2- BAKARA SURESİNİN KISA TEFSİRİ

Bakara Suresi, tüm insanları, özellikle İsrailoğullarını İslam'a (yani Allah'ın evrensel barış düzenine) davet eder; ilk insan olan Adem'in (a.s.) yaratılışını anlatır ve Allah'ın 'bir inek (bakara) kesin' emri karşısında o günkü Yahudilerin nasıl davrandıklarını betimler.


BAKARA SURESİNİN ANLAMI



"En bağışlayıcı ve en merhametli olan Allah'ın adıyla,"

Ayet: 1-5
ELİF-LAM-MİM ( Dikkat! ) Ey insanlar, şunu iyi bilin ki, -içinde hiçbir şüphe olmayan- bu ilahi kitap / Kuran, Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranan ve yasaklarından sakınan kimseler için bir doğruluk rehberidir. Onlar İslam'a gönülden inanırlar ve namazı düzenli kılmakla beraber kendilerine lütfettiğimiz nimetlerden (İslam için) harcama / yardım yaparlar. Ey elçi, onlar sana indirilen bu ilahi kitaba / Kuran'a ve senden önce indirilen tüm ilahi kitapların asıllarına inanırlar ve ahireti / ahiretteki hesabı kesin olarak bilirler. İşte onlar Rabb'lerinden gelen bu doğruluk rehberine / Kuran'a uyan ve kurtuluşa / gerçek mutluluğa / cennet nimetlerine erişecek olan kimselerdir.
Ayet: 6-7
Diğer tarafta ise İslam'ı ısrarla inkar eden kafirler vardır. Ey elçi, (İslam'ı ısrarla inkar eden kafirleri) uyarsan da uyarmasan da, onlar için fark etmez. Onlar gerçeklere / İslam'a / doğruluğa ısrarla inanmazlar. Doğrusu Allah onların (günahta ısrar eden) kalplerini ve (gerçekleri işitmek istemeyen) kulaklarını mühürlemiştir. Onların (gerçekleri görmek istemeyen) gözlerinde de bir perde vardır. Sonuçta onlar ahirette büyük cezalara uğrayacaktır.
Ayet: 8-16
Ayrıca 'Allah'a ve ahiret gününe / ahiretteki hesaba inandık.' diyen ama (gönülden) inanmayan münafıklar / ikiyüzlüler vardır. Onlar Allah'ı ve İslam'a inananları aldattıklarını (sanıyorlar.) Aslında onlar sadece kendilerini aldatıyorlar; ama bunun farkında değiller. Herkes şunu iyi bilsin ki, onların kalplerinde (manevi) bir hastalık (yani kişilik bozukluğu) vardır. Ama herkes şunu da iyi bilsin ki, onlar (tövbe etmeyip kendilerini düzeltmezlerse) Allah onların bu hastalığını daha da artıracaktır. Sonuçta onlar yalanları yüzünden ahirette şiddetli cezalara uğrayacaktır. O münafıklara / ikiyüzlülere: "Yeryüzünde bozgunculuk etmeyin." denilince, onlar: "(Siz kimsiniz de bizi düzeltmeye kalkışıyorsunuz? Siz bizi düzeltemezsiniz.) Ama biz (sizi) düzeltiriz." dediler. Doğrusu onlar bozguncuların ta kendileridir; ama bunun farkında değiller. Onlara: "Diğer insanların inandığı gibi İslam'a (yani Allah'ın evrensel barış düzenine) inanın." denilince de onlar: "Ne? Şu akılsızlar gibi mi inanacağız?" dediler. İşte onlar akılsızların ta kendileridir; ama bunu anlamak istemezler. İkiyüzlüler / münafıklar İslam'a inananlarla karşılaştıklarında (yalandan): "İslam'a inandık." dediler; ama (sonra) şeytanlarıyla (inkarcıların büyükleriyle) baş başa kalınca: "Doğrusu biz sizinleyiz. Sadece onları alaya alıyoruz." dediler. Herkes şunu iyi bilsin ki, Allah da İslam'a inananları alaya alan münafıkları / ikiyüzlüleri alaya alır ve onları ısrarlı azgınlıklarının içinde bocalamaya bırakır. İşte onlar doğruluğu verip sapkınlığı satın alan kimselerdir. Ama bu alışverişleri ahirette onlara hiçbir yarar sağlamayacaktır. Çünkü onlar dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yönelmemiştir.
Ayet: 17-20
İkiyüzlüler / münafıklar fitne ateşi yakmaya çalışan bir (fitneciye) benzetilebilir. Doğrusu İslam'ın ışığı çevresini aydınlattığında, Allah münafıkların / ikiyüzlülerin ışığını giderip onları karanlıklarda bırakmaktadır. İkiyüzlüler / münafıklar, gerçeklere karşı sağır, dilsiz ve kör davrandıklarından hatadan dönmezler / tövbe etmeyip İslam'a inanmazlar. Diğer yandan onlar gök gürültüsü, şimşekler ve kara bulutlarla dolu fırtınalı bir gecenin ortasında gökten yağan sağanak yağmurun altında yürüyen, yıldırımlardan ölüm korkusu duyup (düşen yıldırımların seslerini işitmemek için) parmaklarını kulaklarına tıkayan, gözlerini kör eder gibi parlak çakan şimşeklerin (kısa süren) aydınlığında ancak birkaç adım atan, sonra da içinde kaldığı zifiri karanlıkta donakalan bir (korkağa) benzetilebilir. Şüphesiz ki Allah İslam'ı ısrarla inkar eden kafirleri çepeçevre kuşatmıştır. Herkes şunu iyi bilsin ki, şayet Allah dileseydi (İslam'ı inkar ettikleri ilk anda) onların gözlerini gerçekten kör, kulaklarını da gerçekten sağır edebilirdi. Şüphesiz ki Allah her şeye gücü yetendir.
Ayet: 21-22
Ey insanlar, (yalnız) sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabb'inize ibadet edin. Umulur ki Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranıp yasaklarından sakınırsınız. Şunu iyi bilin ki, yeryüzünü (orada yaşamanıza) uygun olarak var eden, gökyüzünü bir yapı şeklinde kuran, gökten yağmur yağdırıp o suyla size nimet olarak nice meyveler / ürünler çıkaran Allah'tır. Öyleyse bile bile Allah'a eşler koşmayın.
Ayet: 23-24
Ey İslam'ı ısrarla inkar eden kafirler, eğer bu kulumuza (elçimize) indirdiğimiz bu ilahi kitaptan / Kuran'dan şüphe ediyorsanız bu ilahi kitaba / Kuran'a karşı (daha doğru olabilecek) bir sureyi getirmeniz gerekir. Eğer doğruyu söylüyorsanız, Allah'tan başka tüm (yalancı) şahitlerinizi de (yardımınıza) çağırıp bunu yapmalısınız. Eğer şimdiye kadar bunu yapamadıysanız, şunu iyi bilin ki, asla yapamayacaksınız! Öyleyse yakıtı insanlar ve taşlar olan ve İslam'ı ısrarla inkar eden kafirler için hazırlanmış olan cehennem ateşinden sakının.
Ayet: 25
Ey elçi, İslam'a inanıp düzeltici / iyi işler yapan kimselere ahirette içlerinden ırmaklar akan cennetleri müjdele. Onlar kendilerine sunulan cennet meyvelerini gördüklerinde: "Daha önce bize bu meyvelerden sunulmuştu." diyecektir. Doğrusu onlara cennette lütfedilen meyveler birbirine benzer olsa da tatları farklı olacaktır. Ayrıca cennete giren kimselerin orada tertemiz eşleri olacaktır. Onlar sonsuza kadar cennette yaşayacaktır.
Ayet: 26-27
Ey insanlar, şunu iyi bilin ki, Allah (gerçekleri bildirirken) bir sivrisinekten veya daha küçük bir şeyden örnek vermekten utanmaz. İslam'a inananlar onun Rabb'lerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler. İslam'ı ısrarla inkar eden kafirler ise (alay ederek): "Allah bu örnekle ne demek istiyor ki(!)" derler. Böylece Allah, bir örnekle nicelerini saptırır; nicelerini de dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yöneltir. Doğrusu Allah ancak günahta ısrar eden fasıkları saptırır. Doğrusu (yaratılışta) Allah'a yeminle verdikleri (doğruluk) sözünü bozan, Allah'ın birleştirilmesini emrettiği (insanlar arasındaki akrabalık bağını) kesen ve yeryüzünde bozgunculuk eden kimseler (ahirette) zarara uğrayıp kaybedecektir.
Ayet: 28-29
Ey insanlar, Allah'ı nasıl inkar edersiniz ki! Çünkü siz canlı değilken, O, size can vermiştir. Allah sizi bu dünyada öldürecek ve ahirette diriltecektir. Sonuçta hepiniz Onun huzuruna döndürülüp (tüm yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz.) Doğrusu yeryüzündeki her şeyi sizin için yaratan ve göğe hükmedip onu yedi gök olarak düzenleyen de Allah'tır. Şüphesiz ki Allah her şeyi en iyi bilendir.
Ayet: 30-34
Ey elçi, bir vakit Rabb'in meleklere: "Ben yeryüzünde (yönetici olacak) yeni bir varlık yaratacağım." dediğinde, melekler: "Ey Rabb'imiz, orada bozgunculuk edecek ve kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz Senin yüceliğini hamd ile anarak hareket ediyor ve Senin kutsallığını anıyoruz." dediler. O vakit Rabb'in onlara: "Şüphesiz ki Ben sizin bilmediklerinizi bilirim." dedi. Allah (yarattığı ilk insan olan) Adem'e (meleklerin bilmediği) bazı şeylerin adlarını öğretti. Sonra meleklere o şeyleri gösterip: "Eğer doğruyu söylüyorsanız, bu şeylerin adlarını Bana bildirin." dedi. O vakit melekler: "Ey Rabb'imiz, Sen tüm eksiklerden uzaksın / yücesin. Doğrusu Senin bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz ki Sen her şeyi en iyi bilensin ve en doğru kararı verensin." dediler. Allah Adem'e: "Ey Adem, o şeylerin adlarını meleklere bildir." dedi. Adem o adları meleklere bildirdiğinde, Allah meleklere: "(Daha önce) Ben size, 'Şüphesiz ki Ben göklerin ve yerin tüm bilinmezlerini bilirim. Açıkladığınız ve gizlediğiniz her şeyi bilirim.' demiştim." dedi. Bir vakit Biz meleklere: "(İlk insan olan) Adem'e secde edin / saygı gösterin." dedik. O vakit İblis hariç meleklerin hepsi hemen secde ettiler / saygı gösterdiler. İblis ise emrimize karşı çıkıp büyüklük tasladı ve İslam'ı (yani Allah'ın evrensel barış düzenini) ısrarla inkar eden kafirlerden oldu.
Ayet: 35-39
Biz: "Ey Adem, sen ve hanımın şu bahçeye / cennete yerleşin. Oradaki nimetlerden dilediğiniz gibi bolca yiyip içebilirsiniz; ama sakın şu ağaca yaklaşmayın / sınırınızı aşmayın! Yoksa haksızlık edenlerden olursunuz." dedik. Ama şeytan (yalanlarıyla) onların ayaklarını kaydırdı. Şeytan (onları kandırıp o sınırı geçirtti ve) onları içinde bulundukları o bahçeden / cennetten çıkardı. Biz onlara: "Hepiniz (o bahçeden / cennetten) aşağıya inin. Artık siz (insanlar ve şeytan) birbirinize düşmansınız. Şunu iyi bilin ki, sizin için belli bir süreye (ölüm vaktine) kadar yeryüzünde yerleşip biraz yararlanmak (yani bir dünya sınavı yaşamak) vardır." dedik. (O cennetten kovulan) Adem Rabb'inden bazı sözler aldı (ve hemen hatadan dönüp / tövbe edip kendini düzeltti.) Rabb'i de onun tövbesini kabul etti. Şüphesiz ki Allah tövbeleri çok kabul edendir ve en merhametlidir. Biz onlara: "Hepiniz oradan aşağıya inin. Şunu iyi bilin ki, doğruluk rehberim / ilahi kitabım size geldiğinde, ona uyan kimselerin (ahirette) hiçbir korkusu veya üzüntüsü olmayacaktır. Ama bildirdiğim gerçekleri ısrarla inkar edip yalanlayan kimseler -sonsuza kadar kalmak üzere- cehennem ateşine girecektir." dedik.
Ayet: 40-46
Ey İsrailoğulları, geçmişte size lütfettiğim nimetleri (şükürle) anın. Bana doğruluktan ayrılmayacağınıza dair verdiğiniz sözü tutun ki Ben de size verdiğim sözü tutayım. Benden başkasından korkmayın ve elinizdeki (tahrif edilmiş olan) ilahi kitaba sokulan yanlışları düzeltip doğrulayıcı olarak indirdiğim bu ilahi kitaba / Kuran'a inanın. Sakın onu inkar edenlerin öncüsü olmayın. Bildirdiğim gerçekleri ucuz dünya menfaatleri için satmayın. Benim emirlerime duyarlıca sorumlu davranıp yasaklarımdan sakının. Gerçeklere / doğrulara batıl inançlar (hurafeler) katmayın ve bile bile gerçekleri gizlemeyin. Namazı düzenli kılmakla beraber (İslam için) zekat verin. Allah'a boyun eğenlerle beraber boyun eğin. Siz elinizdeki ilahi kitabı okuyorsunuz; ama insanlara iyiliği emrederken kendinizi unutuyorsunuz. Artık aklınızı kullanmanız gerekir. Ayrıca sabırla dayanışarak ve namaz kılarak Benden yardım dileyin. Doğrusu bazı sıkıntılar ağır olsa da Allah'a duydukları derin saygıdan kalbi ürperen kimselere (yani İslam'a inananlara) ağır gelmez. Çünkü onlar ahirette Rabb'leriyle buluşacaklarına ve Onun huzuruna dönüp tüm yaptıklarından hesaba çekileceklerine inanırlar.
Ayet: 47-48
Ey İsrailoğulları, geçmişte size lütfettiğim nimetleri ve sizi Firavuna ve adamlarına üstün getirdiğimi (şükürle) anın. Öyleyse hiç kimsenin başkasının günahını çekmeyeceği, hiç kimseye hiçbir desteğin / şefaatin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden hiçbir fidye / kurtuluş bedeli alınmayacağı ve inkarcıların yardımsız / çaresiz kalacağı kıyamet gününden sakının.
Ayet: 49-50
Ey İsrailoğulları, hatırlayın, geçmişte Biz sizi -erkek çocuklarınızı öldürüp kadınlarınızı yaşatarak size cezanın en kötüsünü veren- Firavundan ve onun beraberinde olanlardan kurtardık. Doğrusu yaşadığınız bu olaylarda Rabb'inizin sizi sınadığı büyük bir sınav vardı. O vakit Biz denizi ikiye ayırıp sizi kurtarırken Firavunu ve onun beraberinde olanları sizin gözünüzün önünde suda boğduk.
Ayet: 51-54
Ey İsrailoğulları, hatırlayın, geçmişte Biz Musa'yı kırk gecelik bir görüşme için çağırdık. Ama siz onun gitmesinin ardından haksızlıkta / zulümde ısrar edip buzağı heykelini put edindiniz. Ama bu olaydan sonra Biz sizi (cezalandırmayıp) affettik. Umulur ki şükredersiniz. Biz Musa'ya ilahi bir kitap ve iyiyi kötüden ayıran hükümleri / furkanı verdik. Umulur ki dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yönelirsiniz. Musa kendi toplumuna: "Ey toplumum, siz buzağı heykelini put edinip kendinize haksızlık ettiniz. Öyleyse hemen yaratıcınıza dönüp tövbe ederek kendinizi düzeltin ve kötü arzularınızı öldürün. Yaratıcınıza göre böyle yapmanız sizin için daha iyi olur." dedi. Sonra Allah sizin tövbelerinizi kabul etti. Şüphesiz ki Allah tövbeleri çok kabul edendir ve en merhametlidir.
Ayet: 55-56
Ey İsrailoğulları, hatırlayın, geçmişte siz: "Ey Musa, biz Allah'ı açıkça görmeden sana inanmayız." dediniz. İşte o vakit siz bakarken (yıldırım gibi aniden gelen) bir cezaya uğradınız. Ama o ölümden sonra Biz sizi tekrar hayata döndürdük. Umulur ki şükredersiniz.
Ayet: 57
Ey İsrailoğulları, hatırlayın, geçmişte Biz sizi (çölde) bulutlarla gölgeleyip (güneşten koruduk.) Sonra (çölde yiyecek bir şey bulamadığınızda,) Biz size kudret helvası ve bıldırcın lütfettik ve: "Size nimet olarak verdiğimiz temiz / sağlıklı yiyeceklerden yiyin." dedik. Doğrusu onlar Bize değil kendilerine haksızlık ediyorlardı.
Ayet: 58-59
Ey İsrailoğulları, hatırlayın, geçmişte size: "Şu beldeye girin ve (eğer oraya doğru bir şekilde girerseniz) nimetlerinden dilediğiniz gibi bolca yiyip içebilirsiniz. (Dikkat edin:) o beldenin kapısından secde halinde girip: "Ey Rabb'imiz, hatalarımızı dök / bağışla." deyin. O takdirde Biz sizin hatalarınızı bağışlarız, iyi işler yapanları da fazlasıyla ödüllendiririz." dedik. Ama haksızlıkta / zulümde ısrar eden zalimler, kendilerine söylenen o sözü başka bir sözle değiştirip (alaya aldılar.) Biz de o zalimlere günahta ısrar ettiklerinden gökten kötü bir ceza indirdik.
Ayet: 60
Ey İsrailoğulları, hatırlayın, geçmişte Musa toplumu için Bizden su istediğinde Biz ona: "Asanı / değneğini şu taşa vur." dedik. Musa değneğiyle o taşa vurduğunda oradan on iki su pınarı fışkırdı. Böylece her kabile su içeceği kendi pınarını bilmiş oldu. Biz onlara: "Allah'ın nimetlerinden yiyin ve için. Sakın yeryüzünde bozgunculuk edip karışıklık çıkarmayın!" dedik.
