini gördük. Peki, siz de Rabb'inizin size söz verdiği her şeyin gerçekleştiğini gördünüz mü?" diye seslendiğinde, onlar: "Evet, biz de gördük." diyecektir. İşte o vakit aralarından sesini yükselten biri: "Allah'ın laneti, haksızlıkta / zulümde ısrar eden, Allah'ın dosdoğru yolundan / İslam'dan / doğruluktan alıkoyan, İslam'ı çarpıtmaya çalışan ve ahireti / ahiretteki hesabı inkar eden zalimlerin üzerine olsun." diye ilan edecektir.
Ayet: 46-49
Cennet ile cehennem arasında bir engel vardır. O engelin ortasında (yani A'rafta) da herkesi yüzünden tanıyan kimseler / adamlar bulunur. Onlar daha cennete girmemiş ama umutla bekleyen cennetlik kimselere seslenerek: "Selam / esenlikler üzerinize olsun." diyecektir. Onlar cehennem ateşine girecek olanlara baktıklarında ise: "Ey Rabb'imiz, bizi haksızlıkta / zulümde ısrar eden zalimlerle beraber bulundurma!" diyecektir. A'raftakiler, (asık) yüzlerinden tanıdıkları (cehennemlik) kimselere / adamlara seslenerek: "Topladığınız (servet) ve büyüklük taslamanız sizi (Allah'ın cezasından) kurtaramayacaktır. (Bakın) şunlar ise sizin yeminler edip, 'Onlar Allah'ın hiçbir rahmetine erişemez.' dediğiniz (ama cennete girecek olan) kimselerdir." diyecektir. (Sonra cennetlik kimselere: "Siz Allah'ın rahmetini / lütfunu hak ettiniz. Haydi,) cennete girin. (Artık) sizin hiçbir korkunuz veya üzüntünüz olmayacaktır." denilecektir.
Ayet: 50-53
Cehennem ateşine giren kimseler cennete giren kimselere seslenip: "Ne olur, bize biraz su ya da Allah'ın size lütfettiği nimetlerden verin." diyecektir. Cennete giren kimseler ise onlara: "(Hayır ,veremeyiz!) Doğrusu (bugün) Allah o nimetleri İslam'ı ısrarla inkar eden kafirlere yasakladı." diyecektir. Onlar dinlerini oyun ve eğlence edinmiş ve dünya hayatına aldanmışlardı. Sonuçta onlar (dünyadayken) bu buluşma günlerini unuttuğundan, bugün de Biz onları (cehennemde) unutacağız. Doğrusu Biz insanlara bilgi / belge ile ayrıntısıyla açıkladığımız bu ilahi kitabı / Kuran'ı getirdik. Bu ilahi kitap / Kuran İslam'a inananlar için bir doğruluk rehberi ve bir rahmettir. Putperest / müşrik Araplar bu ilahi kitabın / Kuran'ın yorumladığı (kıyamet gününü) bekliyorlar. Ama bu ilahi kitabın / Kuran'ın yorumladığı (kıyamet günü) gelince, daha önce (dünyadayken) onu unutanlar: "Doğrusu Rabb'imizin elçileri bize gerçekleri / İslam'ı / doğruluğu getirdiler; (ama biz onlara inanmadık.) Peki, (şimdi / ahirette) bize destekçi / şefaatçi olabilecek destekçilerimiz / şefaatçilerimiz var mı? (Hayır, yok!) Ya da acaba önceden işlediğimiz kötülükler yerine düzeltici / iyi işler yapmak için dünyaya geri döndürülebilir miyiz? (Hayır, 'dünyaya geri dönüş' diye bir şey de yok!)" diyecektir. Onlar kendilerini (ahirette) zarara uğratacaktır. Sonuçta (ahirette) putperestlerin / müşriklerin uydurduğu (putlar / sahte ilahlar) onları terk edecektir.
Ayet: 54-55
Ey insanlar, şunu iyi bilin ki, hepinizin tek Rabb'i olan Allah gökleri ve yeri altı evrede yaratandır ve (onları kuşatan) Arş'a hükmedendir. O, hassas bir şekilde geceyi gündüze örtendir. Böylece Allah'ın emriyle Güneş, Ay ve yıldızlar (insanlara) hizmet sunarlar. Allah yaratmanın ve emretmenin tek sahibidir. Doğrusu tüm varlıkların Rabb'i olan Allah en yücedir. Ey insanlar, içinizden yalvararak Rabb'inize dua edin. Şüphesiz ki Allah koyduğu sınırları çiğneyenleri sevmez.
Ayet: 56
Ey insanlar, Allah (tüm varlıkları İslam'a uyan) bir (barış) düzenine sokmuşken, yeryüzünde bozgunculuk etmeyin. Daima korku ve umutla Ona dua edin / yardımını isteyin. Şunu iyi bilin ki, Allah'ın rahmeti, iyi işler yapanlara yakındır.
Ayet: 57-58
Ey insanlar, şunu iyi bilin ki, rahmetinin (yani yağmurun) önünde rüzgarları müjdeci olarak gönderen Allah'tır. Öyle ki Biz rüzgarlarla (yağmur) yüklü ağır bulutları ölü haldeki / kurak beldelere sürüp yağmur yağdırırız ve o yağmurla çeşitli meyveler / ürünler çıkarırız. Bu böyledir. Biz ölüleri (ahirette diriltip) çıkaracağız. Umulur ki gerçekleri düşünüp öğüt alırsınız. (Ama insanlar benimsedikleri karaktere göre farklı davranırlar.) Şöyle ki (aynı yağmuru almasına rağmen) toprağı iyi / verimli olan bir belde Rabb'inin izniyle / lütfuyla bolca meyve verirken, toprağı kötü / verimsiz olan bir belde ancak birkaç ot çıkarır. Bu böyledir. Biz bildirdiğimiz gerçekleri şükreden kimselere ayrıntısıyla açıklarız.
Ayet: 59
Geçmişte Biz Nuh'u kendi toplumuna elçimiz olarak gönderdik. Nuh onlara: "Ey toplumum, yalnız Allah'a ibadet edin. Çünkü Allah'tan başka ilahınız yoktur. (Eğer Allah'tan başkasına ibadet ederseniz,) korkarım ki büyük günün / kıyamet gününün cezasına uğrarsınız." dedi.
Ayet: 60-64
Nuh'un toplumundaki (İslam'ı ısrarla inkar eden) ileri gelen kimseler ona: "(Ey Nuh,) biz seni büyük bir sapkınlıkta görüyoruz." dediler. Nuh da onlara: "Ey toplumum, şunu iyi bilin ki, ben bir sapkın değil tüm varlıkların Rabb'i olan Allah'ın elçisiyim. Şunu iyi bilin ki, ben size Rabb'imin gönderdiği gerçekleri duyuruyorum ve öğüt veriyorum. Doğrusu ben Allah'tan (gelen bilgiyle) sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum. Yoksa siz aranızdan bir adama -sizi uyarması ve Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranıp yasaklarından sakınmanız için- Rabb'inizden ilahi bir öğüt gelmesine mi şaştınız? (Hiç şaşmayın! Bu, Rabb'inizin bir rahmetidir.) Umulur ki Allah'ın rahmetine erişirsiniz." dedi. Ama onlar Nuh'u ısrarla yalanladılar. Sonuçta Biz Nuh'u ve onun beraberinde gemide bulunan (İslam'a inanan) kimseleri kurtardık; bildirdiğimiz gerçekleri yalanlayan kimseleri ise (tufanda) suda boğup cezalandırdık. Çünkü onlar gerçeklere karşı kör bir toplumdu.
Ayet: 65
Biz Ad toplumuna da onların bir soydaşı olan Hud'u elçimiz olarak gönderdik. Hud onlara: "Ey toplumum, yalnız Allah'a ibadet edin. Çünkü Allah'tan başka ilahınız yoktur. Öyleyse Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranıp yasaklarından sakınmanız gerekir." dedi.
Ayet: 66-72
Hud'un toplumundaki İslam'ı ısrarla inkar eden ileri gelen kimseler ona: "(Ey Hud,) biz seni bir ahmaklığın içinde görüyoruz ve senin yalan söylediğini düşünüyoruz." dediler. Hud da onlara: "Ey toplumum, şunu iyi bilin ki, ben bir ahmak değil, tüm varlıkların Rabb'i olan Allah'ın elçisiyim. Şunu iyi bilin ki, ben size Rabb'imin gönderdiği gerçekleri duyuran güvenilir bir öğütçüyüm. Yoksa siz aranızdan bir adama -sizi uyarması için- Rabb'inizden ilahi bir öğüt gelmesine mi şaştınız? (Hiç şaşmayın! Bu, Rabb'inizin bir rahmetidir.) (Ey toplumum,) Allah'ın sizi Nuh'un toplumundan sonra (yeryüzünde) yöneticiler yaptığını ve sizin gücünüzü yaratılıştan artırdığını (şükürle) anmalısınız. Artık Allah'ın nimetlerini (şükürle) anın. Umulur ki kurtuluşa / gerçek mutluluğa / cennet nimetlerine erişirsiniz." dedi. Onlar: "(Ey Hud,) sen bize yalnız tek ilaha / Allah'a ibadet etmeyi ve atalarımızın ibadet ettiği (putları / sahte ilahları) bırakmayı emretmeye mi geldin? (Hayır, biz sana inanmıyoruz.) Eğer doğruyu söylüyorsan, bizi tehdit ettiğin cezayı başımıza getir de görelim!" dediler. O vakit Hud: "Artık Rabb'inizden size pis / kötü ve öfke dolu bir cezanın geleceği kesinleşti. Siz, sizin ve atalarınızın (yakıştırıp) adlandırdığınız uydurma adlar için mi benimle mücadele ediyorsunuz? Doğrusu Allah onlar hakkında hiçbir kanıt indirmemiştir. Bekleyin bakalım, ben de sizinle beraber Allah'ın takdirini bekliyorum." dedi. Sonuçta Biz Hud'u ve onun beraberinde olanları (yani İslam'a inananları) rahmetimizle kurtardık; İslam'a ısrarla inanmayan ve bildirdiğimiz gerçekleri yalanlayan kimselerin ise kökünü kazıdık.
Ayet: 73-74
Biz Semud toplumuna da onların bir soydaşı olan Salih'i elçimiz olarak gönderdik. Salih onlara: "Ey toplumum, yalnız Allah'a ibadet edin. Çünkü Allah'tan başka ilahınız yoktur. Doğrusu Rabb'inizden size apaçık bir kanıt gelmiştir. İşte bu, Allah'ın size bir mucize olarak gönderdiği dişi devesidir. Öyleyse onu bırakın da Allah'ın yeryüzünde (rahatça) otlasın. Sakın ona bir kötülük dokundurmayın! Yoksa şiddetli bir cezaya uğrarsınız. Allah'ın sizi Ad toplumundan sonra (yeryüzünde) yöneticiler yaptığını ve sizi bu topraklarda yerleştirdiğini (şükürle) anmalısınız. (Allah'ın lütfu sayesinde) yeryüzünün düzlüklerinde saraylar / köşkler yapabiliyor ve dağlarda evler yontabiliyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini (şükürle) anın. Sakın yeryüzünde bozgunculuk edip karışıklık çıkarmayın." dedi.
Ayet: 75-79
Salih'in toplumundaki büyüklük taslayan ileri gelen kimseler o toplumda zayıf / mağdur durumdaki İslam'a inanan kimselere: "Siz Salih'in, Rabb'i tarafından gönderilmiş bir elçi olduğunu nereden biliyorsunuz?" dediğinde, onlar: "Doğrusu biz Salih ile gönderilen dine (İslam'a) inanıyoruz." dediler. O vakit büyüklük taslayan inkarcılar onlara: "Şunu iyi bilin ki, biz de sizin inandığınız dini (İslam'ı) inkar ediyoruz." dediler. Böylece onlar o dişi deveyi kesip öldürdüler ve Rabb'lerinin emrine inatla karşı çıktılar; daha sonra da (alay ederek): "Ey Salih, eğer Allah'ın gönderdiği elçilerden biriysen, haydi, bizi tehdit ettiğin cezayı başımıza getir de görelim!" dediler. Sonuçta onlar şiddetli bir deprem (cezasına) uğradılar ve evlerinde yere serildiler. Salih ise onlardan yüz çevirip (başka bir beldeye gitti) ve cezaya uğrayan toplumu hakkında: "Ah toplumum, ben size Rabb'imin gönderdiği gerçekleri duyurup öğüt vermiştim. Ama siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz." dedi.
Ayet: 80-84
Geçmişte Biz Lut'u kendi toplumuna elçimiz olarak gönderdik. Lut kendi toplumuna: "Siz daha önce hiç kimsenin yapmadığı utanç verici / çirkin bir şeyi (fuhuşu) yapıyorsunuz. Siz kadınları bırakıp erkeklere (cinsel istekle) yaklaşıyorsunuz. Doğrusu siz aşırıya giden (günahta ısrar eden) bir toplumsunuz." dedi. Ama Lut'un karşı çıktığı inkarcı toplumunun tek cevabı: "(İslam'a inananları) beldenizden kovup çıkarın. Onlar çok temiz insanlarmış(!)" demek oldu. Sonuçta Biz -cezaya uğrayan kimselerden olan hanımı hariç- Lut'u ve ailesini / onun beraberinde olanları (yani oradaki İslam'a inananların hepsini) kurtardık; diğerlerinin üzerine ise bir (ceza) yağmuru yağdırdık. Baksana (geçmişte) günahta ısrar eden suçluların sonu ne kötü oldu.