Ayet: 61
Ey İsrailoğulları, hatırlayın, geçmişte siz: "Ey Musa, biz bir çeşit yiyecekten bıktık. Rabb'ine bizim için dua et de bize yerden sarımsak, soğan, salatalık, bakla ve mercimek gibi değişik bitkiler çıkarsın." dediniz. Musa da: "Siz iyi / değerli olan şeyleri daha aşağı / değersiz olan şeylerle değiştirmek mi istiyorsunuz? Öyleyse köle olarak yaşadığınız Mısır'a geri dönün. Orada bu istediklerinizi bulabilirsiniz." dedi. Böylelerinin üzerine "alçak" ve "değer yoksunu" damgaları vurulmuştur. Sonuçta onlar Allah'ın öfkesine / cezasına uğrayacaktır. Çünkü onlar Allah'ın bildirdiği gerçekleri ısrarla inkar edip peygamberleri haksızca öldürüyorlardı. Çünkü onlar Allah'ın emirlerine isyan edip Onun koyduğu sınırları çiğniyorlardı.
Ayet: 62
Doğrusu İslam'a inananlar, Yahudiler, Hristiyanlar ve Sabiiler... (hangi kökenden gelirse gelsin) Allah'a ve ahiret gününe / ahiretteki hesaba inanıp düzeltici / iyi işler yapan kimseler ahirette Rabb'lerinin huzurunda ödüllendirilecektir. Sonuçta (ahirette) onların hiçbir korkusu veya üzüntüsü olmayacaktır.
Ayet: 63-64
Ey İsrailoğulları, hatırlayın, geçmişte Biz sizden yeminle söz aldık ve dağı üstünüze kaldırıp: "Size verdiğimiz ilahi kitaba tüm gücünüzle sahip çıkın ve ondaki (on emri) anın. Umulur ki Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranıp yasaklarından sakınırsınız." dedik. Ama siz (o sözden dönüp) gerçeklerden / İslam'dan / doğruluktan yüz çevirdiniz. Şayet Allah'ın lütfu ve rahmeti (bu dünya sınavının sonuna kadar) üzerinizde olmasaydı, (çoktan) kaybedenlerden olmuştunuz.
Ayet: 65-66
Ey Medineli Yahudiler, geçmişte Cumartesi günü yasağını çiğneyenlerinize ne yaptığımızı biliyor olmalısınız. Biz onlara: "İnsanlardan aşağı olan maymunlara dönüşün." dedik. Böylece Biz onlara -o güne kadar hiç görülmemiş ve hiç görülmeyecek- bir ceza verdik ve o cezayı emirlerimize duyarlıca sorumlu davranan ve yasaklarımızdan sakınan kimseler için bir ibret yaptık.
Ayet: 67-71
Geçmişte Musa kendi toplumuna: "Allah size bir inek kesmenizi emrediyor." dediğinde, bazıları ona: "Ey Musa, sen bizimle alay mı ediyorsun?" dediler. Musa onlara: "Cahilce (gerçeği bilmeden) davranmaktan Allah'a sığınırım." dedi. O vakit onlar: "Rabb'ine bizim için dua et de bize o ineğin nasıl bir şey olduğunu açıklasın." dediler. Musa: "Allah, 'o inek ne çok yaşlı ne de çok genç, orta yaşta bir inek olsun' diye buyuruyor. Haydi, size emredileni yapın." dediğinde, onlar: "Rabb'ine bizim için dua et de bize o ineğin rengini açıklasın." dediler. Musa: "Allah, 'o inek herkesin beğeneceği parlak sarı renkte bir inek olsun' diye buyuruyor." dediğinde, onlar: "Rabb'ine bizim için dua et de bize o ineğin başka özelliklerini açıklasın. Çünkü bizce inekler birbirine çok benziyor. Ancak Allah'ın dilemesiyle / lütfuyla doğruya yönelmiş oluruz." dediler. Musa: "Allah, 'o inek hiç tarla sürmemiş veya ekin sulamada kullanılmamış, yani hiçbir zaman boyunduruk altında girmemiş, serbestçe dolaşan, sağlıklı ve kusursuz bir inek olsun' diye buyuruyor." dediğinde, onlar: "Şimdi tam doğrusunu ortaya koydun." dediler. Sonunda o ineği kestiler; ama az daha yapmayacaklardı.
Ayet: 72-73
Ey İsrailoğulları, geçmişte siz bir kimseyi öldürüp suçu birbirinize atmıştınız. Ama Allah gizlediğiniz şeyleri ortaya çıkarandır. Sonra Biz onlara: "(Kesilen o ineğin) bir parçasını ona takın." dedik. Bu böyledir. Doğrusu Allah ölüleri (ahirette) diriltecektir ve bildirdiği gerçekleri size gösterecektir. Umulur ki aklınızı kullanırsınız.
Ayet: 74-75
Ey İsrailoğulları, bu olaydan sonra kalpleriniz (tekrardan) katılaştı, taş gibi -hatta daha da sert- oldu. Çünkü bazı taşlar vardır ki içinden ırmaklar fışkırır; bazı taşlar vardır ki yarılıp içinden sular akar; bazı taşlar da vardır ki Allah'a karşı çıkmaktan korkup (yukarıdan) aşağıya düşer. Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir / ahirette sizi tüm yaptıklarınızdan hesaba çekecektir. (Ey İslam'a inananlar,) Yahudilerin size hemen inanıp güvenmelerini beklemeyin. Çünkü geçmişte onlardan bazıları Allah'ın sözünü / ilahi kitabını işitip anladıktan sonra, bile bile anlamını çarpıtıyorlardı.
Ayet: 76-77
(Medineli Yahudilerden) bazıları ise İslam'a inananlarla karşılaştıklarında: "İslam'a inandık." dediler. Ama onlar kendi aralarında baş başa kalınca (birbirine): "Niçin Allah'ın size açıkladığı bilgileri onlara söylüyorsunuz? Yoksa o bilgileri Rabb'inizin huzurunda size karşı kanıt göstermelerini mi istiyorsunuz? Artık aklınızı kullanmanız gerekir." dediler. Oysa Allah onların gizlediği ve açıkladığı her şeyi bilir.
Ayet: 78-79
Doğrusu Medineli Yahudilerin arasında Mekkeli Araplar gibi ilahi kitabı bilmeyen ve boş kuruntulara / batıl inançlara (hurafelere) inanan kimseler vardır. Onlar sadece kendi zanlarını / boş iddialarını doğru sanırlar. Ama ucuz dünya menfaatleri karşılığında satmak için kendi elleriyle yazdıkları (hurafelerle dolu) kitaplar hakkında, 'Bunlar Allah'tandır.' diyen (güya din adamlarına) (ahirette) yazık olacaktır. (Tekrar ediyorum:) Kendi elleriyle yazdıkları yalanlar ve onlarla kazandıkları yüzünden ahirette onlara yazık olacaktır.
Ayet: 80-82
Medineli Yahudiler (tahrif edilmiş inançlarına göre): "Cehennem ateşi bize sayılı birkaç gün dışında dokunmayacak." dediler. Ey elçi, onlara de ki: "Siz Allah'tan böyle bir söz mü aldınız? (Hayır, Allah size böyle bir söz vermemiştir.) Şüphesiz ki Allah verdiği sözden dönmez; ama siz bilmediğiniz şeyleri Allah'a iftira atıyorsunuz." Doğrusu kötülük işleyen ve (kötülüğü işlemekte ısrar ettiğinden) hatalarıyla / günahlarıyla kuşatılan kimseler -sonsuza kadar kalmak üzere- cehennem ateşine girecektir. İslam'a inanıp düzeltici / iyi işler yapan kimseler ise -sonsuza kadar yaşamak üzere- cennete girecektir.
Ayet: 83-86
Geçmişte Biz İsrailoğullarından yeminle söz alıp onlara: "Allah'tan başkasına ibadet etmeyin; annelerinize, babalarınıza, en yakından başlayıp (ihtiyaç sahiplerine,) yetimlere ve yoksullara iyilik edin; insanlara iyi / doğru şeyler söyleyin ve namazı düzenli kılmakla beraber (İslam için) zekat verin." diye emrettik. Ama ey İsrailoğulları, siz -çok azınız hariç- sözünüzden dönüp gerçeklerden / İslam'dan / doğruluktan yüz çevirdiniz. Evet, Biz İsrailoğullarından yeminle söz alıp onlara: "(Ey insanlar,) birbirinizin kanını dökmeyin ve birbirinizi yurdundan çıkarmayın." diye emrettik. O vakit siz şahitler olarak bu emirlerimizi onayladınız. Ama ey Medineli Yahudiler, siz birbirinizi (yani insanları) öldürüyorsunuz ve bazılarınızı yurdundan çıkarıyorsunuz. Siz (insanların aleyhine) günahta ve düşmanlıkta işbirliği yapıyorsunuz. Diğer yandan bazıları size esir olarak gelirse, bir bedel ödeyip onları (köle olarak) satın alıyorsunuz. Oysa size insanları yurdundan çıkarmak haram kılınmıştı. Çünkü siz ilahi kitabın bir kısmına inanırken diğer kısmını inkar ediyorsunuz. Sizden böyle yapanların cezası bu dünya hayatında ancak alçalmaktır; kıyamet gününde ise en şiddetli cezalara döndürülmektir. Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir / ahirette sizi tüm yaptıklarınızdan hesaba çekecektir. İşte onlar ahireti verip dünya hayatını satın alan kimselerdir. Bu yüzden onların cezası asla hafifletilmeyecektir ve onlar ahirette yardımsız / çaresiz kalacaktır.
Ayet: 87
Herkes şunu iyi bilsin ki, Biz Musa'ya ilahi bir kitap verdikten sonra İsrailoğullarına art arda elçiler gönderdik. Doğrusu Biz Meryem oğlu İsa'ya apaçık kanıtlar verdik ve onu Ruhul Kudüs / Cebrail ile destekledik. Ama ey İsrailoğulları, siz her ne zaman bir elçimiz size, sizin hoşunuza gitmeyen bir emir getirdiyse, büyüklük taslayıp elçilerimizden bazılarını yalanladınız, bazılarını da öldürdünüz.
Ayet: 88-92
Medineli Yahudilerden bazıları (alay ederek): "Kalplerimiz (İslam'a) kapalıdır." dediler. Doğrusu Allah onları İslam'ı ısrarla inkar ettiklerinden lanetlemiştir. Doğrusu böyleleri gerçeklere / İslam'a / doğruluğa çok az inanırlar. (Ne yazık ki) onlar -ellerindeki (tahrif edilmiş olan) ilahi kitaba sokulan yanlışları düzeltip doğrulayan Allah'ın kitabı / Kuran kendilerine geldiğinde- (inkar ettiler.) Oysa onlar daha önceden (Allah'ın elçisi geldiğinde) Onun tek ilah olduğunu inkar edenlere karşı bir zafer kazanacaklarını söylüyorlardı. Ama özelliklerini iyi bildikleri bu elçi kendilerine geldiğinde onu inkar ettiler. Öyleyse herkes şunu iyi bilsin ki, Allah'ın laneti İslam'ı ısrarla inkar eden kafirlerin üzerinedir. Onlar Allah'ın dilediği kuluna (yani bu elçiye) lütfundan indirdiği bu ilahi kitabı / Kuran'ı kıskanıp inkar ederek kendilerine en kötü şeyi (cehennemi) satın aldılar. Bu yüzden onlar ahirette öfke üstüne öfkeye (ceza üstüne cezaya) uğrayacaktır. Sonuçta İslam'ı ısrarla inkar edenler ahirette alçaltıcı cezalara uğrayacaktır. Medineli Yahudilere: "Allah'ın indirdiği bu ilahi kitaba / Kuran'a inanın." denildiğinde, onlar: "Hayır, biz sadece bize indirilene inanırız." dediler. Böylece onlar ellerindeki (tahrif edilmiş olan) ilahi kitabın dışındakileri inkar ederler. Herkes şunu iyi bilsin ki, bu ilahi kitap / Kuran gerçekleri ifade eder ve onların ellerindeki (tahrif edilmiş olan) ilahi kitaba sokulan yanlışları düzeltip doğrular. Ey elçi, onlara de ki: "Peki, (söyleyin bakalım,) eğer Allah'a inandıysanız niçin önceden beri peygamberleri öldürüyorsunuz? Doğrusu (geçmişte) Musa da size apaçık kanıtlar getirdi; ama siz onun ardından haksızlıkta / zulümde ısrar ettiğinizden buzağı heykelini put edindiniz."
Ayet: 93
Ey İsrailoğulları, hatırlayın, geçmişte Biz sizden yeminle söz aldık ve dağı üstünüze kaldırıp: "Size verdiğimiz ilahi kitaba tüm gücünüzle sahip çıkıp emirlerimizi dinleyin." dedik. Ama bazıları: "Duyduk ve isyan ettik!" dediler. Çünkü -İslam'ı inkarları yüzünden- onların kalplerine buzağı putu yerleştirilmişti. Ey elçi, (Medineli Yahudilere) de ki: "Eğer Allah'a inandıysanız (İslam'a inanmanız gerekir.) Ama (bozuk) inancınız size ne kötü şeyler yapmayı emrediyor!"
Ayet: 94-96
Ey elçi, (Medineli Yahudilere) de ki: "(Ey Yahudiler,) eğer Allah'ın huzurundaki ahiret yurdunun (cennetin) diğer insanların (yani Yahudi olmayanların) değil sadece sizin olduğunu iddia ediyorsanız ve doğruyu söylüyorsanız, hemen ölmeyi ve cennete kavuşmayı arzulamanız gerekmez mi?" Doğrusu onlar bu dünyada işledikleri günahlar yüzünden ölmeyi asla istemezler. Şüphesiz ki Allah haksızlıkta / zulümde ısrar eden zalimleri en iyi bilendir. Ey elçi, sen de (çevrende) yaşamaya en istekli insanlar olarak Medineli Yahudileri ve putperest / müşrik Arapları görmektesin. Çünkü onlardan her biri (bir imkan olsa) bu dünyada bin yıl yaşamak ister. Ama şunu iyi bilsinler ki, uzun yaşamak onları ahiretteki cezadan kurtaramaz. Şüphesiz ki Allah herkesin tüm yaptıklarını görür / ahirette herkesi hesaba çekecektir.
Ayet: 97-100
Ey elçi, Cebrail'e düşman olanlar (Medineli Yahudiler) şunu iyi bilsin ki Cebrail, Allah'ın lütfuyla, senin kalbine bu ilahi kitabı / Kuran'ı önceki ilahi kitaplara sokulan yanlışları düzeltip doğrulaması ve İslam'a inananlar için bir doğruluk rehberi ve bir müjde olsun diye indirmiştir. Allah'a, meleklerine, elçilerine, Cebrail'e ve Mikail'e düşmanlık edenler şunu iyi bilsinler ki, Allah da İslam'ı ısrarla inkar eden kafirlerin düşmanıdır. Ey elçi, Biz sana, bildirdiğimiz apaçık gerçekleri indirdik; ama günahta ısrar eden fasıklar onları inkar ederler. Herkes şunu iyi bilsin ki, günahta ısrar eden fasıklar ne zaman bir anlaşma yapmışsa, onlardan bazıları o anlaşmayı bozup atmıştır. Çünkü onlardan birçoğu gerçeklere / İslam'a / doğruluğa inanmak istemez.
Ayet: 101-103
(Ne yazık ki) ehli kitaptan (Yahudilerden ve Hristiyanlardan) bazıları ellerindeki (tahrif edilmiş olan) ilahi kitaplara sokulan yanlışları düzeltip doğrulayan Allah'ın bu elçisi onlara geldiğinde -sanki bilmiyorlarmış gibi- Allah'ın kitabına / Kuran'a sırt çevirdiler. Ama onlar bazı şeytanların (inkarcıların büyüklerinin) Süleyman'ın krallığı hakkında (uydurup) aktardığı (Süleyman sihir yaptı.) yalanına hemen uydular. Doğrusu Süleyman değil ama insanlara sihir hurafesini öğreten o şeytanlar gerçekleri / İslam'ı / doğruluğu inkar etmiştir. (Onların uydurmasına göre) Babil'de Harut ve Marut adında iki meleğe sihir indirilmiş ve (güya) o iki melek, 'Şunu iyi bilin ki, biz sizin için sadece bir sınavız. Sakın inkarcı olmayın!' demeden hiç kimseye bir şey öğretmiyorlarmış(!) Ama (güya) bazıları o iki melekten karı ve koca arasını ayırma sihrini öğreniyorlarmış(!) Aslında onlar (sihirle) hiç kimseye hiçbir zarar veremezler. Doğrusu ancak Allah'ın izin verdiği şey olur. (Onun izin vermediği şey ise asla olmaz.) Ama (ne yazık ki) bazı insanlar onlara hiçbir yarar ya da zarar veremeyen sihir hurafesini öğrenirler. Onlar (Medineli Yahudiler) sihir hurafesini satın alanların ahiretten (cennetten) hiçbir payı olmayacağını bilmelerine rağmen, (sihir hurafesini satarak) kendilerine en kötü şeyi (yani cehennemi) satın almaktadır. Keşke insanlar gerçekleri / İslam'ı / doğruluğu bir anlasalardı! Doğrusu (hurafelerden kazanç sağlayan kimseler) İslam'a inansalardı ve Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranıp yasaklarından sakınsalardı, ahirette Allah'ın huzurunda sağlayacakları kazanç daha iyi olurdu. Keşke insanlar gerçekleri / İslam'ı / doğruluğu bir anlasalardı!
Ayet: 104-105
Ey İslam'a inananlar, (hiç kimseye) 'bizi güt' demeyin! Öyle demek yerine 'bize bak' deyin ve Allah'ın emirlerini dinleyip yerine getirin. Şunu iyi bilin ki, İslam'ı ısrarla inkar eden kafirler ahirette şiddetli cezalara uğrayacaktır. Doğrusu ehli kitaptan (Medineli Yahudilerden) ve putperest / müşrik Araplardan İslam'ı ısrarla inkar eden kafirler Rabb'inizden size hiçbir iyiliğin indirilmesini istemezler. Doğrusu Allah dilediklerine (İslam'a inananlara) rahmetini özellikle verir. Şüphesiz ki Allah çok büyük lütuf sahibidir.
Ayet: 106-107
Ey İslam'a inananlar, şunu iyi bilin ki, Biz kaldırıp iptal ettiğimiz veya unutturduğumuz bir hükmün yerine ya onun bir benzerini ya da ondan daha iyisini getiririz. Şunu iyi bilin ki, Allah her şeye gücü yetendir. Şüphesiz ki Allah göklerin ve yerin tek hükümranıdır. Doğrusu sizin Allah'tan başka gerçek bir dostunuz veya bir yardımcınız yoktur.
Ayet: 108
Ey İslam'a inananlar, -daha önce Musa'ya sorulanlara benzer gereksiz soruları- bu elçiye sormayın. Doğrusu İslam inancını inkarcılıkla değiştirenler dosdoğru yoldan / İslam'dan / doğruluktan sapmış olur.
Ayet: 109
Ey İslam'a inananlar, ehli kitaptan (Medineli Yahudilerden) birçoğu gerçekler kendilerine apaçık belli olduktan sonra, kıskançlıkları yüzünden sizi İslam inancınızdan inkarcılığa döndürmek istediler. Ama ey İslam'a inananlar, -Allah hükmünü ortaya koyana- kadar onları affedip hoşgörülü olun. Şüphesiz ki Allah her şeye gücü yetendir.
Ayet: 110
Ey İslam'a inananlar, namazı düzenli kılmakla beraber (İslam için) zekat verin. Şunu iyi bilin ki, siz bu dünyada birbirinize hangi iyiliği sunarsanız, (ahirette) Allah'ın huzurunda onun karşılığını (daha iyi ve daha büyük bir ödül olarak) bulursunuz. Şüphesiz ki Allah tüm yaptıklarınızı görendir.
Ayet: 111-113
Yahudiler: "Sadece Yahudi olanlar cennete girecektir." dediler. Hristiyanlar da: "Sadece Hristiyan olanlar cennete girecektir." dediler. Bu iddialar onların boş kuruntularıdır. Ey elçi, onlara de ki: "Eğer doğruyu söylüyorsanız, bana apaçık kanıtınızı getirmelisiniz." Doğrusu (kökeni nereden gelirse gelsin) Allah'a teslim olup İslam'ı kabul eden ve iyi işler yapan kimseler ahirette Rabb'inin huzurunda ödüllendirilecektir. Sonuçta (ahirette) onların hiçbir korkusu veya üzüntüsü olmayacaktır. Diğer yandan Yahudiler ellerindeki tahrif edilmiş olan ilahi kitabı aktarırken: "Hristiyanlar doğru bir şey üzerinde değildir." dediler. Hristiyanlar da ellerindeki tahrif edilmiş olan ilahi kitabı aktarırken: "Yahudiler doğru bir şey üzerinde değildir." dediler. Bu böyledir. İlahi kitabı bilmeyen putperest / müşrik Araplar da (benzer şeyler) söylediler. Ama ey elçi, Allah onların (İslam'dan) ayrılığa düştüğü konularda kıyamet günü hükmünü verecektir.
Ayet: 114
Herkes şunu iyi bilsin ki, Allah'ın mescitlerinde Onun yüce adının anılmasına engel olan ve onların yıkılmasına çalışan kimselerden daha zalimi yoktur. Oysa onların o mescitlere ancak korkarak girmesi gerekirdi. Sonuçta onlar bu dünyada alçalacaktır, ahirette ise büyük cezalara uğrayacaktır.
Ayet: 115
Ey İslam'a inananlar, şunu iyi bilin ki, Doğu da Batı da, yani tüm yönler Allah'ındır. Öyleyse yüzünüzü hangi yöne çevirirseniz orada Allah'ın rızasını bulabilirsiniz. Şüphesiz ki Allah her şeyi kuşatandır ve her şeyi en iyi bilendir.
Ayet: 116-117
Bazı insanlar: "Allah çocuk edindi." dediler. (Olamaz!) Doğrusu Allah tüm eksiklerden uzaktır / yücedir. Şunu iyi bilin ki, Allah göklerde ve yerdeki herkesin / her şeyin tek sahibidir. Her şey Ona boyun eğer. O, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. Doğrusu Allah bir şeyin olmasına hükmettiğinde, ona sadece 'Ol' der; o şey de hemen oluverir.
Ayet: 118
İlahi kitabı bilmeyen putperest / müşrik Araplardan bazıları ise: "(İlahi bir kitaba inanmamız için) Allah'ın bizimle (bizzat) konuşması veya (Ondan) bize mucizeler gelmesi gerekir." dediler. Bu böyledir. Önceki putperest / müşrik inkarcılar da benzer sözleri söylemişlerdi. Çünkü onların kalpleri / anlayışları birbirine benzemektedir. Doğrusu Biz bildirdiğimiz gerçekleri kesin olarak bilmek isteyen kimselere açıklamışızdır.
Ayet: 119-121
Ey elçi, herkes şunu iyi bilsin ki, Biz seni gerçeklerle (tüm insanlara) müjdeci ve uyarıcı (olan bir elçi) olarak gönderdik. Ey elçi, sen (kendi tercihleriyle) cehennem ateşine giren kimselerden sorumlu değilsin. Ey elçi, diğer yandan da sen Yahudilerin ve Hristiyanların (tahrif edilmiş) toplumuna / inancına uymadıkça, onlar senden razı olmazlar. Ey elçi, onlara de ki: "Şunu iyi bilin ki, Allah'ın gönderdiği bu doğruluk rehberi / Kuran, dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yöneltir." Ey elçi, -sana bu ilahi bilgi (yani bu ilahi kitap / Kuran) geldikten sonra- eğer bazılarının kötü arzularına uyarsan, seni Allah'ın cezasından kurtaracak hiçbir dostun veya yardımcın olmaz. İlahi kitabı gerektiği gibi doğru okuyup aktaran (samimi olan) ehli kitap (Yahudiler ve Hristiyanlar) ise bu ilahi kitaba / Kuran'a inanırlar. Doğrusu bu ilahi kitabı / Kuran'ı ısrarla inkar eden kimseler (ahirette) zarara uğrayıp kaybedecektir.
Ayet: 122-123
Ey İsrailoğulları, geçmişte size lütfettiğim nimetleri ve sizi Firavuna ve adamlarına üstün getirdiğimi (şükürle) anın. Öyleyse hiç kimsenin başkasının günahını çekmeyeceği, hiç kimseden hiçbir fidye / kurtuluş bedeli kabul edilmeyeceği, hiç kimseye hiçbir desteğin / şefaatin fayda vermeyeceği ve inkarcıların yardımsız / çaresiz kalacağı kıyamet gününden sakının.
Ayet: 124-130
Geçmişte Rabb'i İbrahim'i bazı sözlerle sınadı. İbrahim de o sözleri yerine getirdi. Allah ona: "Ben seni insanlara bir önder yapacağım." dediğinde, İbrahim: "(Ey Rabb'im) soyumdan gelenleri de (önder / öncü yap.)" dedi. O vakit Allah: "Benim sözüm sadece iyi işler yapanlar için geçerlidir. Çünkü haksızlıkta / zulümde ısrar eden zalimler bu onura erişemezler." dedi. Biz bu (kutsal) evi / Kabe'yi insanlar için güvenli bir toplanma noktası (hac) yeri yaptık. Öyleyse siz de (İslam'a inanıp) İbrahim'in makamını namazgah edinin. Biz İbrahim'e ve İsmail'e: "Tavaf edenler, orada kalıp ibadet edenler ve rükuya ve secdeye giderek namaz kılanlar için evimi / Kabe'yi temiz tutun.' diye emrettik. O vakit İbrahim: "Ey Rabb'im, burayı güvenli bir belde yap ve bu belde halkından Allah'a ve ahiret gününe / ahiretteki hesaba inanan kimseleri meyvelerinle / ürünlerinle nimetlendir." dediğinde, Allah: "Ben İslam'ı ısrarla inkar eden kafirleri bile bu dünyanın nimetlerinden biraz yararlandırırım; ama sonra (ahirette) onları cehennem ateşi cezasına girmek zorunda bırakırım. Doğrusu cehennem varılacak en kötü yerdir." dedi. Sonra İbrahim ve İsmail (kutsal) evin / Kabe'nin temellerini yükseltirken: "Ey Rabb'imiz, yaptığımız bu işi bizden kabul et. Şüphesiz ki Sen her şeyi hakkıyla işitensin ve her şeyi en iyi bilensin. Ey Rabb'imiz, bizi 'Sana gönülden teslim olup İslam'ı kabul eden kimseler' yap. Soyumuzu da 'Sana gönülden teslim olup İslam'ı kabul eden bir toplum' yap. Ey Rabb'imiz, bize Sana nasıl ibadet edeceğimizi göster ve tövbelerimizi kabul et. Şüphesiz ki Sen tövbeleri çok kabul edensin ve en merhametlisin. Ey Rabb'imiz, (bizden sonra da) soyumuzdan bir elçi gönder ki onlara Senin bildirdiğin gerçekleri okuyup aktarsın, ilahi kitabı ve doğru hükümleri öğretsin ve onları günahlardan arındırsın. Şüphesiz ki Sen en üstünsün ve en doğru kararı verensin." diyerek dua ettiler. İbrahim'in İslam toplumdan / inancından ancak akılsızlar yüz çevirir. Doğrusu Biz İbrahim'i bu dünyada elçimiz olarak seçtik; ahirette ise o, düzeltici / iyi işler yapan kimselerden olacaktır.
Ayet: 131-134
Rabb'i İbrahim'e: "Bana gönülden teslim olarak İslam'ı kabul et." dediğinde, İbrahim: "Tüm varlıkların Rabb'i olan Allah'a teslim olup İslam'ı kabul ettim." dedi. İbrahim de Yakub da çocuklarına: "Evlatlarım, şunu iyi bilin ki, Allah sizin için İslam dinini seçti. Öyleyse ancak Allah'a teslim olup İslam'ı kabul edenler olarak ölün." öğüdünü verdiler. (Keşke) Yakub ölürken çocuklarına: "Siz benden sonra kime ibadet edeceksiniz?" dediğinde, onların: "Yalnızca senin ve ataların olan İbrahim'in, İsmail'in ve İshak'ın tek ilahına / Allah'a ibadet edeceğiz. Çünkü biz Allah'a teslim olup İslam'ı kabul edenleriz." demesine bir şahit olsaydınız. O insanlar gelip geçti. Onların kazandığı onlara, sizin kazandığınız da sizedir. Sonuçta siz onların yaptıklarından hesaba çekilmeyeceksiniz; (sadece kendi yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz.)
Ayet: 135
Ama diğer yandan Yahudiler: "Yahudiysen doğru yoldasın." dediler. Hristiyanlar da: "Hristiyansan doğru yoldasın." dediler. Ey elçi, onlara de ki: "(Hayır, bu iddialar doğru değildir.) Doğrusu ancak batıl inançlara (hurafelere) inanmadan İbrahim'in (İslam) toplumuna / inancına uyarsanız dosdoğru yolda olursunuz. Doğrusu İbrahim hiçbir zaman Allah'a ortak koşanlardan olmadı."
Ayet: 136-138
Ey İslam'a inananlar, şöyle deyin: "Doğrusu biz Allah'a ve bize indirilen bu ilahi kitaba / Kuran'a, sonra da Rabb'lerinden İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve onların soylarından gelen elçilere indirilen ve Musa'ya, İsa'ya ve tüm peygamberlere verilen ilahi öğütlere inandık. Allah'ın elçileri arasında ayrım yapmayız. Herkes şunu iyi bilsin ki, biz Allah'a teslim olup İslam'ı kabul edenleriz." Eğer başkaları da sizin inandığınız gibi inanırlarsa, onlar da dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yönelmiş olurlar. Ey elçi, eğer bazıları gerçeklerden / İslam'dan / doğruluktan yüz çevirirlerse, şunu iyi bil ki, onlar İslam'a karşı bir düşmanlık içindedir. (Ama sakın endişe etme;) çünkü Allah sana onlara karşı yetecektir. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla işitendir ve her şeyi en iyi bilendir. Ey elçi, de ki: "Allah'ın boyası... (Doğrusu biz sahip olduğumuz renkleri Allah'ın boyasından almışızdır.) Herkes şunu iyi bilsin ki, hiç kimse Allah'ın verdiği renkten daha güzelini veremez. (İslam'a inananlar asla insanları renklerine göre ayırmaz.) Çünkü hepimiz Allah'a ibadet eden (eşit) kullarız."
Ayet: 139-141
Ey elçi, (Yahudilere ve Hristiyanlara) de ki: "Niçin bizimle Allah hakkında çekişiyorsunuz ki! Şüphesiz ki Allah -bizim de sizin de- hepimizin tek Rabb'idir. Doğrusu bizim yaptığımız bize, sizin yaptığınız da size dönecektir. Hepimiz de Allah'a samimiyetle yöneliriz. Peki, siz İbrahim'in, İsmail'in, İshak'ın, Yakub'un ve onların soylarından gelen elçilerin Yahudi ya da Hristiyan olduğunu iddia edebilir misiniz? (Doğrusu onlar İslam'a inanan kimselerdi.) Siz mi yoksa Allah mı daha doğrusunu bilir? (Şüphesiz ki Allah en doğrusunu bilir.) Herkes şunu iyi bilsin ki, Allah'tan gelen bu gerçeğe şahitlik etmek yerine onu gizleyen kimselerden daha zalimi yoktur. Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir / ahirette sizi tüm yaptıklarınızdan hesaba çekecektir. O insanlar gelip geçti. Onların kazandığı onlara, sizin kazandığınız da sizedir. Sonuçta siz onların yaptıklarından hesaba çekilmeyeceksiniz; (sadece kendi yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz.)"
Ayet: 142-144
Ey elçi, bazı akılsız insanlar (İslam'a inananlar hakkında): "Şunları şimdiye kadar yöneldikleri kıbleden çeviren nedir?" diyecektir. Ey elçi, onlara de ki: "Doğu ve Batı, yani tüm yönler Allah'ındır. O dileyenleri (yani İslam'a inananları) dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yöneltir." Ey İslam'a inananlar, bu böyledir. Biz sizi tüm insanlara şahit (örnek) olmanız için orta yolu benimseyen bir toplum yaptık. Bu elçi de sizin için bir örnektir. Ey elçi, senin yöneldiğin Kabe yönünü kıble olarak seçmemiz, elçimiz olarak sana uyanlar ile İslam'dan çark edip dönenleri ortaya koymak içindir. Ama (kıble değişikliği) Allah'ın dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yönelttiği kimselerin dışındakilere ağır geldi. Ey İslam'a inananlar, şunu iyi bilin ki, Allah sizin inancınızı asla boşa çıkarmaz. Şüphesiz ki Allah tüm insanlara en şefkatlidir ve en merhametlidir. Ey elçi, Biz senin yüzünü defalarca göğe döndürdüğünü (beklediğini) görüyorduk. Artık senin yüzünü daha hoşnut olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Bundan sonra (namaz kılarken) yüzünü Mescidi Haram (Kabe) yönüne çevir. Ey İslam'a inananlar, siz de -nerede olursanız olun- (namaz kılarken) yüzünüzü o yöne çevirin. Doğrusu ehli kitap (Yahudiler ve Hristiyanlar) kıble değişikliğinin Rabb'lerinden gelen bir gerçek olduğunu bilebilirler. Şüphesiz ki Allah onların yaptıklarından habersiz değildir / ahirette onları hesaba çekecektir.
Ayet: 145
Ey elçi, şunu iyi bil ki, bildirdiğimiz gerçeklerin tümünü onlara getirsen de ehli kitaptan (Yahudilerden ve Hristiyanlardan) bazıları senin kıblene uymayacaktır. Tabii ki sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Zaten onlar birbirinin kıblesine de uymazlar. Ey elçi, -sana bu ilahi bilgi (yani bu ilahi kitap / Kuran) geldikten sonra- eğer bazılarının kötü arzularına uyarsan, sen de zalimlerden olursun.
Ayet: 146-148
Aslında ehli kitap (Yahudiler ve Hristiyanlar) bu elçiyi (ve onun davet ettiği İslam'ı) kendi çocuklarını tanıdıkları gibi tanıyabilirler. Ama bazıları bile bile gerçekleri / İslam'ı / doğruluğu gizlerler. Ey elçi, bu gerçekler (sana) Rabb'inden (gelmiştir.) Öyleyse sakın şüphe edenlerden olma! Herkesin yüzünü çevirdiği bir kıblesi (inancı) vardır. Ey İslam'a inananlar, (inancınızın bir gereği olarak) iyi işlerde yarışın. Doğrusu -nerede olursanız olun- Allah hepinizi (aynı kıblede ve iyi işlerde) bir araya getirir. Şüphesiz ki Allah her şeye gücü yetendir.
Ayet: 149-152
Ey elçi, -nereden nereye gitmiş olursan ol- (namaz kılarken) yüzünü Mescidi Haram / Kabe yönüne çevir. Bu emir Rabb'inden gelen bir gerçektir. Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir / ahirette sizi tüm yaptıklarınızdan hesaba çekecektir. Ey elçi, -nereden nereye gitmiş olursan ol- (namaz kılarken) yüzünü Mescidi Haram / Kabe yönüne çevir. Ey İslam'a inananlar, siz de -nerede olursanız olun- (namaz kılarken) yüzünüzü o yöne doğru çevirin ki -haksızlıkta / zulümde ısrar eden zalimler hariç- insanların size karşı söyleyecek bir bahanesi kalmasın. Ey İslam'a inananlar, insanlardan değil Benden korkun ki Ben de size lütfettiğim nimetlerimi yaygınlaştırayım. Umulur ki dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yönelirsiniz. Biz bildirdiğimiz gerçekleri size okuyup aktaran, sizi günahlardan arındıran ve size bu ilahi kitabı / Kuran'ı, doğru hükümleri ve bilmediğiniz nice şeyleri öğreten -aranızdan biri olan- bu elçiyi gönderdiğimiz gibi (size kıble olarak da Kabe'yi belirledik.) Öyleyse Beni (şükürle) anın ki Ben de sizi (nimetlerimle) anayım. Artık yalnız Bana şükredin ve asla nankörlük etmeyin.