Ayet: 85-87
Biz Medyen toplumuna da onların bir soydaşı olan Şuayb'ı elçimiz olarak gönderdik. Şuayb onlara: "Ey toplumum, yalnız Allah'a ibadet edin. Çünkü Allah'tan başka ilahınız yoktur. Doğrusu Rabb'inizden size apaçık bir kanıt gelmiştir. Öyleyse ölçüyü ve tartıyı tam olarak yerine getirin ve insanların eşyalarını (haklarını) çalmayın. Allah (tüm varlıkları İslam'a uyan) bir (barış) düzenine sokmuşken, yeryüzünde bozgunculuk etmeyin. Eğer Allah'a inandıysanız, böyle davranmanız sizin için daha iyi olur. Ayrıca her köşe başında oturup tehdit ederek İslam'a inananları Allah'ın dosdoğru yolundan / İslam'dan / doğruluktan alıkoymayın ve İslam'ı çarpıtmaya çalışmayın. Siz azken, Allah'ın sizi çoğalttığını (şükürle) anın. Diğer yandan bozgunculuk edenlerin sonunun ne kötü olduğuna da bir bakın. Sizden bazıları benimle gönderilen dine (İslam'a) inanmışken, bazılarınız inanmadıysa (arada bir anlaşmazlık vardır.) Öyleyse Allah aramızda hükmünü verene kadar sabredin. Şüphesiz ki Allah en iyi hükmü verendir." dedi.
Ayet: 88-93
Şuayb'ın toplumundaki büyüklük taslayan ileri gelen kimseler ona: "Ey Şuayb, ya sen ve seninle beraber İslam'a inananlar bizim toplumumuza / inancımıza geri dönersiniz ya da biz sizi beldemizden kovup çıkarırız." dediler. Şuayb da onlara: "İstemediğimiz halde (bizi batıl dininize mi zorluyorsunuz?) Eğer biz -Allah bizi yanlıştan kurtardıktan sonra- sizin (batıl) toplumunuza / inancınıza geri dönersek yalan uydurup Allah'a iftira etmiş oluruz. (Hayır!) Sizin batıl inancınıza geri dönmemiz asla söz konusu olamaz. Doğrusu ancak Rabb'imiz olan Allah'ın dilediği şey olur. (Onun dilemediği şey ise asla olmaz.) Şüphesiz ki Rabb'imiz sınırsız bilgisiyle her şeyi kuşatandır. Herkes şunu iyi bilsin ki, biz (İslam'a inananlar) yalnız Allah'a güvenip dayanmışızdır. Ey Rabb'imiz, (İslam'ı ısrarla inkar eden) toplumumuzla aramızda hükmünü gerçeklerle ver. Şüphesiz ki Sen en iyi hükmü verensin." dedi. Ama Şuayb'ın toplumundaki İslam'ı ısrarla inkar eden ileri gelen kimseler çevrelerindeki insanlara: "Şuayb'a uyarsanız kaybedersiniz." dediler. Sonuçta onlar da şiddetli bir deprem (cezasına) uğradılar ve evlerinde yere serildiler. Şuayb'ı yalanlayan o kimseler (o şiddetli depremde) evlerinin içinde bulunmanın hiçbir yararını göremediler. Böylece (Şuayb değil ama) Şuayb'ı yalanlayan kimseler kaybedenlerden oldu. Şuayb ise onlardan yüz çevirip (başka bir beldeye gitti) ve cezaya uğrayan toplumu hakkında: "Ah toplumum, ben size Rabb'imin gönderdiği gerçekleri duyurup öğüt vermiştim. Ama artık İslam'ı ısrarla inkar edenler için üzülmem." dedi.
Ayet: 94-95
Biz peygamber gönderdiğimiz beldeleri bile (bu dünya sınavının bir gereği olarak) zorluklara ve sıkıntılara uğratmışızdır. Umulur ki insanlar (hatadan dönüp / tövbe edip) Allah'a yalvarırlar. Sonra da (başka bir sınav olarak) onların kötü durumlarını iyiye çevirmişizdir. Ama (bazı insanlar Bizim onları bu dünya hayatında çeşitli olaylarla sınadığımıza ve ahirette hesaba çekeceğimize inanmayıp: "Dünyada başımıza gelen olayların Allah ve ahiret ile hiçbir ilgisi yoktur! Geçmişte) atalarımıza da (benzer) darlıklar ve bolluklar dokundu. (Bunlar sıradan şeylerdir.)" dediler. Sonuçta ise Biz (İslam'ı ısrarla inkar eden kafirleri) bir anda hiç beklemedikleri bir yerden cezalandırmışızdır.
Ayet: 96-100
Şayet (geçmişte) cezalandırıp yok ettiğimiz beldelerin halkları (inkar etmeyip) İslam'a inansalardı ve emirlerimize duyarlıca sorumlu davranıp yasaklarımızdan sakınsalardı, Biz (onları cezalandırmazdık ve üstelik) onlara göklerin ve yerin bereket (kapılarını) açardık. Ama (ne yazık ki) onlar gerçekleri / İslam'ı / doğruluğu yalanladılar. Biz de onları işledikleri günahlar yüzünden cezalandırdık. Öyleyse (İslam'ı ısrarla inkar eden) beldelerin halkları, şiddetli cezamızın onların başlarına da geceleyin uyurlarken ya da gündüzleyin bir oyun oynarlarken (yani bir anda hiç beklemedikleri bir yerden) gelmeyeceğinden emin olmamalıdır. Onlar Allah'ın planından asla emin olmamalıdır. Doğrusu ancak ahirette kaybedecek olan kimseler Allah'ın planından emin olurlar. Aslında bu ilahi kitap / Kuran (daha önce cezalandırdığımız nice) beldelerin halklarından sonra yeryüzünü (şimdi) miras / emanet alan insanları, günahta ısrar etmeleri halinde -şayet dilersek- onları da (bir anda hiç beklemedikleri bir yerden) cezalandıracağımızı anlamaya yöneltmeliydi. (Ama bazı insanlar ısrarla günah işlerler.) Biz (günahta ısrar edenlerin) kalplerini damgalarız. Çünkü onlar gerçekleri dinlemezler.
Ayet: 101-102
Ey elçi, bunlar sana haberlerini anlattığımız (geçmişte cezalandırdığımız bazı) beldelerdir. Allah'ın onlara gönderdiği elçiler de onlara apaçık kanıtlar getirmişlerdi. Ama onlar, önceden (ön yargıyla) yalanladıkları (İslam dinine) inanmıyorlardı. Bu böyledir. Allah İslam'ı ısrarla inkar eden kafirlerin kalplerini damgalar. Biz (İslam'ı ısrarla inkar eden kafirlerden) birçoğunun "sözünde durmayan ve günahta ısrar eden fasıklar" olduğunu da görmekteyiz.
Ayet: 103
Sonra Biz (önceki) elçilerin ardından Musa'yı bildirdiğimiz gerçeklerle (ve mucizelerimizle) Firavuna ve ileri gelen devlet adamlarına gönderdik. Ama onlar bildirdiğimiz gerçeklere haksızlık edip (cezamıza uğradılar.) Baksana (geçmişte) bozgunculuk edenlerin sonu ne kötü oldu.
Ayet: 104-105
Musa: "Ey Firavun, ben tüm varlıkların Rabb'i olan Allah'ın elçisiyim ve benim görevim Allah hakkında sadece gerçekleri söylemektir. Doğrusu ben size Rabb'inizden apaçık bir kanıt getirdim. Öyleyse İsrailoğullarını (özgür bırak ve onları) benimle gönder." dedi.
Ayet: 106-112
Firavun ise: "(Ey Musa,) bir mucize getirdiysen göster. Eğer doğruyu söylüyorsan, (sözünü kanıtlamalısın.)" dedi. O vakit Musa asasını / değneğini yere attı ve değnek bir anda büyük bir yılana dönüştü. Sonra Musa elini (gömleğinin içine sokup) çıkardı ve onun eli oradakilerin gözlerinin önünde (kar gibi) bembeyaz oldu. Firavunun toplumunun ileri gelen devlet adamları: "Bu adam usta bir sihirbazdır / aldatıcıdır." dediler. Firavun da onlara: "(Musa yaptığı sihirle / aldatmacayla) sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Peki, ne yapmamı önerirsiniz?" dedi. O vakit onlar Firavuna: "Musa'yı ve kardeşini biraz beklet ve ülkenin her şehrine görevliler gönder ki onlar tüm usta sihirbazları toplayıp (Musa'nın karşısına çıkmaları için) sana getirsinler." dediler.
Ayet: 113-114
(Firavunun gönderdiği görevlilerin topladığı) sihirbazlar Firavuna geldiklerinde ona: "Üstün gelirsek, bize bir ödül verilecek mi?" dediler. Firavun da onlara: "Evet, bir ödül alacaksınız ve bana yakın kimselerden olacaksınız." dedi.
Ayet: 115-117
(Musa'nın karşısına çıkan) sihirbazlar: "Ey Musa, sen mi atacaksın, yoksa (önce) biz mi atalım?" dediler. Musa da onlara: "Önce siz atın." dedi. Onlar (iplerini ve asalarını) yere attıklarında, (sihirbazlık hileleriyle) insanların gözlerini aldatıp onları korkuttular ve büyük bir sihir / aldatmaca ortaya koydular. Biz Musa'ya: "Asanı / değneğini yere at." diye vahiy ettik / bildirdik. (Musa da asasını / değneğini yere attı) ve o değnek bir anda sihirbazların uydurmaca / hileli yılanlarını yutan (büyük) bir yılana dönüştü.
Ayet: 118-122
Böylece gerçekler ortaya çıktı ve sihirbazların yaptığı sihirbazlık hileleri boşa gitti. İşte o vakit ve orada onlar yenilip küçük düştüler. Böylece (aldatmaca değil gerçek bir yılan gören) sihirbazlar secdeye kapanıp: "Artık biz de Musa'nın ve Harun'un Rabb'ine, yani tüm varlıkların Rabb'i olan Allah'a inandık." dediler.
Ayet: 123-126
Firavun sihirbazlara: "Siz benden izin almadan Musa'ya inandınız, öyle mi? Doğrusu bu, sizin (Musa ile beraber) şehir halkını yurdundan çıkarmak için yaptığınız bir plandır. Ama yakında (nasıl bir cezaya uğrayacağınızı) göreceksiniz. Çünkü ben hepinizi -ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kesip- çarmıha asacağım." dedi. O vakit sihirbazlar ona: "(Zararı yok!) Sonuçta biz ahirette Rabb'imizin huzuruna döneceğiz. Doğrusu senin bizden nefret etmenin tek sebebi, Rabb'imizden bize gelen gerçeklere inanmış olmamızdır. Ey Rabb'imiz, (lütfunla) üzerimize sabır yağdır ve bizi Sana gönülden teslim olup İslam'ı kabul eden kimseler olarak öldür." dediler.
Ayet: 127
Firavunun toplumundaki ileri gelen devlet adamları Firavuna: "Musa'nın ve toplumunun yeryüzünde bozgunculuk etmelerini ve onun hem seni ve hem de (tüm) ilahlarını terk etmesini cezalandırmalısın." dediler. Firavun da onlara: "Onların erkek çocuklarını öldürüp kadınlarını yaşatacağız. Çünkü biz onların üstünde boyun eğdirici bir güce sahibiz." dedi.
Ayet: 128-129
Musa kendi toplumu (olan İsrailoğullarına): "Allah'tan yardım dileyip (İslam için) sabırla dayanışarak hareket edin. Şunu iyi bilin ki, Allah yeryüzünün tek sahibidir ve onu kullarından dilediğine (miras / emanet) bırakır. Sonuçta Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranan ve yasaklarından sakınan kimselerin sonu çok iyi olacaktır." dedi. Ama onlar: "(Ey Musa,) biz -sen bize gelmeden önce de sen bize geldikten sonra da- (sürekli) eziyet görmekteyiz." dediler. O vakit Musa onlara: "(Eğer İslam için sabırla dayanışarak hareket ederseniz,) umulur ki Rabb'iniz, düşmanlarınızı cezalandırıp yok eder ve sizi onların yerine getirir ve sizin ne yapacağınıza bakar." dedi.
Ayet: 130-133
Daha sonra Biz Firavunu ve onun beraberinde olanları yıllarca süren cezalara ve kıtlığa uğrattık. Umulur ki insanlar gerçekleri düşünüp öğüt alırlar. Ama onlar, başlarına iyi bir şey geldiğinde: "Bu, (Allah'tan değil, zaten) bizim hakkımızdır." dediler; başlarına kötü bir şey geldiğinde ise: "Bu, (Allah'tan değil ama) Musa'nın ve onun beraberindekilerin (yani İslam'a inananların) uğursuzluğundandır." dediler. Doğrusu onların uğursuz saydığı her şey ancak Allah'tandır; ama birçoğu gerçekleri anlamak istemez. Onlar: "(Ey Musa,) sen bizi sihirle / aldatmacayla kandırmak için hangi mucizeyi getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz." dediler. Sonra Biz onlara sel, çekirge, bit, kurbağa ve kan gibi apayrı (afetler içeren) mucizeleri gönderdik; ama onlar (inatla) büyüklük taslamayı sürdürdüler. Çünkü onlar günahta ısrar eden suçlu bir toplumdu.