Ayet: 153-157
Ey İslam'a inananlar, sabırla dayanışarak ve namaz kılarak Benden yardım dileyin. Şüphesiz ki Allah (İslam için) sabırla dayanışarak hareket eden kimselerle beraberdir. Ey İslam'a inananlar, sakın Allah'ın dosdoğru yolunu / İslam'ı savunmak için öldürülen kimselere "ölüler" demeyin! Doğrusu onlar diridir; ama siz bunun farkında değilsiniz. Şunu iyi bilin ki, Biz sizi (bu dünya hayatında) biraz korkuyla, açlıkla ve servetlerinizden, canlarınızdan ve (ürettiğiniz) ürünlerinizden eksiltmeyle sınamaktayız. Ey elçi, (İslam için) sabırla dayanışarak hareket eden kimselere (cenneti) müjdele. Onlar başlarına bir sıkıntı geldiğinde: "Doğrusu biz Allah'ın kullarıyız ve ahirette Onun huzuruna dönüp tüm yaptıklarımızdan hesaba çekileceğiz." derler. Rabb'lerinin desteği ve rahmeti böylelerinin üzerinedir. Çünkü onlar dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yönelen kimselerdir.
Ayet: 158
Herkes şunu iyi bilsin ki, Safa ve Merve tepeleri Allah'a ibadetin simgelerindendir. (Putperest / müşrik Arapların o tepelere bazı putları koymuş olması bu gerçeği asla değiştirmez.) Öyleyse bu (kutsal) eve / Kabe'ye hac veya umre için gelen kimselerin o iki tepe arasında gidip gelmesinde (Sa'y yapmasında) bir günah yoktur. Doğrusu her kim iyi işlerde gönüllü olursa, bu, onun kendi yararına olur. Şüphesiz ki Allah fazlasıyla ödüllendirendir ve her şeyi en iyi bilendir.
Ayet: 159-162
Herkes şunu iyi bilsin ki, Biz bu ilahi kitapta / Kuran'da bildirdiğimiz gerçekleri insanlara açıkladıktan sonra lütfettiğimiz apaçık kanıtları ve dosdoğru yolu / İslam'ı / doğruluğu gizleyen kimseler 'Allah'ın ve tüm lanet edicilerin' lanetine uğrayacaktır. Ama Ben hatadan dönüp / tövbe edip kendini düzelten ve gerçekleri / İslam'ı / doğruluğu açıklayan kimselerin tövbelerini de kabul ederim. Şüphesiz ki Ben tövbeleri çok kabul edenim ve en merhametliyim. Doğrusu İslam'ı ısrarla inkar eden ve inkarcı olarak ölen kimseler Allah'ın, meleklerinin ve tüm insanların lanetine uğrayacaktır. Sonuçta onlar -sonsuza kadar kalmak üzere- cehenneme girecektir. Onların cezası asla hafifletilmeyecek ve ertelenmeyecektir.
Ayet: 163-167
Ey insanlar, sizin ilahınız tek ilahtır / Allah'tır. Allah'tan başka ilah yoktur / Allah tüm varlıkların tek ilahıdır. Şüphesiz ki Allah en bağışlayıcıdır ve en merhametlidir. Doğrusu göklerin ve yerin yaratılmasında, geceyle gündüzün yer değiştirmesinde, ihtiyaç duyduğunuz mallarla dolu gemilerin yüzerek denizi geçmesinde, Allah'ın gökten yağdırdığı yağmurla ölü haldeki / kurak topraklara hayat vermesinde, çeşitli canlıları yeryüzünde yaymasında ve gökle yer arasında hizmet sunan bulutları rüzgarlarla yönlendirmesinde aklını kullananlara bildirdiğimiz nice gerçekler vardır. Ama insanlardan bazıları Allah'tan başka (putlara / sahte ilahlara da dua / ibadet ederek) Ona eşler koşarlar. Onlar putları / sahte ilahları Allah'ı sever gibi severler. İslam'a inananlar ise (her şeyden çok) Allah'ı severler. Keşke haksızlıkta / zulümde ısrar eden o zalimler -ahiretteki cezayı görmeden önce- tüm gücün Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın (hak edenleri) şiddetle cezalandıran olduğunu bir anlasalardı (ve hatadan dönüp / tövbe edip kendilerini düzeltselerdi.) Çünkü onlar ahiretteki cezayı gördüğünde, kendilerine uyulan (putlar / sahte ilahlar) onlara uyan (putperestleri / müşrikleri) terk edecektir ve onların arasındaki tüm ilişkiler kesilecektir. İşte o vakit putlara / sahte ilahlara uyan kimseler: "Keşke dünyaya bir defa geri döndürülseydik. Onların bizden uzaklaştığı gibi biz de putlardan / sahte ilahlardan uzaklaşırdık." diyecektir. Bu böyledir. Allah onlara -içlerinde pişmanlık duymaları için- dünyada yaptıkları (yanlışları) gösterecektir. Sonuçta putperestler / müşrikler cehennem ateşinden çıkmayacaktır.
Ayet: 168-171
Ey insanlar, yeryüzündeki helal ve temiz / sağlıklı yiyeceklerden yiyin. Sakın şeytana uymayın! Doğrusu şeytan sizin büyük bir düşmanınızdır. Şeytan size ancak kötülük etmenizi, utanç verici / çirkin şeyler yapmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri (uydurup) söylemenizi emreder / telkin eder. (Şeytana uyan) putperest / müşrik Araplara: "Allah'ın indirdiği bu ilahi kitaba / Kuran'a uyun." denildiğinde, onlar: "Hayır, biz atalarımızdan ne gördüysek ona uyarız." dediler. Ama onların ataları akıllarını hiç kullanmak istemeyen ve dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yönelmeyen kimselerdi. Doğrusu İslam'ı ısrarla inkar eden kafirler, sürekli bağıran ve bağırmasından başka sesleri duyamayan kimselere benzer. Böyleleri gerçeklere karşı sağır, dilsiz ve kör davranırlar. Doğrusu onlar akıllarını kullanmazlar.
Ayet: 172-176
Ey İslam'a inananlar, size lütfettiğimiz temiz / sağlıklı yiyeceklerden yiyin. Eğer Allah'a ibadet ediyorsanız (lütfettiği nimetler için) Ona şükredin. Şunu iyi bilin ki, Allah size ancak leşi / ölü hayvanları, (sıvı veya pıhtılaşmış) kanı, domuz etini ve Allah'tan başkasına (putlara / sahte ilahlara) adanan / sunulan yiyecekleri (yemeyi / içmeyi) haram kılmıştır. Ama zorda kalan kimselerin -Allah'a isyan etmeden ve aşırıya gitmeden- bunlardan yemesinde bir günah yoktur. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayandır ve en merhametlidir. Ama şunu da iyi bilin ki, Allah'ın indirdiği bu ilahi kitaptaki / Kuran'daki gerçekleri gizleyip onları ucuz dünya menfaatleri için satan kimseler karınlarını ancak cehennem ateşiyle doldururlar. Kıyamet günü Allah onlara (şefkatle) konuşmayacaktır ve onları (günahtan) arındırmayacaktır. Sonuçta (ahirette) onlar şiddetli cezalara uğrayacaktır. İşte onlar dosdoğru yolu / İslam'ı / doğruluğu ve (Allah'ın) bağışlamasını verip sapkınlığı ve cezayı satın alan kimselerdir. Peki, onlar cehennem ateşine ne kadar dayanabilirler ki! (Asla! onlar cehennem ateşine dayanamazlar.) Doğrusu Allah bu ilahi kitabı / Kuran'ı gerçeklerle indirmiştir; ama bu ilahi kitaptan / Kuran'dan ayrılığa düşen kimseler (İslam'a karşı) derin bir düşmanlık içindedir.
Ayet: 177
Ey insanlar, şunu iyi bilin ki, iyilik (din) sizin yüzünüzü doğuya ya da batıya çevirmeniz değildir. Doğrusu iyilik (din) Allah'a, ahiret gününe / ahiretteki hesaba, meleklerine, ilahi kitaplarına ve peygamberlerine inanmaktır, Allah'ın sevgisini kazanmak için en yakından başlayıp (ihtiyaç sahiplerine,) yetimlere, yoksullara, yolda / sokakta kalan zor durumdaki kimselere ve (temel ihtiyaçlarını gideremediğinden) yardım isteyen kimselere servetinizden yardım yapmaktır, (köle edilen kimseleri) kölelikten kurtarmaktır ve namazı düzenli kılmakla beraber (İslam için) zekat vermektir. İslam'a inananlar verdikleri sözleri yerine getiren ve zorluklar, sıkıntılar ve savaşlar karşısında sabırla dayanışarak hareket eden kimselerdir. İşte böyleleri doğru sözlü olan, Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranan ve yasaklarından sakınan kimselerdir.
Ayet: 178-179
Ey İslam'a inananlar, şunu iyi bilin ki, cinayet işleyenleri kısasla (misilleme yöntemiyle) cezalandırmak size farz kılınmıştır. (Her kim, bir kimseyi haksız yere / nefsi müdafaa gibi hukuki bir sebep olmadan yaralarsa veya öldürürse, onun kısasla cezalandırılması gerekir.) Katil özgür (zengin) de olsa, köle (yoksul) da olsa (erkek de olsa) kadın da olsa fark etmez. (Katil -kim olursa olsun- ayrım yapılmadan cezalandırılmalıdır.) Ama öldürülen kimsenin (ailesi adına) yakın bir akrabası öldürenin özrünü kabul ederse, onun o aileye hakkaniyetli bir tazminatı güzellikle ödemesi gerekir. Bu hüküm Rabb'inizden bir hafifletme ve rahmettir. Artık herkes şunu iyi bilsin ki, bundan sonra Allah'ın koyduğu sınırları çiğneyen kimseler (ahirette) şiddetli cezalara uğrayacaktır. Ey akıl sahipleri, şunu iyi bilin ki, kısas (cezasında) sizin için hayat vardır. (Çünkü kısas, yaralama ve öldürme suçlarına karşı caydırıcı bir cezadır.) Umulur ki Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranıp yasaklarından sakınırsınız.
Ayet: 180-182
Ey İslam'a inananlar, şunu iyi bilin ki, sizden biri öldüğünde -geride bir değer bırakmışsa- (onun mirasını) annesi, babası ve yakınları arasında hakkaniyetle paylaştırmak, Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranan ve yasaklarından sakınan kimseler üzerine bir görev olarak farz kılınmıştır. Allah'ın bu hükmünü işittikten sonra (mirastan hak sahibi olanların paylarını) değiştiren (örneğin kadınların miras payını yok sayan) kimseler ise yaptıkları değişikliğin (hak hırsızlığının) günahını üzerinde taşırlar. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla işitendir ve her şeyi en iyi bilendir. Ama (eğer miras paylaşımında uygulanması istenen İslam'a uymayan bir vasiyet varsa,) o vasiyetin bir haksızlığa veya günaha sebep olmasından endişe eden kimselerin (günaha sebep olan vasiyeti iptal edip) mirasçılar arasında uzlaşma sağlamasında bir günah yoktur. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayandır ve en merhametlidir.
Ayet: 183-185
Ey İslam'a inananlar, oruç tutmak sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılınmıştır. Umulur ki Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranıp yasaklarından sakınırsınız. Ey İslam'a inananlar, sayılı günlerde (yani Ramazan ayı süresince) oruç tutmalısınız. Ama (Ramazan ayında) hasta veya yolcu olanlarınız, tutamadıkları günlerin sayısınca (Ramazan'dan sonra) diğer günlerde oruç tutabilir. Sürekli hasta olanlar / oruç tutmada zorlananlar ise (oruç tutamadıkları her gün için) bir yoksulu doyuracak kadar sadakayı fidye olarak vermelidir. Doğrusu her kim iyi işlerde gönüllü olursa, bu, onun kendi yararına olur. Şunu iyi bilin ki, oruç tutmak sizin için daha iyi olur. Keşke gerçekleri bir anlasaydınız. Ey İslam'a inananlar, insanlar için bir doğruluk rehberi olan ve dosdoğru yolun / İslam'ın / doğruluğun apaçık kanıtlarını ve iyiyi kötüden ayıran hükümleri / furkanı (içeren) bu ilahi kitap / Kuran, Ramazan ayında indirilmiştir. Öyleyse sizden bu ayı görenler (Ramazan ayı süresince) oruç tutmalıdır. Ama (Ramazan ayında) hasta veya yolcu olanlarınız tutamadıkları günlerin sayısınca (Ramazan'dan sonra) diğer günlerde oruç tutmalıdır. Şunu iyi bilin ki, Allah size zorluk değil kolaylık ister. Böylece tutamadığınız oruçları tutup sayıyı tamamlarsınız ve sizi dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yönelttiği için Allah'ı yüceltirsiniz. Umulur ki şükredersiniz.
Ayet: 186
Ey elçi, kullarım sana Beni sorduğunda onlara şunu bildir: "Ben (onlara) çok yakınım. Bana dua edenlerin duasına olumlu cevap veririm. Öyleyse onlar da Benim davetime olumlu cevap verip Bana gönülden inansınlar. Umulur ki doğru yolu bulurlar."
Ayet: 187-188
Ey İslam'a inananlar, oruç tuttuğunuz günlerin gecelerinde eşlerinizle cinsel ilişki yaşamak size helal kılınmıştır. Çünkü eşleriniz size, siz de eşlerinize bir giysi gibisiniz. (Birbirinize çok yakınsınız.) Allah bu konuda zorlandığınızı bildiğinden tövbenizi kabul edip sizin önceki hatalarınızı affetti. Öyleyse siz oruç tuttuğunuz günlerin gecelerinde -gecenin karanlığıyla (siyah iplikle) doğmakta olan sabahın aydınlığı (beyaz iplik) ayırt edilene kadar- hanımlarınızla yakınlaşabilir, Allah'ın takdirini arayabilir ve yiyip içebilirsiniz. Ey İslam'a inananlar, (sabah güneş doğmadan önce başladığınız orucu) gece olana (yani güneş batana) kadar sürdürüp tamamlayın. Ama sakın mescitlerde (Allah'a ibadet için) kaldığınızda hanımlarınızla yakınlaşmayın! Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın Allah'ın koyduğu sınırlara yaklaşmayın! Bu böyledir. Allah bildirdiği gerçekleri insanlara açıklar. Umulur ki insanlar Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranıp yasaklarından sakınırlar. (Ey İslam'a inananlar, şunu iyi bilin ki, oruç tutmak sadece bir şey yememek ve içmemek değildir. Doğrusu oruç Allah'ın tüm yasaklarından sakınmaktır.) Öyleyse birbirinizin servetini haksızca yemeyin ve başkalarının servetinden yemek için -bile bile günah işleyip- yetkililere rüşvet vermeyin.
Ayet: 189
Ey elçi, sana hilaller / ay takvimi hakkında sorular soranlara de ki: "O hilaller insanlara tarihi ve haccın günlerini belirtir." Ey putperest / müşrik Araplar, şunu iyi bilin ki, iyilik (din) haccın yapıldığı günlerde (sizin batıl inancınıza göre) evlerinize kapı yerine arka pencereden girmeniz değildir. Doğrusu iyilik (din) Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranıp yasaklarından sakınmaktır. Öyleyse evlerinize (doğru şekilde) kapısından girin ve Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranıp yasaklarından sakının. Umulur ki kurtuluşa / gerçek mutluluğa / cennet nimetlerine erişirsiniz.
Ayet: 190-192
Ey İslam'a inananlar, size düşman olanlara karşı Allah'ın dosdoğru yolu / İslam için savaşın. Sakın Allah'ın koyduğu sınırları çiğnemeyin! Şüphesiz ki Allah koyduğu sınırları çiğneyenleri sevmez. Ey İslam'a inananlar, size karşı savaşan düşmanı nerede ele geçirirseniz orada öldürebilirsiniz ve onları sizi çıkardıkları yerden (Mekke'den) çıkarabilirsiniz. Doğrusu fitne (saldırganlık) ölümden daha kötüdür. Ey İslam'a inananlar, eğer düşman size karşı Mescidi Haram'da savaşmazsa, siz de onlara karşı orada savaşmayın. Ama onlar sizinle Mescidi Haram'da savaşırsa, (siz de onlarla savaşabilir ve) onları orada öldürebilirsiniz. İslam'ı ısrarla inkar eden kafirlerin cezası işte böyledir. Ama onlar İslam'ı inkara son verirlerse, (hatadan dönüp / tövbe edip kendilerini düzeltirlerse, Allah onları affeder.) Şüphesiz ki Allah çok bağışlayandır ve en merhametlidir.
Ayet: 193
Ey İslam'a inananlar, fitne (saldırganlık) bitene ve "din" tümüyle Allah'ın dini / İslam olana kadar (İslam düşmanlarına) karşı savaşın. Ama onlar fitneye (saldırganlığa) son verirlerse, (siz de onlara karşı savaşa son verin.) Çünkü (İslam'da) haksızlıkta / zulümde ısrar eden zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.
Ayet: 194
Haram aylarda savaşmanın yasak oluşu ancak bu yasağa karşılıklı olarak uyulması halinde geçerlidir. Ey İslam'a inananlar, size (haram bir ayda) saldıracak olan düşmana karşı -onların size saldıracağı gibi- saldırabilirsiniz. Daima Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranıp yasaklarından sakının. Şunu iyi bilin ki, Allah, Onun emirlerine duyarlıca sorumlu davranan ve yasaklarından sakınan kimselerle beraberdir.
Ayet: 195-199
Ey İslam'a inananlar, Allah'ın dosdoğru yolu / İslam için harcama / yardım yapın. Sakın (cimrilik ederek) kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Daima iyi işler yapın. Şüphesiz ki Allah iyi işler yapanları sever. Haccı ve umreyi de Allah'ın rızasını kazanmak için tamamlayın. Ama (hacca veya umreye başladıktan sonra) ibadetinizi tamamlamaktan engellenirseniz, (ibadetinizi sonlandırmak için) kolayınıza gelen / güç yetirebildiğiniz bir kurbanlık hayvanı hediye olarak kurban edin ve o hediye kurban yerine varmadan saçınızı tıraş etmeyin. Hasta olan veya başında bir rahatsızlık bulunan (ve bu yüzden saçını tıraş edemeyen) kimseler ise fidye olarak oruç tutmaya veya (ihtiyaç sahiplerine) sadaka vermeye / yardım yapmaya ya da başka bir ibadeti yapmaya niyet etmelidir. Güvende olduğunuzda (hac ibadeti için niyet edip ihrama girdikten sonra) hacca kadar umreden yararlanmak (ve ihramdan çıkmak) isteyen kimseler, kolayına gelen / güç yetirebildiği bir kurbanlık hayvanı hediye olarak kurban etmelidir. Bunu yapmaya imkan bulamayanlarınız ise hacda (Mekke'de) üç gün ve hacdan (evlerine) döndüklerinde yedi gün, yani toplam on gün -fidye olarak- oruç tutmalıdır. Bu hüküm Mescidi Haram'da (Mekke'de) oturmayan kimseler içindir. (Mekke'de oturanlar ise bu hükümden muaftır.) Daima Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranıp yasaklarından sakının. Şunu iyi bilin ki, Allah (hak edenleri) şiddetle cezalandırandır. Bilinen aylarda (yani Şevval, Zilkade veya Zilhicce ayında) hac ibadetine başlanabilir. (Bu aylarda hacca niyet edilebilir; ama Arafat vakfesi, sadece 9 Zilhicce günü Arafat bölgesinde topluca bulunularak yapılabilir.) Bu aylarda hacca niyetlenen kimseler şunu iyi bilsinler ki, hac ibadeti süresince cinsel ilişki yaşamak, günah işlemek ve kavga etmek yasaktır. Şüphesiz ki Allah yaptığınız tüm yardımları / iyilikleri bilir. Ey İslam'a inananlar, kendinize en iyi yol azığı olan takva ilkesini (yani Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranmayı ve yasaklarından sakınmayı) benimseyin. Öyleyse ey akıl sahipleri emirlerime duyarlıca sorumlu davranıp yasaklarımdan sakının. Doğrusu (hac günlerinde) rızkınızı 'Rabb'inizin lütfundan' aramanızda (ticaret yapmanızda) bir günah yoktur. (Arafat vakfesinden sonra) Arafat'tan akın akın Muzdelife'ye gittiğinizde Meşaril Haram bölgesinde Allah'ı (şükürle) anın. -Sizi dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yönelttiği için Allah'ı (şükürle) anın. Unutmayın ki geçmişte siz dosdoğru yoldan / İslam'dan / doğruluktan sapan kimselerdiniz.- Sonra diğer insanlarla beraber akın akın (Mina'ya) gidin ve Allah'tan bağışlanma dileyin. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayandır ve en merhametlidir.
Ayet: 200-202
Ey İslam'a inananlar, hacdaki görevlerinizi tamamladığınızda atalarınızı andığınızdan daha fazla Allah'ı (şükürle) anın. Şunu iyi bilin ki, insanlar arasında, 'Ey Rabb'imiz, bize bu dünyada ver.' diyen (ve ahirete inanmayan) kimseler vardır. İşte onların ahiretteki cennet nimetlerinden hiçbir payı olmayacaktır. Diğer tarafta ise 'Ey Rabb'imiz, bize bu dünyada iyilikler lütfet; ahirette de iyilikler / cennet nimetleri lütfet ve bizi cehennem ateşi cezasından koru.' diyen kimseler vardır. İşte onlar (dünyada) yaptıkları (düzeltici / iyi işlerin) ödülü olarak cennet nimetlerinden pay alacaktır. Şüphesiz ki Allah hesap sorması en hızlı olandır.
Ayet: 203
Ey İslam'a inananlar, (haccın) sayılı günlerinde Allah'ı (şükürle) anın. Acele eden kimselerin iki gün sonra (12 Zilhiccede) Mina'dan ayrılmasında bir günah yoktur. Orada daha fazla kalmak isteyen kimselerin (13 Zilhiccede) Mina'dan ayrılmasında da bir günah yoktur. Bu hükümler Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranan ve yasaklarından sakınan kimseler içindir. Daima Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranıp yasaklarından sakının. Şunu iyi bilin ki, ahirette Allah'ın huzurunda toplanıp tüm yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz.
Ayet: 204-209
Ey elçi, bazı (ikiyüzlü / münafık) kimselerin dünya hayatıyla ilgili sözleri hoşuna gidebilir. Onlar Allah'ı da şahit tutarak kalplerinde iyi niyet(!) taşıdığına yemin edebilirler. Doğrusu onlar en azılı düşmanlardır. Çünkü onlar iktidara gelince yeryüzünde bozgunculuk edip ekinleri ve nesilleri yok etmeye çalışırlar. Ama Allah bozgunculuğu sevmez. Onlara: "Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranıp yasaklarından sakının." denildiğinde, kibre kapılıp daha çok günah işlerler. Ama (ahirette) cehennem onların hakkından gelecektir. Doğrusu cehennem kalınacak en kötü yerdir. Diğer yandan da, insanlardan "Allah'ın rızasını kazanmak için kendini adayanlar" vardır. Şüphesiz ki Allah kullarına en şefkatlidir. Ey İslam'a inananlar, hep beraber barışa girin / uyun. Sakın şeytana uymayın! Doğrusu şeytan sizin büyük bir düşmanınızdır. Eğer apaçık kanıtlar size geldikten sonra dosdoğru yoldan / İslam'dan / doğruluktan saparsanız sonunuz kötü olur. Şunu iyi bilin ki, Allah en üstündür ve en doğru kararı verendir.
Ayet: 210-212
Putperest / müşrik Araplar, Allah'ın ve meleklerin bulutların karartıları arasından (çıkıp) kendilerine gelmesini beklememelidir. (Çünkü eğer melekler onlara gelseydi,) onların işi çoktan bitirilmiş / cezaları verilmiş olurdu. Sonuçta her konu (hesabının sorulması için) Allah'ın huzuruna döndürülecektir. Ey elçi, İsrailoğullarına kaç apaçık mucize verdiğimizi sorabilirsin. (Biz onlara birçok mucize verdik; ama onlar o mucizelere rağmen İslam'a inanmıyorlar.) Allah'ın nimeti (İslam) kendilerine geldikten sonra onu ucuz dünya menfaatleriyle değiştiren kimseler şunu iyi bilsinler ki, Allah (hak edenleri) şiddetle cezalandırandır. Doğrusu bu dünya hayatı İslam'ı ısrarla inkar eden kafirlere süslü görünmektedir. Böylece onlar İslam'a inanan kimseleri (küçümseyip) alaya alırlar. Ama şunu iyi bilsinler ki, Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranan ve yasaklarından sakınan kimseler kıyamet günü onlardan üstün olacaktır. Böylece Allah, dileyenlere (yani İslam'a inananlara) cennette hesapsız (sonsuz) nimetleri lütfedecektir.
Ayet: 213
Herkes şunu iyi bilsin ki, ilk insanlar (İslam'a inanan) tek bir topluluktu. (Sonra insanlardan bazıları İslam'dan ayrılığa düştüler.) Allah da onlara müjdeci ve uyarıcı olarak peygamberler gönderdi. Ayrıca Allah onlarla beraber insanlar arasında onların (İslam'dan) ayrılığa düştüğü konularda hüküm vermesi için gerçekleri bildiren ilahi kitaplar indirdi. Doğrusu ehli kitaptan (Medineli Yahudilerden) bazıları kendilerine apaçık kanıtlar geldikten sonra, kıskançlıkları yüzünden (İslam'dan) ayrılığa düştüler. Ama (şimdi) Allah izniyle / lütfuyla İslam'a inananları onların (İslam'dan) ayrıldığı konularda dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yöneltti. Şüphesiz ki Allah dileyenleri (yani İslam'a inananları) dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yöneltir.
Ayet: 214
Ey İslam'a inananlar, sizden öncekilerin başlarına gelenlerin benzerleri sizin başınıza da gelmeden cennete girebileceğinizi sanmayın. Geçmişte (İslam'a inananlardan) bazıları öyle zorluklara ve sıkıntılara uğrayıp sarsıldılar ki o zamanki Allah'ın elçisi ve onunla beraber İslam'a inananlar: "Allah'ın yardımı ne vakit gelecek?" diyorlardı. Şunu iyi bilin ki, Allah'ın yardımı çok yakındır.
Ayet: 215
Ey elçi, sana (İslam için) neyi / kime harcamak gerektiğini soranlara de ki: "Öncelikle annenize, babanıza, en yakından başlayıp (ihtiyaç sahiplerine,) yetimlere, yoksullara ve yolda / sokakta kalan zor durumdaki kimselere servetinizden harcama / yardım yapın. Şüphesiz ki Allah yaptığınız tüm yardımları / iyilikleri en iyi bilendir.
Ayet: 216-218
Ey İslam'a inananlar, savaşı hoş görmeseniz de, (İslam'ı savunmak için) savaşmak size farz kılınmıştır. Şunu iyi bilin ki, hoş görmediğiniz bir şey sizin için iyi olabilir, sevdiğiniz bir şey de sizin için kötü olabilir. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilir; ama siz her şeyi bilemezsiniz. Ey elçi, sana haram ayda savaşmanın hükmünü soranlara de ki: "Şunu iyi bilin ki, haram ayda savaşmak kötü bir şeydir; ama Allah'a göre Allah'ın dosdoğru yolundan / İslam'dan / doğruluktan alıkoymak, İslam'ı ısrarla inkar etmek ve Mescidi Haram'da ibadet etme hakkına sahip olan (İslam'a inananları) oradan çıkarmak daha kötü bir şeydir." Doğrusu fitne (saldırganlık) ölümden daha kötüdür. Ey İslam'a inananlar, şunu iyi bilin ki, eğer inkarcılar yapabilselerdi, size karşı sizi dininizden (İslam'dan) döndürene kadar savaşırlardı. Ey İslam'a inananlar, şunu iyi bilin ki, sizden İslam'dan dönüp inkarcı olarak ölen kimselerin tüm yaptıkları dünyada ve ahirette boşa gitmiştir. İşte onlar sonsuza kadar kalmak üzere cehennem ateşine girecektir. İslam'a inanıp Allah'ın dosdoğru yolu / İslam için hicret ve mücadele (cihat) eden kimselerin sonu ise çok farklı olacaktır. İşte onlar Allah'ın rahmetini umabilirler. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayandır ve en merhametlidir.
Ayet: 219-220
Ey elçi, sana şarap / sarhoş edici içkiler ve kumar / şans oyunları hakkında sorular soranlara de ki: "Doğrusu insanlar için onlarda büyük günahlar ve bazı yararlar vardır. Onların günahları yararlarından daha büyüktür. (Öyleyse böyle şeylerden sakının.)" Ey elçi, sana (İslam için) neyi / ne miktarda harcama / yardım yapmaları gerektiğini soranlara de ki: "Harcamanızı / yardımınızı size rahatsızlık vermeyecek bir miktarda yapın." Bu böyledir. Allah size bildirdiği gerçekleri açıklar. Umulur ki gerçekleri düşünüp öğüt alırsınız. Ey insanlar, dünyanız ve ahiretiniz hakkında düşünüp öğüt alın. Ey elçi, sana yetimler / kimsesizler hakkında sorular soranlara de ki: "Şunu iyi bilin ki, onları iyi bir eğitimle yetiştirmek de bir yardımdır / iyiliktir. Eğer onları ailenizin içine alıp beraberce yaşarsanız, onları ailenizin bir üyesi olarak görmeniz gerekir. Şüphesiz ki Allah bozguncular ile düzeltici / iyi işler yapanları birbirinden ayırır. Şunu iyi bilin ki, Allah dilerse (bir gün) sizin hayatınızı da zorlaştırabilir." Şüphesiz ki Allah en üstündür ve en doğru kararı verendir."
Ayet: 221
Ey İslam'a inananlar, İslam'a inanmayan putperest / müşrik kadınlarla evlenmeyin. Şunu iyi bilin ki, hoşunuza giden putperest / müşrik bir kadınla evlenmek yerine -köle / hizmetçi de olsa- İslam'a inanan bir kadınla evlenmek daha iyidir. (Aynı şekilde) İslam'a inanan kadınları da İslam'a inanmayan putperest / müşrik erkeklerle evlendirmeyin. Şunu iyi bilin ki, İslam'a inanan bir kadının hoşunuza giden putperest / müşrik bir erkekle evlenmesi yerine -köle / hizmetçi de olsa- İslam'a inanan bir erkekle evlenmesi daha iyidir. Doğrusu onlar (putperestler / müşrikler) insanları cehennem ateşine çağırır. Allah ise insanları -izniyle / lütfuyla- cennete ve bağışlamasına çağırır. Bu böyledir. Allah bildirdiği gerçekleri insanlara açıklar. Umulur ki insanlar gerçekleri düşünüp öğüt alırlar.
Ayet: 222-223
Ey elçi, sana kadınların adet / regl dönemi hakkında sorular soranlara de ki: "Şunu iyi bilin ki, adet dönemi kadınlar için bir sıkıntıdır. Öyleyse adet dönemlerinde hanımlarınızdan (onlarla cinsel ilişkiye girmekten) uzak durun ve onlar temizlenene kadar da yaklaşmayın. Onlar (adet döneminden) temizlendikten sonra ise onlara Allah'ın emrine uygun şekilde yaklaşabilirsiniz. Doğrusu Allah hatadan dönüp / tövbe edip kendini düzeltenleri ve (maddi-manevi kirlerden) temizlenenleri sever. Hanımlarınız ektiğiniz bir tarla gibi size ürün (çocuk) verir. Öyleyse onlara dilediğiniz gibi yaklaşabilirsiniz. Ey İslam'a inananlar, bu dünyada birbirinize iyilikler sunun ve Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranıp yasaklarından sakının. Şunu iyi bilin ki, ahirette Onun huzurunda buluşup tüm yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz." Ey elçi, İslam'a inananlara (cenneti) müjdele.
Ayet: 224-225
Ey İslam'a inananlar, Allah'ın adını anarak ettiğiniz kötü yeminleri geçerli kabul etmeyin. Çünkü Allah sizin iyilik etmenize, Onun emirlerine duyarlıca sorumlu davranıp yasaklarından sakınmanıza ve insanların arasını düzeltmenize asla engel değildir. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla işitendir ve her şeyi en iyi bilendir. Ey İslam'a inananlar, şunu iyi bilin ki, Allah sizi (boş bulunup) bilinçsizce ettiğiniz yeminlerden değil bilinçli olarak ettiğiniz yeminlerden sorumlu tutar. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayandır ve en hoşgörülüdür.
Ayet: 226-227
Ey İslam'a inananlar, şunu iyi bilin ki, "ila yapan" (hanımıyla cinsellik yaşamayacağına dair yemin eden) kimseler en fazla dört ay bekleyebilirler. Eğer bu dört aylık süre içinde hanımlarına dönerlerse (evliliklerini kurtarırlar; ama dört ay hanımlarına dönmezlerse, bu, boşanma için geçerli bir sebep olur.) Şüphesiz ki Allah çok bağışlayandır ve en merhametlidir. Eğer eşler boşanma kararı alırsa, (boşanma süreci başlar.) Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla işitendir ve her şeyi en iyi bilendir.
Ayet: 228
(Evli bir çift boşanma kararı alırsa) boşanan kadınlar (hamile olup olmadıklarını bilmek için) üç adet dönemi / üç ay (iddet) süresince kendi kendine (başka bir kocayla evlenmeden) beklemelidir. Boşanma sürecinde olan kadınlar Allah'a ve ahiret gününe / ahiretteki hesaba inanıyorlarsa Allah'ın rahimlerinde yarattığı bir bebek varsa gizlememelidir. (Eğer onlar hamile değillerse ve bekleme / iddet süresi içinde uzlaşmayla evliliğe geri dönülmezse boşanma gerçekleşir. Ama hamilelerse ve doğum yapana kadar uzayan bekleme / iddet süresi içinde uzlaşmayla evliliğe geri dönülmezse boşanma gerçekleşir.) Bekleme (iddet) süresi içinde eşler arasında bir uzlaşma olursa, -böyle bir durumda- kocanın hanımına (yeni bir nikah kıymadan) geri dönme hakkı vardır. Herkes şunu iyi bilsin ki, hakkaniyetli bir aile hayatı için erkeğin de kadının da karşılıklı hakları ve sorumlulukları vardır. Ama aile hayatında (fiziksel güçleri sebebiyle) kocaların hanımlara göre bir derece fazla sorumluluğu vardır. Şüphesiz ki Allah en üstündür ve en doğru kararı verendir.
Ayet: 229-230
Ey İslam'a inananlar, şunu iyi bilin ki, evli bir çift iki defa (aynı eşle tekrar evlenme imkanıyla) boşanabilir. Ama aynı eşler üçüncü defa evlendiğinde ya hakkaniyetli bir şekilde evliliği korumalı ya da (üçüncü defa boşanırsa) iyilikle birbirinden tamamen ayrılmalıdır. Ey İslam'a inananlar, hanımlarınızı boşarsanız, mehir veya hediye olarak onlara verdiğiniz hiçbir şeyi geri almamalısınız. Ama bir çift evli kaldığında Allah'ın koyduğu sınırları koruyamamaktan korkarsa ve siz de (arabulucu olarak) o çiftin evli kaldığında Allah'ın koyduğu sınırları çiğneyeceklerinden endişe ederseniz, boşanmak isteyen kadının mehir veya hediye olarak aldığı şeylerden bazılarını gönüllü olarak geri vermesinde bir günah yoktur. İşte bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın o sınırları çiğnemeyin! Herkes şunu iyi bilsin ki, Allah'ın koyduğu sınırları çiğneyen kimseler, işte onlar, haksızlıkta / zulümde ısrar eden zalimlerin ta kendileridir. Eğer bir koca hanımını (iki defa evlenip boşadıktan sonra tekrar evlenip) üçüncü defa da boşarsa, (üçüncü boşanma gerçekleştikten sonra) artık eski hanımı ona başka bir kocayla evlenmedikçe helal olmaz. Ama yeni kocası o hanımı boşadığı takdirde, daha önce üç defa evlenip boşanmış olan eşlerin -Allah'ın koyduğu sınırlara uyacaklarını düşünürlerse- tekrar birbirine geri dönüp evlenmesinde bir günah yoktur. İşte bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır. Doğrusu Allah bunları, gerçekleri bilmek isteyen kimselere açıklar.
Ayet: 231
Ey İslam'a inananlar, hanımlarınızı boşadığınızda ve onlar bekleme sürelerini bitirdiğinde, ya (boşanma gerçekleşmeden önce evliliğe geri dönüp) hakkaniyetli bir şekilde hanımlarınızı yanınızda tutun ya da (boşanma gerçekleştikten sonra) onlardan iyilikle ayrılın. Sakın hanımlarınızın haklarını çiğneyip zarar vermek için onları (zorla) yanınızda tutmayın. Yoksa Allah'ın koyduğu sınırları çiğnersiniz. Doğrusu böyle yapan kimseler kendilerine haksızlık etmiş / günah işlemiş olurlar. Öyleyse Allah'ın bildirdiği gerçekleri hafife almayın. Allah'ın size lütfettiği nimetleri, size indirdiği bu ilahi kitabı / Kuran'ı ve size öğütlediği doğru hükümleri (şükürle) anın. Daima Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranıp yasaklarından sakının. Şunu iyi bilin ki, Allah her şeyi en iyi bilendir.
Ayet: 232
Ey İslam'a inananlar, hanımlarınızı boşadığınızda ve onlar bekleme sürelerini bitirdiğinde, (boşanma gerçekleştikten sonra) onların hakkaniyetli bir şekilde başka kocalarla uzlaşıp yeni bir evlilik yapmalarına zorbaca karşı çıkmayın. Sizden Allah'a ve ahiret gününe / ahiretteki hesaba inanan kimselere öğütlenen budur. Çünkü böyle davranmak sizin için daha iyi ve daha temiz olur. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilir; ama siz her şeyi bilemezsiniz.
Ayet: 233
Ey İslam'a inananlar, boşanmış bir anne bebeğini tam iki yıl emzirmek isterse, bebeğin babası emzirme süresi boyunca annenin geçim ve giyim ihtiyaçlarını hakkaniyetli bir şekilde karşılamalıdır. Ama hiç kimseye gücünün üstünde bir yük yüklenmemelidir. Çocuğun annesi de babası da (onlar yoksa) vasisi de gereksiz bir yükün altına (zarara) sokulmamalıdır. Eğer anne ve baba konuşup anlaşarak çocuklarını iki yıldan önce sütten kesmeye karar verirlerse, bunda bir günah yoktur. Eğer bir sütanne tutup hakkaniyetli bir ödeme karşılığında bebeğe süt vermesini isterseniz, bunda da bir günah yoktur. Daima Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranıp yasaklarından sakının. Şunu iyi bilin ki, Allah tüm yaptıklarınızı görendir.
Ayet: 234-235
Ey İslam'a inananlar, sizden vefat edenlerin geride bıraktığı hanımlar dört ay on gün bekleme (iddet) süresince kendi kendine (başka bir kocayla evlenmeden) beklemelidir. (Boşanan veya dul) hanımlar bekleme süresini bitirdiğinde, onların kendi kararıyla hakkaniyetli bir şekilde yapacaklarından size bir günah yoktur. Şüphesiz ki Allah tüm yaptıklarınızdan haberdardır / ahirette sizi hesaba çekecektir. Kadınlara evlenme teklif etmenizde veya bu niyeti içinizde saklı tutmanızda bir günah yoktur. Allah (evlenmek istediğiniz kadınları) aklınızda tuttuğunuzu bilmektedir; ama onlarla gizlice sözleşip buluşmayın. (Evlenmek istediğiniz kadınlarla) ancak hakkaniyetli bir şekilde konuşabilirsiniz. Sakın belirli bir bekleme (iddet) süresi bekleyen kadınlara o süre bitmeden nikah akdi yapmaya kalkışmayın! Şunu iyi bilin ki, Allah içinizdekileri (niyetlerinizi) bilir. Öyleyse Allah'tan sakının. Şunu iyi bilin ki, Allah çok bağışlayandır ve en hoşgörülüdür.
Ayet: 236-237
Ey İslam'a inananlar, şunu iyi bilin ki, hanımlarınızı onlara hiç dokunmadan veya ödemeniz gereken bir mehir bedeli belirlemeden boşamanızda bir günah yoktur. Ama varlıklı kocalar kendi gücüne göre, yoksul kocalar da kendi gücüne göre (boşadıkları hanımlara) hakkaniyetli bir şekilde bir ikramda bulunmalıdır. Bu davranış iyi işler yapanlar üzerine bir görevdir. Hanımlarınızı onlara hiç dokunmadan ama ödemeniz gereken bir mehir bedeli belirlemiş olarak boşarsanız -eğer o hanımlar veya nikah akdinde adı geçen vekilleri bağışlamazlarsa- belirlenen o mehir bedelinin yarısını ödemeniz gerekir. Ama sizin (daha fazlasını) onlara bağışlamanız Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranıp yasaklarından sakınmaya daha uygundur. Ey İslam'a inananlar, birbirinize lütufkarca davranmayı unutmayın. Şüphesiz ki Allah tüm yaptıklarınızı görendir.
Ayet: 238-239
Ey İslam'a inananlar, namazlarınızı -özellikle orta namazı- aksatmadan düzenli kılın ve Allah'a boyun eğerek ibadete kalkın. Eğer bir endişeniz / korkunuz varsa, yürürken de binekte / araçta giderken de namaz kılabilirsiniz. Ama güvende olduğunuzda namazı her zamanki gibi kılın ve Allah'ı (şükürle) anın. Size bilmediğiniz şeyleri öğrettiği için Allah'ı (şükürle) anın.
Ayet: 240-242
Ey İslam'a inananlar, sizden vefat edip geride hanımlarını bırakan kimseler hanımlarına (geçinmeleri için) evden çıkmaya (ve çalışmaya) zorlanmadan (yaşayabilmeleri için) en az bir yıllık geçim imkanını önceden hazırlamalıdır. Ama kocası ölen kadınlar kendi istekleriyle evden çıkmak isterse, onların kendi kararıyla hakkaniyetli bir şekilde yapacaklarından size bir günah yoktur. Şüphesiz ki Allah en üstündür ve en doğru kararı verendir. Boşanmış (yoksul) kadınların hakkaniyetli bir şekilde geçimlerinin sağlanması, Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranan ve yasaklarından sakınan kimselerin üzerine bir görevdir. Bu böyledir. Allah size bildirdiği gerçekleri açıklar. Umulur ki aklınızı kullanırsınız.
Ayet: 243-245
Ey elçi, (İsrailoğullarından) binlerce olmalarına rağmen ölüm korkusuyla yurtlarından çıkan kimseleri biliyorsun. Allah da onlara: "Ölün." dedi ve onları ahirette diriltecektir. Şüphesiz ki Allah insanlara çok lütufkardır; ama (ne yazık ki) insanlardan birçoğu Ona şükretmez. Öyleyse ey İslam'a inananlar, Allah'ın dosdoğru yolu / İslam için savaşın. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla işitendir ve her şeyi en iyi bilendir. Şunu iyi bilin ki, Allah, Ona güzel bir borç veren (yani insanlara iyilik eden) kimselere (ahirette) kat kat fazlasını lütfedecektir. Doğrusu Allah sizi bu dünyada bazen az bazen de çok vererek (sınamaktadır.) Sonuçta hepiniz ahirette Allah'ın huzuruna döndürülüp (tüm yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz.)
Ayet: 246
Ey elçi, Musa'dan sonra İsrailoğullarından ileri gelen kimselerin (İslam'dan uzaklaştığını) biliyorsun. Geçmişte (onlardan bazıları) Allah'ın onlara gönderdiği bir peygambere: "Başımıza bir kral tayin et de (onun emrinde) Allah'ın dosdoğru yolu / İslam için savaşalım." dediler. O peygamber onlara: "Acaba savaş size farz kılınırsa, savaşır mısınız?" dediğinde ise onlar: "Niçin Allah'ın dosdoğru yolu / İslam için savaşmayalım ki! Hem biz hem de çocuklarımız yurdumuzdan çıkarılmışız!" dediler. Ama onlar kendilerine savaşmaları emredildiğinde -çok azı hariç- o emirden yüz çevirdiler. Şüphesiz ki Allah haksızlıkta / zulümde ısrar eden zalimleri en iyi bilendir.
Ayet: 247-248
O peygamber onlara: "Allah Talut'u size kral olarak tayin etti" dediğinde, onlar: "Talut'un bizim üzerimize nasıl bir krallığı olabilir ki! Doğrusu biz krallığı ondan daha çok hak ediyoruz. Talut'a zenginlik verilmediği halde (nasıl olur da krallık verilir ki!)" dediler. O peygamber de onlara: "Şunu iyi bilin ki, Allah Talut'u sizin için seçip ona bilgi ve beden gücü vermiştir. Doğrusu Allah krallığı dilediğine verir. Şüphesiz ki Allah her şeyi kuşatandır ve her şeyi en iyi bilendir. Talut'un krallığının kanıtı ise -içinde hem Rabb'inizden güven duygusu (huzur) hem de Musa ve Harun ailelerine ait bazı emanetler bulunan- ahit sandığının meleklerin taşımasıyla size gelmesidir. İşte bunda size gösterilen bir mucize vardır. Eğer Allah'a inandıysanız (bana uyun.)" dedi.
Ayet: 249-251
Talut ordusuyla yola çıkarken askerlerine: "Ey askerlerim, Allah sizi bir ırmakla sınayacaktır. O ırmağın suyundan (doyasıya) içenler benden değildir. Ondan içmeyenler veya en fazla bir avuç içenler ise bendendir." dedi." Ama bu uyarıya rağmen o ırmağa vardıklarında, birkaç kişi hariç hepsi onun suyundan doyasıya içti. Talut ve onunla beraber İslam'a inananlar ırmağı geçtiğinde, (o ırmağın suyundan çok içtiğinden rahatsız olan) diğerleri: "Bugün Calut'a ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok." dediler. Diğer yandan da, ahirette Allah'ın huzurunda buluşup tüm yaptıklarından hesaba çekileceklerine inanan kimseler: "Tarih boyunca nice az topluluklar Allah'ın izniyle / lütfuyla çok toplulukları yenmiştir. Şüphesiz ki Allah (İslam için) sabırla dayanışarak hareket eden kimselerle beraberdir." dediler. Sonra onlar Calut'un ve ordusunun karşısına çıktığında: "Ey Rabb'imiz, bize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlamlaştır / kararlılığımızı artır ve İslam'ı ısrarla inkar eden kafirlere karşı bize yardım et / zafer ver." diyerek dua ettiler. Böylece onlar Allah'ın izniyle / lütfuyla düşmanı yendiler. Davud da Calut'u öldürdü. Daha sonra Allah Davud'a krallık ve doğru hükümler verdi. Allah ona dilediği bilgileri öğretti. Şayet Allah insanlardan bazılarını bazılarıyla engellemeseydi, şimdiye kadar yeryüzü çoktan bozulmuş olurdu. Şüphesiz ki Allah yarattığı tüm varlıklara lütuf sahibidir.
Ayet: 252-253
Ey elçi, işte bunlar sana gerçeklerle okuyup aktardığımız "Allah'ın bildirdiği" gerçeklerdir. Çünkü sen Allah'ın gönderdiği elçilerinden birisin. Bunlar da birbirinden farklı özellikler lütfettiğimiz Allah'ın elçileridir. Onların arasında Allah'ın konuştukları da vardır. Allah bazılarını da üst derecelere yükseltmiştir. Doğrusu Biz Meryem oğlu İsa'ya apaçık kanıtlar verdik ve onu Ruhul Kudüs / Cebrail ile destekledik. Şayet Allah dileseydi (zorlasaydı) insanlar o elçilerden ve kendilerine gelen apaçık kanıtlardan sonra (İslam'a inanıp) birbirini öldürmezlerdi / savaşmazlardı. Ama (Allah insanları bu dünyada düşünce, inanç ve tercihlerinde özgür bırakıp karakterlerini sınadığından) bazıları (İslam'dan) ayrılığa düştüler. Böylece bazıları İslam'a inandılar, bazıları da İslam'ı ısrarla inkar ettiler. Şayet Allah dileseydi (zorlasaydı) insanlar (İslam'a inanıp) birbirini öldürmezlerdi / savaşmazlardı. Şüphesiz ki Allah istediği her şeyi yapar.
Ayet: 254
Ey İslam'a inananlar, hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir desteğin / şefaatin geçerli olmadığı kıyamet günü gelmeden önce lütfettiğimiz nimetlerden (İslam için) harcama / yardım yapın. Doğrusu İslam'ı ısrarla inkar eden kafirler, haksızlıkta / zulümde ısrar eden zalimlerin ta kendileridir.
Ayet: 255
Allah'tan başka ilah yoktur / Allah tüm varlıkların tek ilahıdır. Allah hayat verendir ve her şeyi gözetendir. Allah uyumaz ve uyuklamaz. Şunu iyi bilin ki, Allah göklerde ve yerdeki herkesin / her şeyin tek sahibidir. Ahirette Allah'ın huzurunda hiç kimse (Ondan) başkasından hiçbir destek / şefaat göremez. Doğrusu ancak Allah'ın izin verdiği şey olur. (Onun izin vermediği şey ise asla olmaz.) Doğrusu Allah tüm varlıkların öncesini ve sonrasını bilir; ama onlar Allah'ın bilgisinden ancak Onun dilediği kadarını kavrayabilirler. Herkes şunu iyi bilsin ki, Allah'ın hükümranlığı gökleri ve yeri kuşatır. O, gökleri ve yeri koruyup gözetmekten yorulmaz. Şüphesiz ki Allah en yücedir ve en büyüktür.
Ayet: 256-257
Ey insanlar, şunu iyi bilin ki, Allah'ın dininde (İslam'da) zorlama yoktur. Çünkü doğru yol ile eğri yol birbirinden ayrılmıştır. (Gerçekler apaçıktır.) Doğrusu Allah'a karşı azgınlaşanları (yani Tâğut'u) reddeden ve Allah'a gönülden inanan kimseler -hiç kopmaz- sağlam bir ipe tutunmuş / kurtuluşa erişmiş olur. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla işitendir ve her şeyi en iyi bilendir. Herkes şunu iyi bilsin ki, Allah İslam'a inananların dostudur. Onları karanlıklardan İslam'ın aydınlığına çıkarır. Allah'a karşı azgınlaşanlar (yani Tâğut) da İslam'ı ısrarla inkar edenlerin dostudur. Onlar da kendilerini dost edinenleri aydınlıktan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar sonsuza kadar kalmak üzere cehennem ateşine girecektir.
Ayet: 258
Ey elçi, geçmişte Allah'ın ona hükümdarlık vermesiyle (ilahlık iddia edip) Rabb'i hakkında İbrahim'le tartışan kimseyi biliyorsun. İbrahim ona: "Şunu iyi bil ki, benim Rabb'im yaşatandır ve öldürendir." dediğinde, o: "(Bunda ne var ki) ben de yaşatırım ve öldürürüm." dedi. Ama İbrahim ona: "Allah güneşi doğudan getirir. Haydi, (gücün yetiyorsa) sen de onu batıdan getir." dediğinde, o inkarcı şaşırıp kaldı. Doğrusu Allah haksızlıkta / zulümde ısrar eden zalimleri dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yöneltmez.
Ayet: 259
Ey elçi, alt üst olmuş bir beldeden geçerken: "Allah bu ölü beldeyi nasıl diriltir?" diye soran adamı biliyorsun. Allah o adamı yüz yıl öldürdükten (bayılttıktan) sonra diriltti. Allah ona: "Burada (ölü / baygın) olarak ne kadar kalmış olabilirsin?" dediğinde, o adam: "Bir gün ya da daha az kalmış olabilirim." dedi. O vakit Allah ona: "Hayır, sen orada yüz yıl kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak. Onlar hiç bozulmamış. Şimdi de eşeğine bak. (Eşeğin ölmüş ve geride sadece kemikleri kalmış.) Doğrusu Biz senin yaşadığın bu olayı tüm insanlara bir mucize yapmak istiyoruz. Şimdi eşeğinin kemiklerine bak ve Bizim onları nasıl toplayıp etle kapladığımızı gör." dedi. Bunları gören adam: "Artık çok iyi anlıyorum ki Allah her şeye gücü yetendir." dedi.
Ayet: 260
Geçmişte İbrahim: "Ey Rabb'im, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster." dediğinde, Allah ona: "(Ahirette diriltileceğine) inanmıyor musun?" dedi. İbrahim de: "Tabii ki inanıyorum; ama kalbimin daha çok tatmin olmasını istiyorum." dedi. O vakit Allah ona: "Öyleyse dört kuş alıp onları kendine alıştır. Sonra (onları birbirinden ayırıp) her tepeye onlardan birini bırak. Sonra da onları kendine çağır. (Göreceksin ki) o kuşlar sana koşarak gelecektir. (İşte aynı şekilde, ahirette Allah insanları çağırdığında, hepsi dirilerek Rabb'ine gelecektir.) Şunu iyi bil ki, Allah en üstündür ve en doğru kararı verendir." dedi.
Ayet: 261-263
Allah'ın dosdoğru yolu / İslam için servetinden harcama / yardım yapan kimselerin ahiretteki kazançlarının örneği, bir tane buğday ekip ondan yedi başak almaya ve o yedi başağın her birinden de yüz tane tohum almaya (yani bire yedi yüz kazanmaya) benzetilebilir. Doğrusu Allah dileyenleri (yani İslam'a inananları ahirette) kat kat fazlasıyla ödüllendirecektir. Şüphesiz ki Allah her şeyi kuşatandır ve her şeyi en iyi bilendir. Şunu iyi bilin ki, Allah'ın dosdoğru yolu / İslam için servetinden harcama / yardım yapan ve yaptığı yardımın ardından başa kakma ve incitme yapmayan kimseler ahirette Rabb'lerinin huzurunda ödüllendirilecektir. Sonuçta (ahirette) onların hiçbir korkusu veya üzüntüsü olmayacaktır. Şunu da iyi bilin ki, güzel bir söz ve bağışlama / hoşgörü, ardından incitme gelen bir yardımdan daha iyidir. Şüphesiz ki Allah en zengindir / hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır ve en hoşgörülüdür.
Ayet: 264-266
Ey İslam'a inananlar, Allah'a ve ahiret gününe / ahiretteki hesaba (gerçekten) inanmayan ve sadece gösteriş yapmak için servetinden yardım yapan münafıklar / ikiyüzlüler gibi yaptığınız yardımları (insanların) başlarına kakıp inciterek geçersiz hale getirmeyin. İkiyüzlülerin / münafıkların örneği, üzerinde bir toprak tabakası olan bir kayaya benzetilebilir. Ama sağanak yağmur yağınca (o toprak tabakasını sıyıracak ve) onu çıplak bir kaya olarak (ortada) bırakacaktır. Sonuçta onlar bu dünyada kazandıkları serveti ahirette kaybedecektir. Doğrusu Allah İslam'ı ısrarla inkar eden kafirleri dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yöneltmez. Allah'ın rızasını kazanmak ve dayanışmak için servetinden harcama / yardım yapan kimselerin örneği ise bir tepede bulunan bir bahçeye benzetilebilir. Sağanak bir yağmur yağdığında, o bahçe iki kat fazla ürün verecektir. (O bahçe öyle verimli bir bahçedir ki) sağanak yağmur yağmasa da çisentiden bile ürün verir. Şüphesiz ki Allah tüm yaptıklarınızı görendir. Bir düşünün bakalım, hanginiz kendisi ihtiyarlamış ve çocukları bakıma muhtaç iken sahip olduğu -hurma ağaçlarıyla ve üzüm bağlarıyla dolu, aralarından dereler akan ve içinde her çeşit meyve bulunan- bahçesinin kuvvetli bir rüzgarın taşıdığı bir ateşle yanıp kavrulmasını ister. Bu böyledir. Allah size bildirdiği gerçekleri açıklar. Umulur ki gerçekleri düşünüp öğüt alırsınız.
Ayet: 267-269
Ey İslam'a inananlar, kazandığınız ve size yerden çıkardığımız temiz / sağlıklı ürünlerden (İslam için) harcama / yardım yapın. Ama sakın (yardım adı altında) kendinizin göz yummadan almayacağınız kötü şeyleri seçip vermeye kalkışmayın! Şunu iyi bilin ki, Allah en zengindir / hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır ve en çok övülendir. Şunu da iyi bilin ki, şeytan size fakirlik endişesi verip utanç verici / çirkin şeyler yapmanızı emreder / telkin eder. Allah ise size bağışlamasını ve lütfunu söz verir. Şüphesiz ki Allah her şeyi kuşatandır ve her şeyi en iyi bilendir. Allah, dileyenlere (yani İslam'a inananlara) doğru hükümleri lütfeder. Kendisine doğru hükümler lütfedilen kimselere çok iyilikler verilmiştir. Ama ancak akıl sahipleri gerçekleri düşünüp öğüt alırlar.
Ayet: 270-271
Allah sizin (İslam için) yaptığınız her harcamayı / yardımı ve adadığınız her adağı bilir. Ama haksızlıkta / zulümde ısrar eden zalimler ahirette yardımsız / çaresiz kalacaktır. Ey İslam'a inananlar, yardımları (gösteriş yapmamak şartıyla) açıktan vermeniz iyidir; ama yoksullara yardımları gizliden verirseniz, bu, sizin için daha iyi olur. Böylece Allah kötülüklerinizi örter. Şüphesiz ki Allah tüm yaptıklarınızdan haberdardır / ahirette sizi hesaba çekecektir.
Ayet: 272-274
Ey elçi, sen insanların dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yönelip yönelmemesinden sorumlu değilsin. Doğrusu Allah ancak dileyenleri (yani İslam'a inananları) dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yöneltir. Ey İslam'a inananlar, şunu iyi bilin ki, (İslam için) servetinizden yaptığınız her harcama / yardım, -eğer gösteriş için değil yalnız Allah'ın rızasını kazanmak içinse- (ahirette) kendi yararınıza olacaktır. Ey İslam'a inananlar, şunu iyi bilin ki, (İslam için) servetinizden yaptığınız her harcamanın / yardımın karşılığı (ödülü) ahirette size hiçbir haksızlık edilmeden eksiksizce verilecektir. Herkes şunu iyi bilsin ki, yardımlar öncelikli olarak kendini Allah'ın dosdoğru yoluna / İslam'a adayan ama (hapis veya hastalık gibi sebepler yüzünden çalışıp kazanamayan) zorda kalan ve yeryüzünde rahatça dolaşamayan yoksullara verilmelidir. Onların zorda olduğu yüzlerinden bellidir; ama cahiller (gerçeği bilmeyenler) onların onurlu duruşuna bakarak onları zengin sanırlar. Çünkü onlar yüzsüzlük ederek insanlardan bir şey istemezler. Şüphesiz ki Allah sizin iyilik için harcadığınız her şeyi en iyi bilendir. Doğrusu gece-gündüz daima (İslam için) servetlerinden -gizliden ve açıktan- harcama / yardım yapan kimseler ahirette Rabb'lerinin huzurunda ödüllendirilecektir. Sonuçta (ahirette) onların hiçbir korkusu veya üzüntüsü olmayacaktır.
Ayet: 275-281
Doğrusu tefecilik yaparak (faizden kazanç sağlayarak) yiyen kimseler kıyamet günü kabirlerinden şeytandan dayak yemiş gibi kalkacaktır. Çünkü onlar: "Tefecilik de bir alışveriştir." dediler. Doğrusu Allah, alışverişi helal kılmıştır; tefeciliği ise haram kılmıştır. Artık her kim Rabb'inden gelen bu öğüde uyarak hatadan dönüp / tövbe edip kendini düzeltirse, önceki kazancı ona kalır. Tefecilikten tövbe edeni affetmek Allah'a aittir. Ama tefecilik yapmaya / faizden kazanç sağlamaya geri dönen kimseler -sonsuza kadar kalmak üzere- cehennem ateşine girecektir. Doğrusu Allah tefeciliği cezalandırır; sadakaları / yardımları ise fazlasıyla ödüllendirir. Şüphesiz ki Allah İslam'ı ısrarla inkar eden günahkarları sevmez. İslam'a inanıp düzeltici / iyi işler yapan ve namazı düzenli kılmakla beraber (İslam için) zekat veren kimseler ise ahirette Rabb'lerinin huzurunda ödüllendirilecektir. Sonuçta (ahirette) onların hiçbir korkusu veya üzüntüsü olmayacaktır. Ey İslam'a inananlar, eğer Allah'a inandıysanız Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranıp yasaklarından sakının ve faizden sağladığınız kazancın bakiyesinden vazgeçin. Aksi takdirde Allah'a ve elçisine karşı bir savaşa girmiş sayılırsınız. Ama hatadan dönüp / tövbe edip kendinizi düzeltirseniz, şunu iyi bilin ki, borç verdiğiniz anapara size aittir. Siz hiç kimseye haksızlık etmeyin; hiç kimse de size haksızlık etmesin. Borç verdiğiniz kimseler zordalarsa, onların borçlarını ileri bir vadeye erteleyin. Zor durumda olanların borçlarını (silip) kendilerine sadaka vermeniz / yardım yapmanız ise (sadakanın ahiretteki ödülü bakımından) sizin için daha iyi olur. Keşke gerçekleri bir anlasaydınız. Artık Allah'a döndürüleceğiniz kıyamet günü hakkında duyarlıca sorumlu davranın. Sonuçta (ahirette) herkese tüm yaptıklarının karşılığı hiçbir haksızlık edilmeden eksiksizce verilecektir.
Ayet: 282-283
Ey İslam'a inananlar, vadeli borç-alacak işlemi yaptığınızda onu yazın. Tarafsız bir yazıcı (veya noter) de aranızda yaptığınız sözleşmeyi adaletle yazmalıdır. Yazıcı Allah'ın ona öğrettiği gibi yazmaktan geri durmasın ve (doğruyu) yazsın. Borç ya da yükümlülük altına giren kimseler, o sözleşmeyi imzalamalı ve Rabb'leri olan Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranıp, yasaklarından sakınarak sözleşmede yazan yükümlülükleri yerine getirmelidir. Eğer borç ya da yükümlülük altına giren kimseler, fiziksel veya zihinsel olarak engelliyseler veya imza atmaya elverişsizseler, onların yerine yasal vasileri / vekilleri sözleşmeyi imzalamalıdır. Şahitliğini kabul ettiğiniz iki adam o sözleşmeye şahitlik edebilir. İki adam olmazsa, bir adam ve iki kadın da o sözleşmeye şahitlik edebilir. Şahitlerden biri bir konuda şaşırırsa, diğeri ona hatırlatabilir. Şahitler bir anlaşmazlığı çözmek için çağrıldığında şahitliğe gelmeli ve yorucu-sıkıcı olsa da tüm ayrıntıları vadeleriyle beraber (ifadelerinde) yazmalıdır. Bu, Allah'a göre en adaletli sonuç veren, şahitler için en sağlam olan ve şüpheyi ortadan kaldıran yöntemdir. Ama mal veya hizmetin hemen teslim edildiği peşin alışverişte yazışma yapmamanızda bir günah yoktur. Alışverişlerinizde (birbirinize) şahitlik edin. Yazıcı ve şahitler her zaman güven içinde olmalıdır. Yazıcı ve şahitler hiçbir baskıya / zarara uğratılmamalıdır. Eğer böyle bir şey yaparsanız ahirette kendi zararınıza olacak büyük bir günah işlemiş olursunuz. Daima Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranıp yasaklarından sakının. Allah size (bilmediklerinizi) öğretir. Şüphesiz ki Allah her şeyi en iyi bilendir. Ama yolculuk gibi (yazışma yapmaya) uygun olmayan bir durumdaysanız ve (yaptığınız vadeli alışverişi) yazacak bir yazıcı (noter) bulamıyorsanız, borç ya da yükümlülük altına giren kimselerden bir şeyi güvence (teminat) olarak emanetinize alabilirsiniz. Birbirinize güvendiğinizde güven duyulan kimseler kendilerine emanet edilen yükümlülükleri yerine getirmeli ve Rabb'leri olan Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranıp yasaklarından sakınmalıdır. Sakın şahit olduğunuz gerçekleri gizlemeyin! Şunu iyi bilin ki, şahitlik ederken gerçekleri gizleyen kimseler kalben günahkardır. Şüphesiz ki Allah tüm yaptıklarınızı en iyi bilendir.
Ayet: 284
Şunu iyi bilin ki, Allah göklerde ve yerdeki herkesin / her şeyin tek sahibidir. Doğrusu -açıklasanız da gizleseniz de- Allah içinizdekileri (niyetlerinizi) bilir ve ahirette sizi (kötü niyetlerinizden) hesaba çekecektir. Doğrusu Allah dileyenleri (yani İslam'a inananları) bağışlar; dileyenleri (yani günahta ısrar edenleri) ise cezalandırır. Şüphesiz ki Allah her şeye gücü yetendir.
Ayet: 285-286
Doğrusu bu elçi ve tüm İslam'a inananlar ona Rabb'inden indirilen bu ilahi kitaba / Kuran'a inandılar. Hepsi Allah'a, Onun meleklerine, ilahi kitaplarına ve elçilerine inandı. Onlar: "Allah'ın elçileri arasında ayrım yapmayız." dediler. (İslam'a inananlar) şöyle dua etmektedir: "Ey Rabb'imiz, emirlerini işittik ve uyduk. Senden hatalarımızı bağışlamanı dileriz. Sonuçta hepimiz ahirette Senin huzuruna varıp tüm yaptıklarımızdan hesaba çekileceğiz. Doğrusu Allah herkese ancak gücü kadar sorumluluk yükler. Ahirette herkes (dünyada) yaptığı iyiliklerin ve kötülüklerin karşılığını görecektir. Ey Rabb'imiz, (emirlerini yerine getirirken) bir şeyi unutursak ya da (kasıtsız) bir hata yaparsak, bizi kınama / cezalandırma. Ey Rabb'imiz, bize bizden öncekilere yüklediğin günah yükünü yükleme. Ey Rabb'imiz, bizi dayanamayacağımız şeye (cehennem cezasına) uğratma. Hatalarımızı affet, bizi bağışla ve bize rahmetini lütfet. Şüphesiz ki Sen bizim (gerçek) dostumuzsun. Ey Rabb'imiz, bize İslam'ı ısrarla inkar eden kafirlere karşı yardım et / zafer ver."