Ayet: 134-135
Onlar başlarına kötü bir ceza geldiğinde: "Ey Musa, sana verdiği söze dayanarak Rabb'ine bizim (kurtuluşumuz) için dua et. Eğer bu kötü cezayı üzerimizden kaldırırsan, sana inanırız ve İsrailoğullarını seninle göndeririz" dediler. Ama Biz o cezayı bir süreliğine üzerlerinden kaldırdığımızda, hemen sözlerinden döndüler.
Ayet: 136-137
Sonuçta Biz (Firavuna ve onun beraberinde olanlara) hak ettikleri cezayı verip onları su akıntısında boğduk. Çünkü onlar bildirdiğimiz gerçekleri yalanlayıp umursamadılar. Böylece Biz yeryüzünün bereketli kıldığımız doğularını ve batılarını zayıf / mağdur durumda olan (İslam) toplumuna (miras / emanet) bıraktık. Ey elçi, Rabb'inin İsrailoğullarına verdiği başarı sözü (o vakit) onların (İslam için) sabırla dayanışarak hareket etmelerinin sonucunda gerçekleşmiştir. Daha sonra Biz Firavunun ve toplumunun yaptıklarını ve onların yükselttiği (antik Mısır uygarlığını) da bir yıkıma uğrattık.
Ayet: 138-140
Biz İsrailoğullarını denizden geçirdik. Daha sonra onlar bir toplumla karşılaştılar. O toplum (kendi elleriyle yaptıkları) heykellerinin (sahte ilahlarının) önünde durup ibadet ediyordu. (İsrailoğullarından bazıları): "Ey Musa, (onlar ilahlarını heykellerle temsil ediyorlar;) sen de bize, (Allah'ı temsil etmek için) onların ilahları gibi (heykelden) bir ilah yapsana." dediler. O vakit Musa onlara: "Siz ne cahil insanlarsınız! Şunu iyi bilin ki, o putperestler / müşrikler var ya, onların içinde bulunduğu toplum yıkılmaya mahkumdur. Onların tüm yaptıkları da boşa gidecektir. Allah sizi Firavuna ve adamlarına üstün getirmişken, ben size asla Allah'tan başka (sahte) bir ilah / put aramam!" dedi.
Ayet: 141
Ey İsrailoğulları, hatırlayın, geçmişte Biz sizi -erkek çocuklarınızı öldürüp kadınlarınızı yaşatarak size cezanın en kötüsünü veren- Firavundan ve onun beraberinde olanlardan kurtardık. Doğrusu yaşadığınız bu olaylarda Rabb'inizin sizi sınadığı büyük bir sınav vardı.
Ayet: 142
Doğrusu Biz Musa'yla otuz gecelik bir buluşma için sözleşmiştik. Sonra da ona on gece daha ekledik. Böylece Rabb'inin Musa'ya belirlediği buluşma süresi kırk gece oldu. Sonra Musa (o buluşmaya gitmeden önce) kardeşi Harun'a: "(Ey kardeşim,) toplumumun benim görevimi devral / bana vekalet et; her zaman düzeltici ol ve asla bozgunculuk edenlerin yoluna uyma." dedi.
Ayet: 143-144
Musa buluşma yerine gelince Rabb'i onunla konuştu. Musa: "Ey Rabb'im, bana görünür müsün, ben Sana bakabilir miyim?" dediğinde, Allah ona: "(Hayır,) sen Beni göremezsin. Şu dağa bak. Eğer o dağ yerinde durabilirse, sen de Beni görebilirsin." dedi. Ama Rabb'i o dağa göründüğünde onu paramparça etti. O vakit Musa bayılarak yere yığıldı. Musa baygınlıktan ayıldığında: "(Allah'ım,) Sen tüm eksiklerden uzaksın / yücesin; ben İslam'a inananların öncüsü olarak hatamdan dönüp / tövbe edip Sana yöneldim." dedi. Allah da ona: "Ey Musa, Ben seni elçiliğimle (gönderdiğim gerçeklerle) ve sözlerimle elçim olarak seçip insanlara gönderdim. Şimdi sana verdiğim (levhaları) al ve (Bana) şükredenlerden ol." dedi.
Ayet: 145-147
(Biz Musa'ya verdiğimiz levhalara) çeşitli öğütlerimizi /emirlerimizi) ayrıntısıyla yazdık ve ona: "Bunlara tüm gücünle sahip çık ve toplumuna da onlara en iyi şekilde sahip çıkmalarını emret." dedik. Ey insanlar, şunu iyi bilin ki, (ahirette) Ben size günahta ısrar eden fasıkların yurdunu (cehennemi) göstereceğim. Ayrıca Ben (bu dünyada) yeryüzünde haksızca büyüklük taslayan kimseleri bildirdiğim gerçeklerden çevireceğim. Çünkü onlar tüm gerçekleri görseler de inanmazlar ve doğru yolu görseler de benimsemezler; ama eğri yolu görseler benimserler. Bu, onların bildirdiğimiz gerçekleri umursamayıp yalanlamalarındandır. Doğrusu bildirdiğimiz gerçekleri ve ahiretteki buluşmayı (hesap gününü) yalanlayanların yaptıkları (tüm) işler boşa gidecektir. Sonuçta (ahirette) onlar ancak yaptıklarının karşılığını görecektir." dedik.
Ayet: 148-149
Ama Musa'nın toplumu / İsrailoğulları onun gitmesinin ardından, (yanlarında bulunan) süs eşyalarını (eritti ve) ses çıkaran bir buzağı heykeli (yapıp) onu put edindi. Onlar buzağı heykelinin onlara (gerçekten) konuşmadığını ve onları dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yöneltmediğini anlamadılar. Onlar o buzağı heykelini put edindiler; çünkü haksızlıkta / zulümde ısrar ediyorlardı. Sonra onlar (pişman olup) başları öne eğildiğinde (tövbe ettiler ve): "Rabb'imiz bize rahmetini lütfetmezse ve bizi bağışlamazsa kaybedenlerden oluruz." dediler.
Ayet: 150-152
Musa, toplumuna geri döndüğünde (buzağı heykelinden) öfke ve üzüntü duydu. Musa onlara: "Siz benim ardımdan ne kötü şeyler yapmışsınız. Yoksa Rabb'inizin ceza emrinin gelmesi için acele mi ediyorsunuz?" dedi. Musa, (elindeki levhaları) yere koydu ve kardeşi Harun'un saçını tutup kendine doğru çekmeye başladı. Harun da Musa'ya: "Ey kardeşim, bu toplum beni zayıf / mağdur düşürdü. Onlar neredeyse beni öldürüyorlardı. (Ey kardeşim) düşmanlarımı güldürme ve beni o zalimlerden sayma." dedi. O vakit Musa (kardeşi Harun'u bırakıp): "Ey Rabb'im, beni ve kardeşimi bağışla ve bizi rahmetine sok. Şüphesiz ki Sen merhametlilerin en merhametlisisin. Ama (ey toplumum, şunu iyi bilin ki,) buzağı heykelini put edinmekte ısrar edinen kimseler (ahirette) Rabb'lerinin öfkesine / cezasına uğrayacaktır. Ayrıca bu dünya hayatında da onlara alçaklık (damgası vurulacaktır.)" dedi. Bu böyledir. Biz iftiracıları cezalandırırız.
Ayet: 153
Ey elçi, herkes şunu iyi bilsin ki, bir kötülük / günah işledikten sonra hatadan dönüp / tövbe edip kendini düzelten ve İslam'a inanan kimseler (Allah'ın affını kazanır.) Şüphesiz ki Rabb'in onların samimi tövbesinden sonra çok bağışlayandır ve en merhametlidir.
Ayet: 154
Musa, öfkesi (yatışıp) sakinleştiğinde levhaları (koyduğu yerden) aldı. Çünkü onlarda: "Bunlar Rabb'lerine karşı çıkmaktan korkanlar için bir doğruluk rehberi ve bir rahmettir." yazılıydı.
Ayet: 155-156
(Bir gün) Musa kendi toplumundan yetmiş adam seçip belirlediğimiz buluşma yerine getirdi. Onlar (orada) şiddetli bir depremle sarsılınca Musa: "Ey Rabb'im, Eğer Sen dileseydin daha önceden hem beni hem de onları cezalandırıp yok edebilirdin. Sen bizi aramızdaki ahmakların yaptıkları yüzünden cezalandırıp yok etmezsin ki! Bu, Senin bir sınavından başka bir şey değildir. (Ey Rabb'im,) Sen dilediğin kimseleri (yani günahta ısrar edenleri) ısrarlı sapkınlıkları içinde bırakırsın, dilediğin kimseleri (yani İslam'a inananları) ise dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yöneltirsin. (Ey Rabb'im,) Sen bizim gerçek dostumuzsun. (Lütfunla) bizi bağışla ve bize rahmetini lütfet. Şüphesiz ki Sen bağışlayanların en iyisisin. Ey Rabb'im, bize bu dünyada ve ahirette iyilikler yaz / lütfet. Doğrusu biz yalnız Sana yöneldik." dedi. Allah: "Ben dilediğim kimseleri (yani günahta ısrar edenleri) cezama uğratırım. Rahmetim her şeyi kuşatmıştır; ama (ahirette) Ben onu (ancak) emirlerime duyarlıca sorumlu davranıp yasaklarımdan sakınan, (İslam için) zekat veren ve bildirdiğimiz gerçeklere inanan kimselere yazacağım." dedi.
Ayet: 157
(Samimi Yahudiler ve Hristiyanlar) ellerindeki Tevrat'ta ve İncil'de özelliklerini yazılı bulunan ehli kitaptan olmayan bu Mekkeli peygamberin elçiğine uyarlar. Çünkü bu elçi onlara iyiliği emreder, kötülüğü yasaklar, temiz / sağlıklı şeyleri helal kılar, pis şeyleri haram kılar ve onların üzerinden (hurafelerden yüklendikleri) yükü ve esaret zincirlerini kaldırır. Böylece bu elçiye inanan, destekleyip yardım eden ve onunla indirdiğimiz ışığa / ilahi kitaba / Kuran'a uyan kimseler kurtuluşa / gerçek mutluluğa / cennet nimetlerine erişecektir.
Ayet: 158
Ey elçi, de ki: "Ey insanlar, şunu iyi bilin ki, ben Allah'ın size, hepinize, gönderdiği elçisiyim. Şüphesiz ki Allah göklerin ve yerin tek hükümranıdır. Allah'tan başka ilah yoktur / Allah tüm varlıkların tek ilahıdır. Yaşatan da öldüren de O'dur." Öyleyse Allah'a ve Onun elçisine, ehli kitaptan olmayan bu Mekkeli peygambere, inanın. O peygamber ki Allah'a ve sözlerine gönülden inanır. Öyleyse ona uyun. Umulur ki dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yönelirsiniz.
Ayet: 159-160
Doğrusu Musa'nın toplumu / İsrailoğulları içinde gerçeklerle dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yönelten ve (gerçeklerle) adaletli olan bir topluluk vardı. Diğer yandan Biz İsrailoğullarını on iki kabileye ayırmıştık. Musa'nın toplumu / İsrailoğulları ondan su istediğinde, Biz ona: "Asanı / değneğini şu taşa vur." diye vahiy ettik / bildirdik. Musa değneğiyle o taşa vurduğunda oradan on iki su pınarı fışkırdı. Böylece her kabile su içeceği kendi pınarını bilmiş oldu. Ayrıca Biz onları (çölde) bulutlarla gölgeleyip (güneşten koruduk.) Sonra (çölde yiyecek bir şey bulamadıklarında,) Biz onlara kudret helvası ve bıldırcın lütfettik ve: "Size nimet olarak verdiğimiz temiz / sağlıklı yiyeceklerden yiyin." dedik. Doğrusu onlar Bize değil kendilerine haksızlık ediyorlardı.
Ayet: 161-162
Geçmişte Allah tarafından İsrailoğullarına: "Şu beldeye yerleşin ve (eğer oraya doğru bir şekilde girerseniz) nimetlerinden dilediğiniz gibi yiyip içebilirsiniz. (Dikkat edin:) o beldenin kapısından secde halinde girip: "Ey Rabb'imiz, hatalarımızı dök / bağışla." deyin. O takdirde Biz sizin hatalarınızı bağışlarız, iyi işler yapanlarınızı da fazlasıyla ödüllendiririz." denildi. Ama haksızlıkta / zulümde ısrar eden zalimler, kendilerine söylenen o sözü başka bir sözle değiştirip (alaya aldılar.) Biz de onlara haksızlıkta / zulümde ısrar ettiklerinden gökten kötü bir ceza gönderdik.
Ayet: 163-166
Ey elçi, geçmişte Cumartesi günü yasağını çiğneyen deniz kıyısındaki beldenin hikayesini (Medineli Yahudilere) sor. Onların sınavı şuydu: Avlamak istedikleri iri balıklar onlara Cumartesi günü bolca gelirken, diğer günler hiç gelmiyordu. Bu böyledir. Biz bazılarını günahta ısrar ettiklerinden (büyük fırsatlarla) sınarız. O vakit (sahte dindarlardan) bazıları (doğruluğu öğütleyen kimselerle alay ederek): "Niçin Allah'ın yok edeceği veya şiddetle cezalandıracağı kimselere öğüt veriyorsunuz ki!" dediler. Doğruluğu öğütleyen kimseler ise onlara: "Çünkü biz (günahlar karşısında) Rabb'inize söyleyecek bir mazeretiniz olsun istiyoruz." dediler. Umulur ki insanlar Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranıp yasaklarından sakınırlar. Sonra o belde halkı verilen öğütleri (umursamayıp) unuttuğunda, Biz kötülüğü yasaklayan o kimseleri kurtardık; haksızlıkta / zulümde ısrar eden zalimleri ise günahta ısrar ettiklerinden şiddetli cezamıza uğrattık ve yasaklandıkları şeylere ısrarla karşı çıktıklarından onlara: "Aşağılık maymunlar olun!" dedik.
Ayet: 167-168
Ey elçi, herkes şunu iyi bilsin ki, Rabb'in -kıyamet gününe kadar- bazılarının üzerine onlara en kötü cezayı verecek olan kimseleri göndereceğini duyurmuştur. Şüphesiz ki Rabb'in hem cezalandırması en hızlı olandır hem de çok bağışlayandır ve en merhametlidir. Daha sonra Biz İsrailoğullarını yeryüzünde (farklı) topluluklara ayırdık. Onların arasında düzeltici / iyi işler yapanlar da kötü işler yapanlar da vardı. Biz (herkes gibi) onları da iyiliklerle ve kötülüklerle sınamaktayız. Umulur ki insanlar hatalarından dönerler.
Ayet: 169-170
Sonra (Musa'ya indirdiğimiz) ilahi kitaba uyan kimselerin ardından o ilahi kitabı miras / emanet alan ama (ona uymayıp sonsuz ahiret nimetleri yerine) daha aşağı olan bu dünya hayatının menfaatlerini tercih eden ve "nasıl olsa bağışlanacağız" diyen nesiller geldi. Onlar dünya menfaatlerini -kendilerine kat kat gelse de- (doymadan) alırlar. Oysa onlardan Allah hakkında gerçeklerden başka bir şey söylemeyeceklerine dair ellerindeki ilahi kitaba göre yeminle söz alınmıştı ve onlar o ilahi kitaptaki (on emri) okuyup öğrenmişlerdi. Doğrusu ahiret yurdu (cennet) Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranan ve yasaklarından sakınan kimseler için daha iyidir. Artık aklınızı kullanmanız gerekir. İlahi kitaba sımsıkı sarılıp namazı düzenli kılan kimseler şunu iyi bilsinler ki, Biz düzeltici / iyi işler yapanların ödülünü asla eksik etmeyiz / onları fazlasıyla ödüllendiririz.
Ayet: 171
Geçmişte Biz dağı İsrailoğullarının üstüne sanki bir gölgelik gibi kaldırdık. Hatta onlar o dağın üzerlerine düşeceğini sandılar. O vakit Biz onlara: "Size verdiğimiz ilahi kitaba tüm gücünüzle sahip çıkın ve ondaki (on emri) anın. Umulur ki Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranıp yasaklarından sakınırsınız." dedik.
Ayet: 172-174
Ey elçi, Rabb'in Adem'in çocuklarının ardından onların soylarını getirip onları birbirine şahit tutmuştur. Allah (insanların yaratırken onların kalplerine / akıllarına / vicdanlarına): "Ben sizin Rabb'iniz değil miyim?" demektedir. Tüm insanlar da: "Evet, şahitlik ederiz ki Sen bizim Rabb'imizsin." demektedir. (Ey insanlar,) artık sizin kıyamet günü: "Ama bundan haberimiz yoktu." demeniz ya da "Daha önce atalarımız Allah'a putları / sahte ilahları ortak koşmuşlar; onların ardından gelen bir soy olduğumuzdan biz sadece onlara uyduk. (Ey Rabb'imiz,) batıl inançlara (hurafelere) inanan (atalarımızın) yaptıkları (ve bize gelenek olarak bıraktıkları) yüzünden bizi cezalandıracak mısın?" demeniz (mümkün değildir.) Bu böyledir. Biz insanlara bildirdiğimiz gerçekleri ayrıntısıyla açıklarız. Umulur ki insanlar hatalarından dönerler.
Ayet: 175-178
Ey elçi, kendilerine bildirdiğimiz gerçekleri verdiğimiz ama o gerçeklerden sıyrılıp şeytana uyan ve doğruluktan sapan kimselerin (kötü sonlarının) haberlerini insanlara okuyup aktar. Şayet Biz dileseydik (zorlasaydık) onları da (İslam'a inandırıp) bildirdiğimiz gerçeklerle yükseltirdik. Ama (Biz insanları bu dünyada düşünce, inanç ve tercihlerinde özgür bırakıp karakterlerini sınadığımızdan) bazı insanlar bu dünya hayatına dalmakta ve kötü arzularına uymaktadır. Doğrusu (dünyaya dalan ve kötü arzularına uyan) kimseler -tutsan da bıraksan da- (sürekli dilini dışarı çıkarıp) soluyan bir köpek gibidir. İşte bu (betimleme) bildirdiğimiz gerçekleri yalanlayan kimselerin bir örneğidir. Öyleyse ey elçi, insanlara (geçmiş toplumların) yaşadıkları hikayeleri anlat. Umulur ki insanlar gerçekleri düşünüp öğüt alırlar. Herkes şunu iyi bilsin ki, bildirdiğimiz gerçekleri yalanlayan ve kendilerine haksızlık eden (günah işleyen) kimselerin (son) durumu çok kötü olmaktadır. Doğrusu Allah'ın dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yönelttiği kimseler, (doğruluğu gönülden isteyip) ona yönelen kimselerdir; Allah'ın ısrarlı sapkınlıkları içinde bıraktığı kimseler ise (ahirette) zarara uğrayıp kaybedecektir.
Ayet: 179
Doğrusu Biz cinlerden ve insanlardan çoğunu ahirette cehenneme yerleştireceğiz. (İslam'ı ısrarla inkar eden kafirlerin) kalpleri vardır; ama onlar kalpleriyle gerçekleri anlamak istemezler. Onların gözleri vardır; ama gözleriyle gerçekleri görmek istemezler. Onların kulakları vardır; ama kulaklarıyla gerçekleri işitmek istemezler. Onlar, sanki bir hayvan sürüsü gibi davranırlar; ama doğru yolu bulmada hayvanlardan daha kötüdür. Çünkü onlar gerçeği umursamayan gafillerdir.
Ayet: 180
Doğrusu Allah en güzel isimlerin sahibidir. Öyleyse ey insanlar, Ona (dua ederken, araya hiçbir aracı sokmadan) Onun güzel isimleriyle dua edin ve Onun güzel isimlerini (sade) anlamından saptıran (hurafecileri) terk edin. Sonuçta (ahirette) insanlara tüm yaptıklarının karşılığı verilecektir.
Ayet: 181-183
Doğrusu yarattığımız (insanların) arasında gerçeklerle dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yönelten ve gerçeklerle adaletli davranan (nice) topluluklar vardır. Diğer yandan ise Biz bildirdiğimiz gerçekleri ısrarla yalanlayan kimseleri hiç bilmedikleri bir yerden gelecek olan bir cezaya adım adım yaklaştıracağız. Ama Ben onlara (hatadan dönüp / tövbe edip İslam'a inanmaları için) bu dünyada bir süre veriyorum. Şüphesiz ki planım saşmazdır.
Ayet: 184-186
(Ne yazık ki Mekkelilerden) bazıları (İslam'a inanmak yerine, önceden) arkadaşları olan bu elçinin aklını yitirdiğini / delirdiğini düşündüler. Doğrusu o, apaçık bir uyarıcıdır / elçidir. (Onlar bu elçiye ve onun davet ettiği İslam dinine inanmadılar;) çünkü onlar Allah'ın göklerde ve yerdeki hükümranlığına, Onun (göklerde ve yerde) yarattığı şeylere ve ölüm vakitlerinin çok yaklaşmış olabileceğine hiç bakmadılar! Peki, insanlar Allah'ın sözünden sonra başka hangi söze inanabilirler ki? Doğrusu hiç kimse Allah'ın ısrarlı sapkınlıkları içinde bıraktığı kimseleri dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yöneltemez. Böylece Allah onları azgınlıklarının içinde bocalamaya bırakır.
Ayet: 187-188
Ey elçi, bazıları sana: "Kıyamet ne zaman kopacak?" diye soruyorlar. Ey elçi, onlara de ki: "Şunu iyi bilin ki, onun bilgisi ancak Rabb'imdedir. Allah'tan başka hiç kimse kıyametin kopma vaktini açığa çıkaramaz. Doğrusu kıyametin kopması göklere ve yere (büyük bir) ağırlıkla bastıracak ve o, size ancak bir anda (ve hiç beklemediğiniz bir yerden) gelecektir." Ey elçi, bazıları sana -sanki sen biliyormuşsun gibi- (kıyametin ne zaman kopacağını) soruyorlar. Ey elçi, onlara de ki: "Şunu iyi bilin ki, onun bilgisi ancak Allah'tadır. Ama (ne yazık ki) insanlardan birçoğu gerçekleri anlamak istemez. Şunu da iyi bilin ki, ben kendime bile herhangi bir yarar ya da zarar verecek (olağanüstü) bir güce sahip değilim. Doğrusu ancak Allah'ın dilediği şey olur. (Onun dilemediği şey ise asla olmaz.) Şayet ben bilinmezi / geleceği bilseydim (sürekli kâr edip) kazancımı çoğaltırdım ve (tüm tehlikelerden kaçınırdım; böylece) bana hiçbir kötülük dokunmazdı. Doğrusu ben ancak İslam'a inanmak isteyenlere uyarıcı ve müjdeci olarak gönderilmiş bir elçiyim."
Ayet: 189-190
Ey insanlar, şunu iyi bilin ki, sizi tek bir candan yaratan ve (yarattığı ilk insana) beraberce yaşayıp huzur bulması için aynı candan eşini var eden Allah'tır. Böylece bir kimse hanımıyla beraber olduğunda, hanımı hafif bir yük yüklenmekte ve onunla gidip gelmektedir. Sonra hamilelik ağırlaştığında (bebeğin doğumu yaklaştığında) anne ve baba Rabb'leri olan Allah'a: "Eğer bize iyi / sağlıklı bir çocuk verirsen, Sana şükredenlerden oluruz." diyerek dua etmektedir. Ama Allah onlara iyi / sağlıklı bir çocuk verdiğinde, bazıları Allah'ın onlara verdiğini Ona ortak koştular. Doğrusu Allah putperestlerin / müşriklerin Ona ortak koştuğu şeylerden çok yücedir.
Ayet: 191-198
Putperest / müşrik Araplar, hiçbir şey yaratamayan ve (aslında insanlar tarafından) yaratılan putları / sahte ilahları Allah'a ortak koşarlar. Doğrusu o putlar / sahte ilahlar, onlara da kendilerine de asla yardım edemezler. (Ey İslam'a inananlar, İslam'ı ısrarla inkar eden putperest / müşrik Arapları) dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa davet etseniz de, onlar (önyargılı olduklarından) size uymazlar. Böylelerini İslam'a davet etseniz de (davet etmeyip) susanız da sizin için fark etmez. Ey putperestler / müşrikler, şunu iyi bilin ki, sizin Allah'tan başka dua (ibadet) ettiğiniz putlar / sahte ilahlar da sizin gibi (sadece) Allah'ın kullarıdır. Eğer doğruyu söylüyorsanız, haydi, putlara / sahte ilahlara dua edin; onlar da (verebilirlerse) sizin dualarınıza olumlu cevap versinler(!) (Ama onlar size hiçbir olumlu cevap veremezler) Onların (Allah'a karşı) yürüyebilecekleri ayakları, tutabilecekleri elleri, görebilecekleri gözleri ve işitebilecekleri kulakları yoktur. Ey elçi, putperestlere / müşriklere de ki: "Haydi, Allah'a ortak koştuğunuz (putları / sahte ilahları) çağırıp bana tuzak kurun ve hiç bekletmeden bana ne yapacaksanız yapın. Ama şunu iyi bilin ki, benim dostum / koruyucum, bu ilahi kitabı / Kuran'ı indiren Allah'tır. Şüphesiz ki Allah düzeltici / iyi işler yapanların dostudur / onları korur. Ey putperestler / müşrikler, doğrusu sizin Allah'tan başka dua (ibadet) ettiğiniz putlar / sahte ilahlar size de kendilerine de asla yardım edemezler." (Ey İslam'a inananlar, İslam'ı ısrarla inkar eden putperest / müşrik Arapları) dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa davet etseniz de, onlar sizi dinlemezler. Ey elçi, onların sana baktığını görebilirsin; ama onlar (sana ne kadar baksalar da, önyargılı olduklarından senin Allah'ın elçisi olduğunu) görmek istemezler.
Ayet: 199-202
Ey elçi, (hatadan dönüp / tövbe edip İslam'a inanan kimseler için) affedici ol, iyiliği emret ve cahillerden (gerçeği bilmeyenlerden) yüz çevir. Eğer şeytandan sana (kötülüğe kışkırtan) bir dürtü gelirse, hemen (onu reddedip) Allah'a sığın. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla işitendir ve her şeyi en iyi bilendir. Doğrusu Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranan ve yasaklarından sakınan kimseler, -kendilerine şeytandan bir hayal dokunduğunda- hemen düşünüp öğüt alarak gerçekleri görürler. Böylece şeytanlar (ancak) kendi kardeşlerini (yani onları dost edinenleri) azgınlığa çekerler. Doğrusu şeytanlar (kendi kardeşlerini gerçeklerden / İslam'dan / doğruluktan saptırmak için) yapabilecekleri her şeyi yaparlar.
Ayet: 203-206
Ey elçi, sen bazılarının (istediği) bir mucizeyi getirmediğinde, onları sana: "O mucizeyi bulup getirseydin ya!" dediler. Ey elçi, insanlara de ki: "Şunu iyi bilin ki, ben ancak Rabb'imden bana vahiy edilen / bildirilen bu ilahi kitaba / Kuran'a uyarım. Doğrusu bu ilahi kitap / Kuran, İslam'a inanmak isteyenler için Rabb'inizden gelen (insanların) gönül gözlerini açan ilahi gerçeklerdir, bir doğruluk rehberidir ve bir rahmettir." Öyleyse ey insanlar, bu ilahi kitap / Kuran okunduğunda onu sessizce (saygıyla) dinleyin. Umulur ki Allah'ın rahmetine erişirsiniz. Ey elçi, Rabb'ini sabah-akşam daima, açığa vurmadan, korku (ve umut) duyarak ve içinden yalvararak (şükürle) an. Sakın Onu umursamayan gafillerden olma! Herkes şunu iyi bilsin ki, Rabb'inin yanında (değerli) olan kimseler, Allah'a ibadetten büyüklük taslamaz, Onun yüce adını anarak hareket eder ve yalnız Ona secde ederler.

سورة الأعراف

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

الٓمٓصٓؕ ﴿1﴾ كِتَابٌ اُنْزِلَ اِلَيْكَ فَلَا يَكُنْ فٖي صَدْرِكَ حَرَجٌ مِنْهُ لِتُنْذِرَ بِهٖ وَذِكْرٰى لِلْمُؤْمِنٖينَ ﴿2﴾ اِتَّبِعُوا مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ وَلَا تَتَّبِعُوا مِنْ دُونِهٖٓ اَوْلِيَٓاءَؕ قَلٖيلًا مَا تَذَكَّرُونَ ﴿3﴾ وَكَمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَا فَجَٓاءَهَا بَأْسُنَا بَيَاتًا اَوْ هُمْ قَٓائِلُونَ ﴿4﴾ فَمَا كَانَ دَعْوٰيهُمْ اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَٓا اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اِنَّا كُنَّا ظَالِمٖينَ ﴿5﴾ فَلَنَسْـَٔلَنَّ الَّذٖينَ اُرْسِلَ اِلَيْهِمْ وَلَنَسْـَٔلَنَّ الْمُرْسَلٖينَۙ ﴿6﴾ فَلَنَقُصَّنَّ عَلَيْهِمْ بِعِلْمٍ وَمَا كُنَّا غَٓائِبٖينَ ﴿7﴾ وَالْوَزْنُ يَوْمَئِذٍۨ الْحَقُّۚ فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَازٖينُهُ فَاُولٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿8﴾ وَمَنْ خَفَّتْ مَوَازٖينُهُ فَاُولٰٓئِكَ الَّذٖينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ بِمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَظْلِمُونَ ﴿9﴾ وَلَقَدْ مَكَّنَّاكُمْ فِي الْاَرْضِ وَجَعَلْنَا لَكُمْ فٖيهَا مَعَايِشَؕ قَلٖيلًا مَا تَشْكُرُونَ ﴿10﴾ وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْلٖيسَؕ لَمْ يَكُنْ مِنَ السَّاجِدٖينَ ﴿11﴾ قَالَ مَا مَنَعَكَ اَلَّا تَسْجُدَ اِذْ اَمَرْتُكَؕ قَالَ اَنَا خَيْرٌ مِنْهُۚ خَلَقْتَنٖي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ طٖينٍ ﴿12﴾ قَالَ فَاهْبِطْ مِنْهَا فَمَا يَكُونُ لَكَ اَنْ تَتَكَبَّرَ فٖيهَا فَاخْرُجْ اِنَّكَ مِنَ الصَّاغِرٖينَ ﴿13﴾ قَالَ اَنْظِرْنٖٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ ﴿14﴾ قَالَ اِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَرٖينَ ﴿15﴾ قَالَ فَبِمَٓا اَغْوَيْتَنٖي لَاَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَقٖيمَۙ ﴿16﴾ ثُمَّ لَاٰتِيَنَّهُمْ مِنْ بَيْنِ اَيْدٖيهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ وَعَنْ اَيْمَانِهِمْ وَعَنْ شَمَٓائِلِهِمْؕ وَلَا تَجِدُ اَكْثَرَهُمْ شَاكِرٖينَ ﴿17﴾ قَالَ اخْرُجْ مِنْهَا مَذْؤُمًا مَدْحُورًاؕ لَمَنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنْكُمْ اَجْمَعٖينَ ﴿18﴾ وَيَٓا اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ فَكُلَا مِنْ حَيْثُ شِئْتُمَا وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِمٖينَ ﴿19﴾ فَوَسْوَسَ لَهُمَا الشَّيْطَانُ لِيُبْدِيَ لَهُمَا مَا وُرِيَ عَنْهُمَا مِنْ سَوْاٰتِهِمَا وَقَالَ مَا نَهٰيكُمَا رَبُّكُمَا عَنْ هٰذِهِ الشَّجَرَةِ اِلَّٓا اَنْ تَكُونَا مَلَكَيْنِ اَوْ تَكُونَا مِنَ الْخَالِدٖينَ ﴿20﴾ وَقَاسَمَهُمَٓا اِنّٖي لَكُمَا لَمِنَ النَّاصِحٖينَۙ ﴿21﴾ فَدَلّٰيهُمَا بِغُرُورٍۚ فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ بَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِؕ وَنَادٰيهُمَا رَبُّهُمَٓا اَلَمْ اَنْهَكُمَا عَنْ تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ وَاَقُلْ لَكُمَٓا اِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُبٖينٌ ﴿22﴾ قَالَا رَبَّنَا ظَلَمْنَٓا اَنْفُسَنَا وَاِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرٖينَ ﴿23﴾ قَالَ اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى حٖينٍ ﴿24﴾ قَالَ فٖيهَا تَحْيَوْنَ وَفٖيهَا تَمُوتُونَ وَمِنْهَا تُخْرَجُونَ ﴿25﴾ يَا بَنٖٓي اٰدَمَ قَدْ اَنْزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاسًا يُوَارٖي سَوْاٰتِكُمْ وَرٖيشًا وَلِبَاسُ التَّقْوٰى ذٰلِكَ خَيْرٌؕ ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ ﴿26﴾ يَا بَنٖٓي اٰدَمَ لَا يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَٓا اَخْرَجَ اَبَوَيْكُمْ مِنَ الْجَنَّةِ يَنْزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْاٰتِهِمَاؕ اِنَّهُ يَرٰيكُمْ هُوَ وَقَبٖيلُهُ مِنْ حَيْثُ لَا تَرَوْنَهُمْؕ اِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاطٖينَ اَوْلِيَٓاءَ لِلَّذٖينَ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿27﴾ وَاِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً قَالُوا وَجَدْنَا عَلَيْهَٓا اٰبَٓاءَنَا وَاللّٰهُ اَمَرَنَا بِهَاؕ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَأْمُرُ بِالْفَحْشَٓاءِؕ اَتَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿28﴾ قُلْ اَمَرَ رَبّٖي بِالْقِسْطِ وَاَقٖيمُوا وُجُوهَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَادْعُوهُ مُخْلِصٖينَ لَهُ الدّٖينَؕ كَمَا بَدَاَكُمْ تَعُودُونَؕ ﴿29﴾ فَرٖيقًا هَدٰى وَفَرٖيقًا حَقَّ عَلَيْهِمُ الضَّلَالَةُؕ اِنَّهُمُ اتَّخَذُوا الشَّيَاطٖينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ ﴿30﴾ يَا بَنٖٓي اٰدَمَ خُذُوا زٖينَتَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا وَلَا تُسْرِفُواۚ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِفٖينَ ﴿31﴾ قُلْ مَنْ حَرَّمَ زٖينَةَ اللّٰهِ الَّتٖٓي اَخْرَجَ لِعِبَادِهٖ وَالطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِؕ قُلْ هِيَ لِلَّذٖينَ اٰمَنُوا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا خَالِصَةً يَوْمَ الْقِيٰمَةِؕ كَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ ﴿32﴾ قُلْ اِنَّمَا حَرَّمَ رَبِّيَ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَالْاِثْمَ وَالْبَغْيَ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَاَنْ تُشْرِكُوا بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهٖ سُلْطَانًا وَاَنْ تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿33﴾ وَلِكُلِّ اُمَّةٍ اَجَلٌۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ ﴿34﴾ يَا بَنٖٓي اٰدَمَ اِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَاتٖيۙ فَمَنِ اتَّقٰى وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿35﴾ وَالَّذٖينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَٓا اُولٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ ﴿36﴾ فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِهٖؕ اُولٰٓئِكَ يَنَالُهُمْ نَصٖيبُهُمْ مِنَ الْكِتَابِؕ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُنَا يَتَوَفَّوْنَهُمْۙ قَالُٓوا اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِؕ قَالُوا ضَلُّوا عَنَّا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِرٖينَ ﴿37﴾ قَالَ ادْخُلُوا فٖٓي اُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِكُمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ فِي النَّارِؕ كُلَّمَا دَخَلَتْ اُمَّةٌ لَعَنَتْ اُخْتَهَاؕ حَتّٰٓى اِذَا ادَّارَكُوا فٖيهَا جَمٖيعًاۙ قَالَتْ اُخْرٰيهُمْ لِاُولٰيهُمْ رَبَّنَا هٰٓؤُلَٓاءِ اَضَلُّونَا فَاٰتِهِمْ عَذَابًا ضِعْفًا مِنَ النَّارِؕ قَالَ لِكُلٍّ ضِعْفٌ وَلٰكِنْ لَا تَعْلَمُونَ ﴿38﴾ وَقَالَتْ اُولٰيهُمْ لِاُخْرٰيهُمْ فَمَا كَانَ لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْسِبُونَ ﴿39﴾ اِنَّ الَّذٖينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَا لَا تُفَتَّحُ لَهُمْ اَبْوَابُ السَّمَٓاءِ وَلَا يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتّٰى يَلِجَ الْجَمَلُ فٖي سَمِّ الْخِيَاطِؕ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُجْرِمٖينَ ﴿40﴾ لَهُمْ مِنْ جَهَنَّمَ مِهَادٌ وَمِنْ فَوْقِهِمْ غَوَاشٍؕ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِمٖينَ ﴿41﴾ وَالَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَا نُكَلِّفُ نَفْسًا اِلَّا وُسْعَهَاؗ اُولٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ ﴿42﴾ وَنَزَعْنَا مَا فٖي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ تَجْرٖي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُۚ وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذٖي هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلَٓا اَنْ هَدٰينَا اللّٰهُۚ لَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّؕ وَنُودُٓوا اَنْ تِلْكُمُ الْجَنَّةُ اُورِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿43﴾ وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْجَنَّةِ اَصْحَابَ النَّارِ اَنْ قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقًّا فَهَلْ وَجَدْتُمْ مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقًّاؕ قَالُوا نَعَمْۚ فَاَذَّنَ مُؤَذِّنٌ بَيْنَهُمْ اَنْ لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِمٖينَۙ ﴿44﴾ اَلَّذٖينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَبٖيلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًاۚ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ كَافِرُونَؕ ﴿45﴾ وَبَيْنَهُمَا حِجَابٌۚ وَعَلَى الْاَعْرَافِ رِجَالٌ يَعْرِفُونَ كُلًّا بِسٖيمٰيهُمْۚ وَنَادَوْا اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَمْ يَدْخُلُوهَا وَهُمْ يَطْمَعُونَ ﴿46﴾ وَاِذَا صُرِفَتْ اَبْصَارُهُمْ تِلْقَٓاءَ اَصْحَابِ النَّارِۙ قَالُوا رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمٖينَ ﴿47﴾ وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْاَعْرَافِ رِجَالًا يَعْرِفُونَهُمْ بِسٖيمٰيهُمْ قَالُوا مَٓا اَغْنٰى عَنْكُمْ جَمْعُكُمْ وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ ﴿48﴾ اَهٰٓؤُلَٓاءِ الَّذٖينَ اَقْسَمْتُمْ لَا يَنَالُهُمُ اللّٰهُ بِرَحْمَةٍؕ اُدْخُلُوا الْجَنَّةَ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمْ وَلَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَ ﴿49﴾ وَنَادٰٓى اَصْحَابُ النَّارِ اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ اَفٖيضُوا عَلَيْنَا مِنَ الْمَٓاءِ اَوْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُؕ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ حَرَّمَهُمَا عَلَى الْكَافِرٖينَۙ ﴿50﴾ اَلَّذٖينَ اتَّخَذُوا دٖينَهُمْ لَهْوًا وَلَعِبًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۚ فَالْيَوْمَ نَنْسٰيهُمْ كَمَا نَسُوا لِقَٓاءَ يَوْمِهِمْ هٰذَاۙ وَمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ ﴿51﴾ وَلَقَدْ جِئْنَاهُمْ بِكِتَابٍ فَصَّلْنَاهُ عَلٰى عِلْمٍ هُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ﴿52﴾ هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا تَأْوٖيلَهُؕ يَوْمَ يَأْتٖي تَأْوٖيلُهُ يَقُولُ الَّذٖينَ نَسُوهُ مِنْ قَبْلُ قَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۚ فَهَلْ لَنَا مِنْ شُفَعَٓاءَ فَيَشْفَعُوا لَنَٓا اَوْ نُرَدُّ فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذٖي كُنَّا نَعْمَلُؕ قَدْ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ ﴿53﴾ اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذٖي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ فٖي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثٖيثًاۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِهٖؕ اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُؕ تَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَمٖينَ ﴿54﴾ اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةًؕ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَدٖينَۚ ﴿55﴾ وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفًا وَطَمَعًاؕ اِنَّ رَحْمَتَ اللّٰهِ قَرٖيبٌ مِنَ الْمُحْسِنٖينَ ﴿56﴾ وَهُوَ الَّذٖي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهٖؕ حَتّٰٓى اِذَٓا اَقَلَّتْ سَحَابًا ثِقَالًا سُقْنَاهُ لِبَلَدٍ مَيِّتٍ فَاَنْزَلْنَا بِهِ الْمَٓاءَ فَاَخْرَجْنَا بِهٖ مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِؕ كَذٰلِكَ نُخْرِجُ الْمَوْتٰى لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ ﴿57﴾ وَالْبَلَدُ الطَّيِّبُ يَخْرُجُ نَبَاتُهُ بِاِذْنِ رَبِّهٖۚ وَالَّذٖي خَبُثَ لَا يَخْرُجُ اِلَّا نَكِدًاؕ كَذٰلِكَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَشْكُرُونَ ﴿58﴾ لَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحًا اِلٰى قَوْمِهٖ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُؕ اِنّٖٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظٖيمٍ ﴿59﴾ قَالَ الْمَلَاُ مِنْ قَوْمِهٖٓ اِنَّا لَنَرٰيكَ فٖي ضَلَالٍ مُبٖينٍ ﴿60﴾ قَالَ يَا قَوْمِ لَيْسَ بٖي ضَلَالَةٌ وَلٰكِنّٖي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَمٖينَ ﴿61﴾ اُبَلِّغُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّٖي وَاَنْصَحُ لَكُمْ وَاَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿62﴾ اَوَعَجِبْتُمْ اَنْ جَٓاءَكُمْ ذِكْرٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ مِنْكُمْ لِيُنْذِرَكُمْ وَلِتَتَّقُوا وَلَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ ﴿63﴾ فَكَذَّبُوهُ فَاَنْجَيْنَاهُ وَالَّذٖينَ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ وَاَغْرَقْنَا الَّذٖينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاؕ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا عَمٖينَ ﴿64﴾ وَاِلٰى عَادٍ اَخَاهُمْ هُودًاؕ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُؕ اَفَلَا تَتَّقُونَ ﴿65﴾ قَالَ الْمَلَاُ الَّذٖينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِهٖٓ اِنَّا لَنَرٰيكَ فٖي سَفَاهَةٍ وَاِنَّا لَنَظُنُّكَ مِنَ الْكَاذِبٖينَ ﴿66﴾ قَالَ يَا قَوْمِ لَيْسَ بٖي سَفَاهَةٌ وَلٰكِنّٖي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَمٖينَ ﴿67﴾ اُبَلِّغُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّٖي وَاَنَا لَكُمْ نَاصِحٌ اَمٖينٌ ﴿68﴾ اَوَعَجِبْتُمْ اَنْ جَٓاءَكُمْ ذِكْرٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ مِنْكُمْ لِيُنْذِرَكُمْؕ وَاذْكُرُٓوا اِذْ جَعَلَكُمْ خُلَفَٓاءَ مِنْ بَعْدِ قَوْمِ نُوحٍ وَزَادَكُمْ فِي الْخَلْقِ بَصْۣطَةًۚ فَاذْكُرُٓوا اٰلَٓاءَ اللّٰهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ ﴿69﴾ قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِنَعْبُدَ اللّٰهَ وَحْدَهُ وَنَذَرَ مَا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُنَاۚ فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقٖينَ ﴿70﴾ قَالَ قَدْ وَقَعَ عَلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ رِجْسٌ وَغَضَبٌؕ اَتُجَادِلُونَنٖي فٖٓي اَسْمَٓاءٍ سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُكُمْ مَا نَزَّلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍؕ فَانْتَظِرُٓوا اِنّٖي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِرٖينَ ﴿71﴾ فَاَنْجَيْنَاهُ وَالَّذٖينَ مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَقَطَعْنَا دَابِرَ الَّذٖينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَمَا كَانُوا مُؤْمِنٖينَ ﴿72﴾ وَاِلٰى ثَمُودَ اَخَاهُمْ صَالِحًاۢ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُؕ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْؕ هٰذِهٖ نَاقَةُ اللّٰهِ لَكُمْ اٰيَةً فَذَرُوهَا تَأْكُلْ فٖٓي اَرْضِ اللّٰهِ وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ اَلٖيمٌ ﴿73﴾ وَاذْكُرُٓوا اِذْ جَعَلَكُمْ خُلَفَٓاءَ مِنْ بَعْدِ عَادٍ وَبَوَّاَكُمْ فِي الْاَرْضِ تَتَّخِذُونَ مِنْ سُهُولِهَا قُصُورًا وَتَنْحِتُونَ الْجِبَالَ بُيُوتًاۚ فَاذْكُرُٓوا اٰلَٓاءَ اللّٰهِ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِدٖينَ ﴿74﴾ قَالَ الْمَلَاُ الَّذٖينَ اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِهٖ لِلَّذٖينَ اسْتُضْعِفُوا لِمَنْ اٰمَنَ مِنْهُمْ اَتَعْلَمُونَ اَنَّ صَالِحًا مُرْسَلٌ مِنْ رَبِّهٖؕ قَالُٓوا اِنَّا بِمَٓا اُرْسِلَ بِهٖ مُؤْمِنُونَ ﴿75﴾ قَالَ الَّذٖينَ اسْتَكْبَرُٓوا اِنَّا بِالَّذٖٓي اٰمَنْتُمْ بِهٖ كَافِرُونَ ﴿76﴾ فَعَقَرُوا النَّاقَةَ وَعَتَوْا عَنْ اَمْرِ رَبِّهِمْ وَقَالُوا يَا صَالِحُ ائْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الْمُرْسَلٖينَ ﴿77﴾ فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا فٖي دَارِهِمْ جَاثِمٖينَ ﴿78﴾ فَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا قَوْمِ لَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ رِسَالَةَ رَبّٖي وَنَصَحْتُ لَكُمْ وَلٰكِنْ لَا تُحِبُّونَ النَّاصِحٖينَ ﴿79﴾ وَلُوطًا اِذْ قَالَ لِقَوْمِهٖٓ اَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ مَا سَبَقَكُمْ بِهَا مِنْ اَحَدٍ مِنَ الْعَالَمٖينَ ﴿80﴾ اِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِنْ دُونِ النِّسَٓاءِؕ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ مُسْرِفُونَ ﴿81﴾ وَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِهٖٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَخْرِجُوهُمْ مِنْ قَرْيَتِكُمْۚ اِنَّهُمْ اُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ ﴿82﴾ فَاَنْجَيْنَاهُ وَاَهْلَهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُؗ كَانَتْ مِنَ الْغَابِرٖينَ ﴿83﴾ وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَرًاؕ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِمٖينَ ﴿84﴾ وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْبًاؕ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُؕ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْمٖيزَانَ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَاؕ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنٖينَۚ ﴿85﴾ وَلَا تَقْعُدُوا بِكُلِّ صِرَاطٍ تُوعِدُونَ وَتَصُدُّونَ عَنْ سَبٖيلِ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ بِهٖ وَتَبْغُونَهَا عِوَجًاۚ وَاذْكُرُٓوا اِذْ كُنْتُمْ قَلٖيلًا فَكَثَّرَكُمْ وَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدٖينَ ﴿86﴾ وَاِنْ كَانَ طَٓائِفَةٌ مِنْكُمْ اٰمَنُوا بِالَّذٖٓي اُرْسِلْتُ بِهٖ وَطَٓائِفَةٌ لَمْ يُؤْمِنُوا فَاصْبِرُوا حَتّٰى يَحْكُمَ اللّٰهُ بَيْنَنَاۚ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِمٖينَ ﴿87﴾ قَالَ الْمَلَاُ الَّذٖينَ اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِهٖ لَنُخْرِجَنَّكَ يَا شُعَيْبُ وَالَّذٖينَ اٰمَنُوا مَعَكَ مِنْ قَرْيَتِنَٓا اَوْ لَتَعُودُنَّ فٖي مِلَّتِنَاؕ قَالَ اَوَلَوْ كُنَّا كَارِهٖينَ ﴿88﴾ قَدِ افْتَرَيْنَا عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اِنْ عُدْنَا فٖي مِلَّتِكُمْ بَعْدَ اِذْ نَجّٰينَا اللّٰهُ مِنْهَاؕ وَمَا يَكُونُ لَنَٓا اَنْ نَعُودَ فٖيهَٓا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ رَبُّنَاؕ وَسِعَ رَبُّنَا كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًاؕ عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاؕ رَبَّنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ وَاَنْتَ خَيْرُ الْفَاتِحٖينَ ﴿89﴾ وَقَالَ الْمَلَاُ الَّذٖينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِهٖ لَئِنِ اتَّبَعْتُمْ شُعَيْبًا اِنَّكُمْ اِذًا لَخَاسِرُونَ ﴿90﴾ فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا فٖي دَارِهِمْ جَاثِمٖينَۚۛ ﴿91﴾ اَلَّذٖينَ كَذَّبُوا شُعَيْبًا كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا فٖيهَاۚۛ اَلَّذٖينَ كَذَّبُوا شُعَيْبًا كَانُوا هُمُ الْخَاسِرٖينَ ﴿92﴾ فَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا قَوْمِ لَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّٖي وَنَصَحْتُ لَكُمْۚ فَكَيْفَ اٰسٰى عَلٰى قَوْمٍ كَافِرٖينَ ﴿93﴾ وَمَٓا اَرْسَلْنَا فٖي قَرْيَةٍ مِنْ نَبِيٍّ اِلَّٓا اَخَذْنَٓا اَهْلَهَا بِالْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ لَعَلَّهُمْ يَضَّرَّعُونَ ﴿94﴾ ثُمَّ بَدَّلْنَا مَكَانَ السَّيِّئَةِ الْحَسَنَةَ حَتّٰى عَفَوْا وَقَالُوا قَدْ مَسَّ اٰبَٓاءَنَا الضَّرَّٓاءُ وَالسَّرَّٓاءُ فَاَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ ﴿95﴾ وَلَوْ اَنَّ اَهْلَ الْقُرٰٓى اٰمَنُوا وَاتَّقَوْا لَفَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَرَكَاتٍ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ وَلٰكِنْ كَذَّبُوا فَاَخَذْنَاهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ ﴿96﴾ اَفَاَمِنَ اَهْلُ الْقُرٰٓى اَنْ يَأْتِيَهُمْ بَأْسُنَا بَيَاتًا وَهُمْ نَٓائِمُونَؕ ﴿97﴾ اَوَاَمِنَ اَهْلُ الْقُرٰٓى اَنْ يَأْتِيَهُمْ بَأْسُنَا ضُحًى وَهُمْ يَلْعَبُونَ ﴿98﴾ اَفَاَمِنُوا مَكْرَ اللّٰهِۚ فَلَا يَأْمَنُ مَكْرَ اللّٰهِ اِلَّا الْقَوْمُ الْخَاسِرُونَ ﴿99﴾ اَوَلَمْ يَهْدِ لِلَّذٖينَ يَرِثُونَ الْاَرْضَ مِنْ بَعْدِ اَهْلِهَٓا اَنْ لَوْ نَشَٓاءُ اَصَبْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْۚ وَنَطْبَعُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ ﴿100﴾ تِلْكَ الْقُرٰى نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْبَٓائِهَاۚ وَلَقَدْ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۚ فَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا بِمَا كَذَّبُوا مِنْ قَبْلُؕ كَذٰلِكَ يَطْبَعُ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِ الْكَافِرٖينَ ﴿101﴾ وَمَا وَجَدْنَا لِاَكْثَرِهِمْ مِنْ عَهْدٍۚ وَاِنْ وَجَدْنَٓا اَكْثَرَهُمْ لَفَاسِقٖينَ ﴿102﴾ ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَائِهٖ فَظَلَمُوا بِهَاۚ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدٖينَ ﴿103﴾ وَقَالَ مُوسٰى يَا فِرْعَوْنُ اِنّٖي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَمٖينَۚ ﴿104﴾ حَقٖيقٌ عَلٰٓى اَنْ لَٓا اَقُولَ عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّؕ قَدْ جِئْتُكُمْ بِبَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَرْسِلْ مَعِيَ بَنٖٓي اِسْرَٓاءٖيلَؕ ﴿105﴾ قَالَ اِنْ كُنْتَ جِئْتَ بِاٰيَةٍ فَأْتِ بِهَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقٖينَ ﴿106﴾ فَاَلْقٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُبٖينٌۚ ﴿107﴾ وَنَزَعَ يَدَهُ فَاِذَا هِيَ بَيْضَٓاءُ لِلنَّاظِرٖينَ ﴿108﴾ قَالَ الْمَلَاُ مِنْ قَوْمِ فِرْعَوْنَ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ عَلٖيمٌۙ ﴿109﴾ يُرٖيدُ اَنْ يُخْرِجَكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْۚ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ ﴿110﴾ قَالُٓوا اَرْجِهْ وَاَخَاهُ وَاَرْسِلْ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِرٖينَۙ ﴿111﴾ يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَاحِرٍ عَلٖيمٍ ﴿112﴾ وَجَٓاءَ السَّحَرَةُ فِرْعَوْنَ قَالُٓوا اِنَّ لَنَا لَاَجْرًا اِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِبٖينَ ﴿113﴾ قَالَ نَعَمْ وَاِنَّكُمْ لَمِنَ الْمُقَرَّبٖينَ ﴿114﴾ قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ نَحْنُ الْمُلْقٖينَ ﴿115﴾ قَالَ اَلْقُواۚ فَلَمَّٓا اَلْقَوْا سَحَرُٓوا اَعْيُنَ النَّاسِ وَاسْتَرْهَبُوهُمْ وَجَٓاؤُ بِسِحْرٍ عَظٖيمٍ ﴿116﴾ وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَلْقِ عَصَاكَۚ فَاِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَۚ ﴿117﴾ فَوَقَعَ الْحَقُّ وَبَطَلَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَۚ ﴿118﴾ فَغُلِبُوا هُنَالِكَ وَانْقَلَبُوا صَاغِرٖينَۚ ﴿119﴾ وَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِدٖينَۚ ﴿120﴾ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَمٖينَۙ ﴿121﴾ رَبِّ مُوسٰى وَهٰرُونَ ﴿122﴾ قَالَ فِرْعَوْنُ اٰمَنْتُمْ بِهٖ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ اِنَّ هٰذَا لَمَكْرٌ مَكَرْتُمُوهُ فِي الْمَدٖينَةِ لِتُخْرِجُوا مِنْهَٓا اَهْلَهَاۚ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ ﴿123﴾ لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ ثُمَّ لَاُصَلِّبَنَّكُمْ اَجْمَعٖينَ ﴿124﴾ قَالُٓوا اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَۚ ﴿125﴾ وَمَا تَنْقِمُ مِنَّٓا اِلَّٓا اَنْ اٰمَنَّا بِاٰيَاتِ رَبِّنَا لَمَّا جَٓاءَتْنَاؕ رَبَّنَٓا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَتَوَفَّنَا مُسْلِمٖينَ ﴿126﴾ وَقَالَ الْمَلَاُ مِنْ قَوْمِ فِرْعَوْنَ اَتَذَرُ مُوسٰى وَقَوْمَهُ لِيُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ وَيَذَرَكَ وَاٰلِهَتَكَؕ قَالَ سَنُقَتِّلُ اَبْنَٓاءَهُمْ وَنَسْتَحْيٖ نِسَٓاءَهُمْۚ وَاِنَّا فَوْقَهُمْ قَاهِرُونَ ﴿127﴾ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهِ اسْتَعٖينُوا بِاللّٰهِ وَاصْبِرُواۚ اِنَّ الْاَرْضَ لِلّٰهِ يُورِثُهَا مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِهٖؕ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقٖينَ ﴿128﴾ قَالُٓوا اُوذٖينَا مِنْ قَبْلِ اَنْ تَأْتِيَنَا وَمِنْ بَعْدِ مَا جِئْتَنَاؕ قَالَ عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يُهْلِكَ عَدُوَّكُمْ وَيَسْتَخْلِفَكُمْ فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَ ﴿129﴾ وَلَقَدْ اَخَذْنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَ بِالسِّنٖينَ وَنَقْصٍ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ ﴿130﴾ فَاِذَا جَٓاءَتْهُمُ الْحَسَنَةُ قَالُوا لَنَا هٰذِهٖۚ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَطَّيَّرُوا بِمُوسٰى وَمَنْ مَعَهُؕ اَلَٓا اِنَّمَا طَٓائِرُهُمْ عِنْدَ اللّٰهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿131﴾ وَقَالُوا مَهْمَا تَأْتِنَا بِهٖ مِنْ اٰيَةٍ لِتَسْحَرَنَا بِهَاۙ فَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِنٖينَ ﴿132﴾ فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ اٰيَاتٍ مُفَصَّلَاتٍ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا مُجْرِمٖينَ ﴿133﴾ وَلَمَّا وَقَعَ عَلَيْهِمُ الرِّجْزُ قَالُوا يَا مُوسَى ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَۚ لَئِنْ كَشَفْتَ عَنَّا الرِّجْزَ لَنُؤْمِنَنَّ لَكَ وَلَنُرْسِلَنَّ مَعَكَ بَنٖٓي اِسْرَٓاءٖيلَۚ ﴿134﴾ فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الرِّجْزَ اِلٰٓى اَجَلٍ هُمْ بَالِغُوهُ اِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ ﴿135﴾ فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَاَغْرَقْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِلٖينَ ﴿136﴾ وَاَوْرَثْنَا الْقَوْمَ الَّذٖينَ كَانُوا يُسْتَضْعَفُونَ مَشَارِقَ الْاَرْضِ وَمَغَارِبَهَا الَّتٖي بَارَكْنَا فٖيهَاؕ وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ الْحُسْنٰى عَلٰى بَنٖٓي اِسْرَٓاءٖيلَ بِمَا صَبَرُواؕ وَدَمَّرْنَا مَا كَانَ يَصْنَعُ فِرْعَوْنُ وَقَوْمُهُ وَمَا كَانُوا يَعْرِشُونَ ﴿137﴾ وَجَاوَزْنَا بِبَنٖٓي اِسْرَٓاءٖيلَ الْبَحْرَ فَاَتَوْا عَلٰى قَوْمٍ يَعْكُفُونَ عَلٰٓى اَصْنَامٍ لَهُمْۚ قَالُوا يَا مُوسَى اجْعَلْ لَنَٓا اِلٰهًا كَمَا لَهُمْ اٰلِهَةٌؕ قَالَ اِنَّكُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ ﴿138﴾ اِنَّ هٰٓؤُلَٓاءِ مُتَبَّرٌ مَا هُمْ فٖيهِ وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿139﴾ قَالَ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْغٖيكُمْ اِلٰهًا وَهُوَ فَضَّلَكُمْ عَلَى الْعَالَمٖينَ ﴿140﴾ وَاِذْ اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِۚ يُقَتِّلُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْؕ وَفٖي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظٖيمٌ ﴿141﴾ وَوٰعَدْنَا مُوسٰى ثَلٰثٖينَ لَيْلَةً وَاَتْمَمْنَاهَا بِعَشْرٍ فَتَمَّ مٖيقَاتُ رَبِّهٖٓ اَرْبَعٖينَ لَيْلَةًۚ وَقَالَ مُوسٰى لِاَخٖيهِ هٰرُونَ اخْلُفْنٖي فٖي قَوْمٖي وَاَصْلِحْ وَلَا تَتَّبِعْ سَبٖيلَ الْمُفْسِدٖينَ ﴿142﴾ وَلَمَّا جَٓاءَ مُوسٰى لِمٖيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُۙ قَالَ رَبِّ اَرِنٖٓي اَنْظُرْ اِلَيْكَؕ قَالَ لَنْ تَرٰينٖي وَلٰكِنِ انْظُرْ اِلَى الْجَبَلِ فَاِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرٰينٖيۚ فَلَمَّا تَجَلّٰى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكًّا وَخَرَّ مُوسٰى صَعِقًاۚ فَلَمَّٓا اَفَاقَ قَالَ سُبْحَانَكَ تُبْتُ اِلَيْكَ وَاَنَا اَوَّلُ الْمُؤْمِنٖينَ ﴿143﴾ قَالَ يَا مُوسٰٓى اِنِّي اصْطَفَيْتُكَ عَلَى النَّاسِ بِرِسَالَاتٖي وَبِكَلَامٖيؗ فَخُذْ مَٓا اٰتَيْتُكَ وَكُنْ مِنَ الشَّاكِرٖينَ ﴿144﴾ وَكَتَبْنَا لَهُ فِي الْاَلْوَاحِ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْعِظَةً وَتَفْصٖيلًا لِكُلِّ شَيْءٍۚ فَخُذْهَا بِقُوَّةٍ وَأْمُرْ قَوْمَكَ يَأْخُذُوا بِاَحْسَنِهَاؕ سَاُرٖيكُمْ دَارَ الْفَاسِقٖينَ ﴿145﴾ سَاَصْرِفُ عَنْ اٰيَاتِيَ الَّذٖينَ يَتَكَبَّرُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّؕ وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۚ وَاِنْ يَرَوْا سَبٖيلَ الرُّشْدِ لَا يَتَّخِذُوهُ سَبٖيلًاۚ وَاِنْ يَرَوْا سَبٖيلَ الْغَيِّ يَتَّخِذُوهُ سَبٖيلًاؕ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِلٖينَ ﴿146﴾ وَالَّذٖينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَلِقَٓاءِ الْاٰخِرَةِ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْؕ هَلْ يُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿147﴾ وَاتَّخَذَ قَوْمُ مُوسٰى مِنْ بَعْدِهٖ مِنْ حُلِيِّهِمْ عِجْلًا جَسَدًا لَهُ خُوَارٌؕ اَلَمْ يَرَوْا اَنَّهُ لَا يُكَلِّمُهُمْ وَلَا يَهْدٖيهِمْ سَبٖيلًاۢ اِتَّخَذُوهُ وَكَانُوا ظَالِمٖينَ ﴿148﴾ وَلَمَّا سُقِطَ فٖٓي اَيْدٖيهِمْ وَرَاَوْا اَنَّهُمْ قَدْ ضَلُّواۙ قَالُوا لَئِنْ لَمْ يَرْحَمْنَا رَبُّنَا وَيَغْفِرْ لَنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرٖينَ ﴿149﴾ وَلَمَّا رَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِهٖ غَضْبَانَ اَسِفًاۙ قَالَ بِئْسَمَا خَلَفْتُمُونٖي مِنْ بَعْدٖيۚ اَعَجِلْتُمْ اَمْرَ رَبِّكُمْۚ وَاَلْقَى الْاَلْوَاحَ وَاَخَذَ بِرَأْسِ اَخٖيهِ يَجُرُّهُٓ اِلَيْهِؕ قَالَ ابْنَ اُمَّ اِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُونٖي وَكَادُوا يَقْتُلُونَنٖيؗ فَلَا تُشْمِتْ بِيَ الْاَعْدَٓاءَ وَلَا تَجْعَلْنٖي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمٖينَ ﴿150﴾ قَالَ رَبِّ اغْفِرْ لٖي وَلِاَخٖي وَاَدْخِلْنَا فٖي رَحْمَتِكَؗ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِمٖينَ ﴿151﴾ اِنَّ الَّذٖينَ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَذِلَّةٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاؕ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُفْتَرٖينَ ﴿152﴾ وَالَّذٖينَ عَمِلُوا السَّيِّـَٔاتِ ثُمَّ تَابُوا مِنْ بَعْدِهَا وَاٰمَنُواؗ اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَحٖيمٌ ﴿153﴾ وَلَمَّا سَكَتَ عَنْ مُوسَى الْغَضَبُ اَخَذَ الْاَلْوَاحَۚ وَفٖي نُسْخَتِهَا هُدًى وَرَحْمَةٌ لِلَّذٖينَ هُمْ لِرَبِّهِمْ يَرْهَبُونَ ﴿154﴾ وَاخْتَارَ مُوسٰى قَوْمَهُ سَبْعٖينَ رَجُلًا لِمٖيقَاتِنَاۚ فَلَمَّٓا اَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ قَالَ رَبِّ لَوْ شِئْتَ اَهْلَكْتَهُمْ مِنْ قَبْلُ وَاِيَّايَؕ اَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ السُّفَهَٓاءُ مِنَّاۚ اِنْ هِيَ اِلَّا فِتْنَتُكَؕ تُضِلُّ بِهَا مَنْ تَشَٓاءُ وَتَهْدٖي مَنْ تَشَٓاءُؕ اَنْتَ وَلِيُّنَا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الْغَافِرٖينَ ﴿155﴾ وَاكْتُبْ لَنَا فٖي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ اِنَّا هُدْنَٓا اِلَيْكَؕ قَالَ عَذَابٖٓي اُصٖيبُ بِهٖ مَنْ اَشَٓاءُۚ وَرَحْمَتٖي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍؕ فَسَاَكْتُبُهَا لِلَّذٖينَ يَتَّقُونَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَالَّذٖينَ هُمْ بِاٰيَاتِنَا يُؤْمِنُونَۚ ﴿156﴾ اَلَّذٖينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْاُمِّيَّ الَّذٖي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْجٖيلِؗ يَأْمُرُهُمْ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهٰيهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَٓائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ اِصْرَهُمْ وَالْاَغْلَالَ الَّتٖي كَانَتْ عَلَيْهِمْؕ فَالَّذٖينَ اٰمَنُوا بِهٖ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذٖٓي اُنْزِلَ مَعَهُٓۙ اُولٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿157﴾ قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنّٖي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ جَمٖيعًاۨ الَّذٖي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ يُحْيٖ وَيُمٖيتُ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الْاُمِّيِّ الَّذٖي يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَكَلِمَاتِهٖ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ ﴿158﴾ وَمِنْ قَوْمِ مُوسٰٓى اُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِهٖ يَعْدِلُونَ ﴿159﴾ وَقَطَّعْنَاهُمُ اثْنَتَيْ عَشْرَةَ اَسْبَاطًا اُمَمًاؕ وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اِذِ اسْتَسْقٰيهُ قَوْمُهُٓ اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَۚ فَانْبَجَسَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًاؕ قَدْ عَلِمَ كُلُّ اُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْؕ وَظَلَّلْنَا عَلَيْهِمُ الْغَمَامَ وَاَنْزَلْنَا عَلَيْهِمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰىؕ كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْؕ وَمَا ظَلَمُونَا وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ ﴿160﴾ وَاِذْ قٖيلَ لَهُمُ اسْكُنُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ وَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ وَقُولُوا حِطَّةٌ وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّدًا نَغْفِرْ لَكُمْ خَطٖٓيـَٔاتِكُمْؕ سَنَزٖيدُ الْمُحْسِنٖينَ ﴿161﴾ فَبَدَّلَ الَّذٖينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ قَوْلًا غَيْرَ الَّذٖي قٖيلَ لَهُمْ فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِجْزًا مِنَ السَّمَٓاءِ بِمَا كَانُوا يَظْلِمُونَ ﴿162﴾ وَسْـَٔلْهُمْ عَنِ الْقَرْيَةِ الَّتٖي كَانَتْ حَاضِرَةَ الْبَحْرِۢ اِذْ يَعْدُونَ فِي السَّبْتِ اِذْ تَأْتٖيهِمْ حٖيتَانُهُمْ يَوْمَ سَبْتِهِمْ شُرَّعًا وَيَوْمَ لَا يَسْبِتُونَۙ لَا تَأْتٖيهِمْۚ كَذٰلِكَ نَبْلُوهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ ﴿163﴾ وَاِذْ قَالَتْ اُمَّةٌ مِنْهُمْ لِمَ تَعِظُونَ قَوْمًاۨۙ اللّٰهُ مُهْلِكُهُمْ اَوْ مُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا شَدٖيدًاؕ قَالُوا مَعْذِرَةً اِلٰى رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ ﴿164﴾ فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِهٖٓ اَنْجَيْنَا الَّذٖينَ يَنْهَوْنَ عَنِ السُّٓوءِ وَاَخَذْنَا الَّذٖينَ ظَلَمُوا بِعَذَابٍ بَـٖٔيسٍ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ ﴿165﴾ فَلَمَّا عَتَوْا عَنْ مَا نُهُوا عَنْهُ قُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِـٖٔينَ ﴿166﴾ وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكَ لَيَبْعَثَنَّ عَلَيْهِمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ يَسُومُهُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِؕ اِنَّ رَبَّكَ لَسَرٖيعُ الْعِقَابِۚ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَحٖيمٌ ﴿167﴾ وَقَطَّعْنَاهُمْ فِي الْاَرْضِ اُمَمًاۚ مِنْهُمُ الصَّالِحُونَ وَمِنْهُمْ دُونَ ذٰلِكَؗ وَبَلَوْنَاهُمْ بِالْحَسَنَاتِ وَالسَّيِّـَٔاتِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ ﴿168﴾ فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ وَرِثُوا الْكِتَابَ يَأْخُذُونَ عَرَضَ هٰذَا الْاَدْنٰى وَيَقُولُونَ سَيُغْفَرُ لَنَاۚ وَاِنْ يَأْتِهِمْ عَرَضٌ مِثْلُهُ يَأْخُذُوهُؕ اَلَمْ يُؤْخَذْ عَلَيْهِمْ مٖيثَاقُ الْكِتَابِ اَنْ لَا يَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّ وَدَرَسُوا مَا فٖيهِؕ وَالدَّارُ الْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذٖينَ يَتَّقُونَؕ اَفَلَا تَعْقِلُونَ ﴿169﴾ وَالَّذٖينَ يُمَسِّكُونَ بِالْكِتَابِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَؕ اِنَّا لَا نُضٖيعُ اَجْرَ الْمُصْلِحٖينَ ﴿170﴾ وَاِذْ نَتَقْنَا الْجَبَلَ فَوْقَهُمْ كَاَنَّهُ ظُلَّةٌ وَظَنُّٓوا اَنَّهُ وَاقِعٌ بِهِمْۚ خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا فٖيهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ ﴿171﴾ وَاِذْ اَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَنٖٓي اٰدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَاَشْهَدَهُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْۚ اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْؕ قَالُوا بَلٰىۚۛ شَهِدْنَاۚۛ اَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اِنَّا كُنَّا عَنْ هٰذَا غَافِلٖينَۙ ﴿172﴾ اَوْ تَقُولُٓوا اِنَّمَٓا اَشْرَكَ اٰبَٓاؤُنَا مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِنْ بَعْدِهِمْۚ اَفَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ الْمُبْطِلُونَ ﴿173﴾ وَكَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ وَلَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ ﴿174﴾ وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ الَّذٖٓي اٰتَيْنَاهُ اٰيَاتِنَا فَانْسَلَخَ مِنْهَا فَاَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ فَكَانَ مِنَ الْغَاوٖينَ ﴿175﴾ وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلٰكِنَّهُٓ اَخْلَدَ اِلَى الْاَرْضِ وَاتَّبَعَ هَوٰيهُۚ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِۚ اِنْ تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ اَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَثْؕ ذٰلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذٖينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ ﴿176﴾ سَٓاءَ مَثَلًاۨ الْقَوْمُ الَّذٖينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاَنْفُسَهُمْ كَانُوا يَظْلِمُونَ ﴿177﴾ مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدٖيۚ وَمَنْ يُضْلِلْ فَاُولٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ ﴿178﴾ وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثٖيرًا مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِؗ لَهُمْ قُلُوبٌ لَا يَفْقَهُونَ بِهَاؗ وَلَهُمْ اَعْيُنٌ لَا يُبْصِرُونَ بِهَاؗ وَلَهُمْ اٰذَانٌ لَا يَسْمَعُونَ بِهَاؕ اُولٰٓئِكَ كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّؕ اُولٰٓئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ ﴿179﴾ وَلِلّٰهِ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى فَادْعُوهُ بِهَا وَذَرُوا الَّذٖينَ يُلْحِدُونَ فٖٓي اَسْمَٓائِهٖؕ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿180﴾ وَمِمَّنْ خَلَقْنَٓا اُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِهٖ يَعْدِلُونَ ﴿181﴾ وَالَّذٖينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَۚ ﴿182﴾ وَاُمْلٖي لَهُمْؕ اِنَّ كَيْدٖي مَتٖينٌ ﴿183﴾ اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا مَا بِصَاحِبِهِمْ مِنْ جِنَّةٍؕ اِنْ هُوَ اِلَّا نَذٖيرٌ مُبٖينٌ ﴿184﴾ اَوَلَمْ يَنْظُرُوا فٖي مَلَكُوتِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍۙ وَاَنْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ قَدِ اقْتَرَبَ اَجَلُهُمْۚ فَبِاَيِّ حَدٖيثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ ﴿185﴾ مَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَا هَادِيَ لَهُؕ وَيَذَرُهُمْ فٖي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ ﴿186﴾ يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ اَيَّانَ مُرْسٰيهَاؕ قُلْ اِنَّمَا عِلْمُهَا عِنْدَ رَبّٖيۚ لَا يُجَلّٖيهَا لِوَقْتِهَٓا اِلَّا هُوَؕ ثَقُلَتْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِؕ لَا تَأْتٖيكُمْ اِلَّا بَغْتَةًؕ يَسْـَٔلُونَكَ كَاَنَّكَ حَفِيٌّ عَنْهَاؕ قُلْ اِنَّمَا عِلْمُهَا عِنْدَ اللّٰهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ ﴿187﴾ قُلْ لَٓا اَمْلِكُ لِنَفْسٖي نَفْعًا وَلَا ضَرًّا اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُؕ وَلَوْ كُنْتُ اَعْلَمُ الْغَيْبَ لَاسْتَكْثَرْتُ مِنَ الْخَيْرِۚ وَمَا مَسَّنِيَ السُّٓوءُ اِنْ اَنَا اِلَّا نَذٖيرٌ وَبَشٖيرٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ﴿188﴾ هُوَ الَّذٖي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَجَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا لِيَسْكُنَ اِلَيْهَاۚ فَلَمَّا تَغَشّٰيهَا حَمَلَتْ حَمْلًا خَفٖيفًا فَمَرَّتْ بِهٖۚ فَلَمَّٓا اَثْقَلَتْ دَعَوَا اللّٰهَ رَبَّهُمَا لَئِنْ اٰتَيْتَنَا صَالِحًا لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِرٖينَ ﴿189﴾ فَلَمَّٓا اٰتٰيهُمَا صَالِحًا جَعَلَا لَهُ شُرَكَٓاءَ فٖيمَٓا اٰتٰيهُمَاۚ فَتَعَالَى اللّٰهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ ﴿190﴾ اَيُشْرِكُونَ مَا لَا يَخْلُقُ شَيْـًٔا وَهُمْ يُخْلَقُونَؗ ﴿191﴾ وَلَا يَسْتَطٖيعُونَ لَهُمْ نَصْرًا وَلَٓا اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ ﴿192﴾ وَاِنْ تَدْعُوهُمْ اِلَى الْهُدٰى لَا يَتَّبِعُوكُمْؕ سَوَٓاءٌ عَلَيْكُمْ اَدَعَوْتُمُوهُمْ اَمْ اَنْتُمْ صَامِتُونَ ﴿193﴾ اِنَّ الَّذٖينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ عِبَادٌ اَمْثَالُكُمْ فَادْعُوهُمْ فَلْيَسْتَجٖيبُوا لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقٖينَ ﴿194﴾ اَلَهُمْ اَرْجُلٌ يَمْشُونَ بِهَاؗ اَمْ لَهُمْ اَيْدٍ يَبْطِشُونَ بِهَاؗ اَمْ لَهُمْ اَعْيُنٌ يُبْصِرُونَ بِهَاؗ اَمْ لَهُمْ اٰذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَاؕ قُلِ ادْعُوا شُرَكَٓاءَكُمْ ثُمَّ كٖيدُونِ فَلَا تُنْظِرُونِ ﴿195﴾ اِنَّ وَلِيِّيَ اللّٰهُ الَّذٖي نَزَّلَ الْكِتَابَؗ وَهُوَ يَتَوَلَّى الصَّالِحٖينَ ﴿196﴾ وَالَّذٖينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِهٖ لَا يَسْتَطٖيعُونَ نَصْرَكُمْ وَلَٓا اَنْفُسَهُمْ يَنْصُرُونَ ﴿197﴾ وَاِنْ تَدْعُوهُمْ اِلَى الْهُدٰى لَا يَسْمَعُواؕ وَتَرٰيهُمْ يَنْظُرُونَ اِلَيْكَ وَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ ﴿198﴾ خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَاَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِلٖينَ ﴿199﴾ وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِؕ اِنَّهُ سَمٖيعٌ عَلٖيمٌ ﴿200﴾ اِنَّ الَّذٖينَ اتَّقَوْا اِذَا مَسَّهُمْ طَٓائِفٌ مِنَ الشَّيْطَانِ تَذَكَّرُوا فَاِذَا هُمْ مُبْصِرُونَۚ ﴿201﴾ وَاِخْوَانُهُمْ يَمُدُّونَهُمْ فِي الْغَيِّ ثُمَّ لَا يُقْصِرُونَ ﴿202﴾ وَاِذَا لَمْ تَأْتِهِمْ بِاٰيَةٍ قَالُوا لَوْلَا اجْتَبَيْتَهَاؕ قُلْ اِنَّمَٓا اَتَّبِعُ مَا يُوحٰٓى اِلَيَّ مِنْ رَبّٖيۚ هٰذَا بَصَٓائِرُ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ﴿203﴾ وَاِذَا قُرِئَ الْقُرْاٰنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَاَنْصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ ﴿204﴾ وَاذْكُرْ رَبَّكَ فٖي نَفْسِكَ تَضَرُّعًا وَخٖيفَةً وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِ وَلَا تَكُنْ مِنَ الْغَافِلٖينَ ﴿205﴾ اِنَّ الَّذٖينَ عِنْدَ رَبِّكَ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِهٖ وَيُسَبِّحُونَهُ وَلَهُ يَسْجُدُونَ۩ ﴿206﴾