سورة البقرة

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

الٓمٓۚ ﴿1﴾ ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَۚۛ فٖيهِۚۛ هُدًى لِلْمُتَّقٖينَۙ ﴿2﴾ اَلَّذٖينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقٖيمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۙ ﴿3﴾ وَالَّذٖينَ يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَۚ وَبِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَؕ ﴿4﴾ اُولٰٓئِكَ عَلٰى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَاُولٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿5﴾ اِنَّ الَّذٖينَ كَفَرُوا سَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿6﴾ خَتَمَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَعَلٰى سَمْعِهِمْؕ وَعَلٰٓى اَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌؗ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظٖيمٌ ﴿7﴾ وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَبِالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَمَا هُمْ بِمُؤْمِنٖينَۢ ﴿8﴾ يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَالَّذٖينَ اٰمَنُواۚ وَمَا يَخْدَعُونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَؕ ﴿9﴾ فٖي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌۙ فَزَادَهُمُ اللّٰهُ مَرَضًاۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَلٖيمٌۙ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ ﴿10﴾ وَاِذَا قٖيلَ لَهُمْ لَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِۙ قَالُٓوا اِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ ﴿11﴾ اَلَٓا اِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلٰكِنْ لَا يَشْعُرُونَ ﴿12﴾ وَاِذَا قٖيلَ لَهُمْ اٰمِنُوا كَمَٓا اٰمَنَ النَّاسُ قَالُٓوا اَنُؤْمِنُ كَمَٓا اٰمَنَ السُّفَهَٓاءُؕ اَلَٓا اِنَّهُمْ هُمُ السُّفَهَٓاءُ وَلٰكِنْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿13﴾ وَاِذَا لَقُوا الَّذٖينَ اٰمَنُوا قَالُٓوا اٰمَنَّاۚ وَاِذَا خَلَوْا اِلٰى شَيَاطٖينِهِمْۙ قَالُٓوا اِنَّا مَعَكُمْۙ اِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِؤُنَ ﴿14﴾ اَللّٰهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ وَيَمُدُّهُمْ فٖي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ ﴿15﴾ اُولٰٓئِكَ الَّذٖينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدٰى فَمَا رَبِحَتْ تِجَارَتُهُمْ وَمَا كَانُوا مُهْتَدٖينَ ﴿16﴾ مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِي اسْتَوْقَدَ نَارًاۚ فَلَمَّٓا اَضَٓاءَتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللّٰهُ بِنُورِهِمْ وَتَرَكَهُمْ فٖي ظُلُمَاتٍ لَا يُبْصِرُونَ ﴿17﴾ صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَرْجِعُونَۙ ﴿18﴾ اَوْ كَصَيِّبٍ مِنَ السَّمَٓاءِ فٖيهِ ظُلُمَاتٌ وَرَعْدٌ وَبَرْقٌۚ يَجْعَلُونَ اَصَابِعَهُمْ فٖٓي اٰذَانِهِمْ مِنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِؕ وَاللّٰهُ مُحٖيطٌ بِالْكَافِرٖينَ ﴿19﴾ يَكَادُ الْبَرْقُ يَخْطَفُ اَبْصَارَهُمْؕ كُلَّمَٓا اَضَٓاءَ لَهُمْ مَشَوْا فٖيهِۙ وَاِذَٓا اَظْلَمَ عَلَيْهِمْ قَامُواؕ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَذَهَبَ بِسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْؕ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدٖيرٌ ﴿20﴾ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذٖي خَلَقَكُمْ وَالَّذٖينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ ﴿21﴾ اَلَّذٖي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءً وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَخْرَجَ بِهٖ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْۚ فَلَا تَجْعَلُوا لِلّٰهِ اَنْدَادًا وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿22﴾ وَاِنْ كُنْتُمْ فٖي رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهٖ وَادْعُوا شُهَدَٓاءَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقٖينَ ﴿23﴾ فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا وَلَنْ تَفْعَلُوا فَاتَّقُوا النَّارَ الَّتٖي وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُۚ اُعِدَّتْ لِلْكَافِرٖينَ ﴿24﴾ وَبَشِّرِ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرٖي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُؕ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًاۙ قَالُوا هٰذَا الَّذٖي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَاُتُوا بِهٖ مُتَشَابِهًاؕ وَلَهُمْ فٖيهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ ﴿25﴾ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَسْتَحْيٖٓ اَنْ يَضْرِبَ مَثَلًا مَا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَاؕ فَاَمَّا الَّذٖينَ اٰمَنُوا فَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْۚ وَاَمَّا الَّذٖينَ كَفَرُوا فَيَقُولُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلًاۢ يُضِلُّ بِهٖ كَثٖيرًا وَيَهْدٖي بِهٖ كَثٖيرًاؕ وَمَا يُضِلُّ بِهٖٓ اِلَّا الْفَاسِقٖينَۙ ﴿26﴾ اَلَّذٖينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مٖيثَاقِهٖ وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِهٖٓ اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِؕ اُولٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ ﴿27﴾ كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللّٰهِ وَكُنْتُمْ اَمْوَاتًا فَاَحْيَاكُمْۚ ثُمَّ يُمٖيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيٖيكُمْ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿28﴾ هُوَ الَّذٖي خَلَقَ لَكُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَمٖيعًا ثُمَّ اسْتَوٰٓى اِلَى السَّمَٓاءِ فَسَوّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍؕ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلٖيمٌ ﴿29﴾ وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّٖي جَاعِلٌ فِي الْاَرْضِ خَلٖيفَةًؕ قَالُٓوا اَتَجْعَلُ فٖيهَا مَنْ يُفْسِدُ فٖيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَٓاءَۚ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَؕ قَالَ اِنّٖٓي اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿30﴾ وَعَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا ثُمَّ عَرَضَهُمْ عَلَى الْمَلٰٓئِكَةِ فَقَالَ اَنْبِؤُنٖي بِاَسْمَٓاءِ هٰٓؤُلَٓاءِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقٖينَ ﴿31﴾ قَالُوا سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَاؕ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ ﴿32﴾ قَالَ يَٓا اٰدَمُ اَنْبِئْهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْۚ فَلَمَّٓا اَنْبَاَهُمْ بِاَسْمَٓائِهِمْۙ قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّٖٓي اَعْلَمُ غَيْبَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَ ﴿33﴾ وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْلٖيسَؕ اَبٰى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرٖينَ ﴿34﴾ وَقُلْنَا يَٓا اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلَا مِنْهَا رَغَدًا حَيْثُ شِئْتُمَا وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِمٖينَ ﴿35﴾ فَاَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَاَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا فٖيهِ وَقُلْنَا اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى حٖينٍ ﴿36﴾ فَتَلَقّٰٓى اٰدَمُ مِنْ رَبِّهٖ كَلِمَاتٍ فَتَابَ عَلَيْهِؕ اِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحٖيمُ ﴿37﴾ قُلْنَا اهْبِطُوا مِنْهَا جَمٖيعًاۚ فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّٖي هُدًى فَمَنْ تَبِعَ هُدَايَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿38﴾ وَالَّذٖينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُولٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ ﴿39﴾ يَا بَنٖٓي اِسْرَٓاءٖيلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّتٖٓي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَوْفُوا بِعَهْدٖٓي اُوفِ بِعَهْدِكُمْ وَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ ﴿40﴾ وَاٰمِنُوا بِمَٓا اَنْزَلْتُ مُصَدِّقًا لِمَا مَعَكُمْ وَلَا تَكُونُٓوا اَوَّلَ كَافِرٍ بِهٖ وَلَا تَشْتَرُوا بِاٰيَاتٖي ثَمَنًا قَلٖيلًاؗ وَاِيَّايَ فَاتَّقُونِ ﴿41﴾ وَلَا تَلْبِسُوا الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُوا الْحَقَّ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿42﴾ وَاَقٖيمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَارْكَعُوا مَعَ الرَّاكِعٖينَ ﴿43﴾ اَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنْسَوْنَ اَنْفُسَكُمْ وَاَنْتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَؕ اَفَلَا تَعْقِلُونَ ﴿44﴾ وَاسْتَعٖينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِؕ وَاِنَّهَا لَكَبٖيرَةٌ اِلَّا عَلَى الْخَاشِعٖينَۙ ﴿45﴾ اَلَّذٖينَ يَظُنُّونَ اَنَّهُمْ مُلَاقُوا رَبِّهِمْ وَاَنَّهُمْ اِلَيْهِ رَاجِعُونَ ﴿46﴾ يَا بَنٖٓي اِسْرَٓاءٖيلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّتٖٓي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَنّٖي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَمٖينَ ﴿47﴾ وَاتَّقُوا يَوْمًا لَا تَجْزٖي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْـًٔا وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلَا يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ ﴿48﴾ وَاِذْ نَجَّيْنَاكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ يُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْؕ وَفٖي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظٖيمٌ ﴿49﴾ وَاِذْ فَرَقْنَا بِكُمُ الْبَحْرَ فَاَنْجَيْنَاكُمْ وَاَغْرَقْنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ ﴿50﴾ وَاِذْ وٰعَدْنَا مُوسٰٓى اَرْبَعٖينَ لَيْلَةً ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِهٖ وَاَنْتُمْ ظَالِمُونَ ﴿51﴾ ثُمَّ عَفَوْنَا عَنْكُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿52﴾ وَاِذْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَالْفُرْقَانَ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ ﴿53﴾ وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهٖ يَا قَوْمِ اِنَّكُمْ ظَلَمْتُمْ اَنْفُسَكُمْ بِاتِّخَاذِكُمُ الْعِجْلَ فَتُوبُٓوا اِلٰى بَارِئِكُمْ فَاقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْؕ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ عِنْدَ بَارِئِكُمْؕ فَتَابَ عَلَيْكُمْؕ اِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحٖيمُ ﴿54﴾ وَاِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسٰى لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ حَتّٰى نَرَى اللّٰهَ جَهْرَةً فَاَخَذَتْكُمُ الصَّاعِقَةُ وَاَنْتُمْ تَنْظُرُونَ ﴿55﴾ ثُمَّ بَعَثْنَاكُمْ مِنْ بَعْدِ مَوْتِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿56﴾ وَظَلَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْغَمَامَ وَاَنْزَلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰىؕ كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْؕ وَمَا ظَلَمُونَا وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ ﴿57﴾ وَاِذْ قُلْنَا ادْخُلُوا هٰذِهِ الْقَرْيَةَ فَكُلُوا مِنْهَا حَيْثُ شِئْتُمْ رَغَدًا وَادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّدًا وَقُولُوا حِطَّةٌ نَغْفِرْ لَكُمْ خَطَايَاكُمْؕ وَسَنَزٖيدُ الْمُحْسِنٖينَ ﴿58﴾ فَبَدَّلَ الَّذٖينَ ظَلَمُوا قَوْلًا غَيْرَ الَّذٖي قٖيلَ لَهُمْ فَاَنْزَلْنَا عَلَى الَّذٖينَ ظَلَمُوا رِجْزًا مِنَ السَّمَٓاءِ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ ﴿59﴾ وَاِذِ اسْتَسْقٰى مُوسٰى لِقَوْمِهٖ فَقُلْنَا اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَؕ فَانْفَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًاؕ قَدْ عَلِمَ كُلُّ اُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْؕ كُلُوا وَاشْرَبُوا مِنْ رِزْقِ اللّٰهِ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِدٖينَ ﴿60﴾ وَاِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسٰى لَنْ نَصْبِرَ عَلٰى طَعَامٍ وَاحِدٍ فَادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُخْرِجْ لَنَا مِمَّا تُنْبِتُ الْاَرْضُ مِنْ بَقْلِهَا وَقِثَّٓائِهَا وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَاؕ قَالَ اَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذٖي هُوَ اَدْنٰى بِالَّذٖي هُوَ خَيْرٌؕ اِهْبِطُوا مِصْرًا فَاِنَّ لَكُمْ مَا سَاَلْتُمْؕ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَبَٓاؤُ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِؕ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيّٖنَ بِغَيْرِ الْحَقِّؕ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ ﴿61﴾ اِنَّ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَالَّذٖينَ هَادُوا وَالنَّصَارٰى وَالصَّابِـٖٔينَ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿62﴾ وَاِذْ اَخَذْنَا مٖيثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَؕ خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا فٖيهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ ﴿63﴾ ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَۚ فَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَكُنْتُمْ مِنَ الْخَاسِرٖينَ ﴿64﴾ وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ الَّذٖينَ اعْتَدَوْا مِنْكُمْ فِي السَّبْتِ فَقُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِـٖٔينَۚ ﴿65﴾ فَجَعَلْنَاهَا نَكَالًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهَا وَمَا خَلْفَهَا وَمَوْعِظَةً لِلْمُتَّقٖينَ ﴿66﴾ وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهٖٓ اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تَذْبَحُوا بَقَرَةًؕ قَالُٓوا اَتَتَّخِذُنَا هُزُوًاؕ قَالَ اَعُوذُ بِاللّٰهِ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْجَاهِلٖينَ ﴿67﴾ قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا هِيَؕ قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ اِنَّهَا بَقَرَةٌ لَا فَارِضٌ وَلَا بِكْرٌؕ عَوَانٌ بَيْنَ ذٰلِكَؕ فَافْعَلُوا مَا تُؤْمَرُونَ ﴿68﴾ قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا لَوْنُهَاؕ قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ اِنَّهَا بَقَرَةٌ صَفْرَٓاءُۙ فَاقِعٌ لَوْنُهَا تَسُرُّ النَّاظِرٖينَ ﴿69﴾ قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُبَيِّنْ لَنَا مَا هِيَۙ اِنَّ الْبَقَرَ تَشَابَهَ عَلَيْنَاؕ وَاِنَّٓا اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَمُهْتَدُونَ ﴿70﴾ قَالَ اِنَّهُ يَقُولُ اِنَّهَا بَقَرَةٌ لَا ذَلُولٌ تُثٖيرُ الْاَرْضَ وَلَا تَسْقِي الْحَرْثَۚ مُسَلَّمَةٌ لَا شِيَةَ فٖيهَاؕ قَالُوا الْـٰٔنَ جِئْتَ بِالْحَقِّؕ فَذَبَحُوهَا وَمَا كَادُوا يَفْعَلُونَ ﴿71﴾ وَاِذْ قَتَلْتُمْ نَفْسًا فَادّٰرَءْتُمْ فٖيهَاؕ وَاللّٰهُ مُخْرِجٌ مَا كُنْتُمْ تَكْتُمُونَۚ ﴿72﴾ فَقُلْنَا اضْرِبُوهُ بِبَعْضِهَاؕ كَذٰلِكَ يُحْيِ اللّٰهُ الْمَوْتٰى وَيُرٖيكُمْ اٰيَاتِهٖ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ ﴿73﴾ ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَهِيَ كَالْحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَةًؕ وَاِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ لَمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُ الْاَنْهَارُؕ وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَٓاءُؕ وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِؕ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ ﴿74﴾ اَفَتَطْمَعُونَ اَنْ يُؤْمِنُوا لَكُمْ وَقَدْ كَانَ فَرٖيقٌ مِنْهُمْ يَسْمَعُونَ كَلَامَ اللّٰهِ ثُمَّ يُحَرِّفُونَهُ مِنْ بَعْدِ مَا عَقَلُوهُ وَهُمْ يَعْلَمُونَ ﴿75﴾ وَاِذَا لَقُوا الَّذٖينَ اٰمَنُوا قَالُٓوا اٰمَنَّاۚ وَاِذَا خَلَا بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ قَالُٓوا اَتُحَدِّثُونَهُمْ بِمَا فَتَحَ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ لِيُحَٓاجُّوكُمْ بِهٖ عِنْدَ رَبِّكُمْؕ اَفَلَا تَعْقِلُونَ ﴿76﴾ اَوَلَا يَعْلَمُونَ اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ ﴿77﴾ وَمِنْهُمْ اُمِّيُّونَ لَا يَعْلَمُونَ الْكِتَابَ اِلَّٓا اَمَانِيَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَظُنُّونَ ﴿78﴾ فَوَيْلٌ لِلَّذٖينَ يَكْتُبُونَ الْكِتَابَ بِاَيْدٖيهِمْ ثُمَّ يَقُولُونَ هٰذَا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ لِيَشْتَرُوا بِهٖ ثَمَنًا قَلٖيلًاؕ فَوَيْلٌ لَهُمْ مِمَّا كَتَبَتْ اَيْدٖيهِمْ وَوَيْلٌ لَهُمْ مِمَّا يَكْسِبُونَ ﴿79﴾ وَقَالُوا لَنْ تَمَسَّنَا النَّارُ اِلَّٓا اَيَّامًا مَعْدُودَةًؕ قُلْ اَتَّخَذْتُمْ عِنْدَ اللّٰهِ عَهْدًا فَلَنْ يُخْلِفَ اللّٰهُ عَهْدَهُٓ اَمْ تَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿80﴾ بَلٰى مَنْ كَسَبَ سَيِّئَةً وَاَحَاطَتْ بِهٖ خَطٖٓيـَٔتُهُ فَاُولٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ ﴿81﴾ وَالَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اُولٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ ﴿82﴾ وَاِذْ اَخَذْنَا مٖيثَاقَ بَنٖٓي اِسْرَٓاءٖيلَ لَا تَعْبُدُونَ اِلَّا اللّٰهَ وَبِالْوَالِدَيْنِ اِحْسَانًا وَذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاكٖينِ وَقُولُوا لِلنَّاسِ حُسْنًا وَاَقٖيمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَؕ ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ اِلَّا قَلٖيلًا مِنْكُمْ وَاَنْتُمْ مُعْرِضُونَ ﴿83﴾ وَاِذْ اَخَذْنَا مٖيثَاقَكُمْ لَا تَسْفِكُونَ دِمَٓاءَكُمْ وَلَا تُخْرِجُونَ اَنْفُسَكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ ثُمَّ اَقْرَرْتُمْ وَاَنْتُمْ تَشْهَدُونَ ﴿84﴾ ثُمَّ اَنْتُمْ هٰٓؤُلَٓاءِ تَقْتُلُونَ اَنْفُسَكُمْ وَتُخْرِجُونَ فَرٖيقًا مِنْكُمْ مِنْ دِيَارِهِمْؗ تَظَاهَرُونَ عَلَيْهِمْ بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِؕ وَاِنْ يَأْتُوكُمْ اُسَارٰى تُفَادُوهُمْ وَهُوَ مُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ اِخْرَاجُهُمْؕ اَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍۚ فَمَا جَزَٓاءُ مَنْ يَفْعَلُ ذٰلِكَ مِنْكُمْ اِلَّا خِزْيٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ يُرَدُّونَ اِلٰٓى اَشَدِّ الْعَذَابِؕ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ ﴿85﴾ اُولٰٓئِكَ الَّذٖينَ اشْتَرَوُا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا بِالْاٰخِرَةِؗ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ ﴿86﴾ وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَقَفَّيْنَا مِنْ بَعْدِهٖ بِالرُّسُلِ وَاٰتَيْنَا عٖيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَاَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِؕ اَفَكُلَّمَا جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوٰٓى اَنْفُسُكُمُ اسْتَكْبَرْتُمْۚ فَفَرٖيقًا كَذَّبْتُمْؗ وَفَرٖيقًا تَقْتُلُونَ ﴿87﴾ وَقَالُوا قُلُوبُنَا غُلْفٌؕ بَلْ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ بِكُفْرِهِمْ فَقَلٖيلًا مَا يُؤْمِنُونَ ﴿88﴾ وَلَمَّا جَٓاءَهُمْ كِتَابٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْۙ وَكَانُوا مِنْ قَبْلُ يَسْتَفْتِحُونَ عَلَى الَّذٖينَ كَفَرُواۚ فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ مَا عَرَفُوا كَفَرُوا بِهٖؗ فَلَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الْكَافِرٖينَ ﴿89﴾ بِئْسَمَا اشْتَرَوْا بِهٖٓ اَنْفُسَهُمْ اَنْ يَكْفُرُوا بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بَغْيًا اَنْ يُنَزِّلَ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِهٖ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِهٖۚ فَبَٓاؤُ بِغَضَبٍ عَلٰى غَضَبٍؕ وَلِلْكَافِرٖينَ عَذَابٌ مُهٖينٌ ﴿90﴾ وَاِذَا قٖيلَ لَهُمْ اٰمِنُوا بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا نُؤْمِنُ بِمَٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا وَيَكْفُرُونَ بِمَا وَرَٓاءَهُ وَهُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقًا لِمَا مَعَهُمْؕ قُلْ فَلِمَ تَقْتُلُونَ اَنْبِيَٓاءَ اللّٰهِ مِنْ قَبْلُ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنٖينَ ﴿91﴾ وَلَقَدْ جَٓاءَكُمْ مُوسٰى بِالْبَيِّنَاتِ ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِهٖ وَاَنْتُمْ ظَالِمُونَ ﴿92﴾ وَاِذْ اَخَذْنَا مٖيثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَؕ خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاسْمَعُواؕ قَالُوا سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاُشْرِبُوا فٖي قُلُوبِهِمُ الْعِجْلَ بِكُفْرِهِمْؕ قُلْ بِئْسَمَا يَأْمُرُكُمْ بِهٖٓ اٖيمَانُكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنٖينَ ﴿93﴾ قُلْ اِنْ كَانَتْ لَكُمُ الدَّارُ الْاٰخِرَةُ عِنْدَ اللّٰهِ خَالِصَةً مِنْ دُونِ النَّاسِ فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقٖينَ ﴿94﴾ وَلَنْ يَتَمَنَّوْهُ اَبَدًا بِمَا قَدَّمَتْ اَيْدٖيهِمْؕ وَاللّٰهُ عَلٖيمٌ بِالظَّالِمٖينَ ﴿95﴾ وَلَتَجِدَنَّهُمْ اَحْرَصَ النَّاسِ عَلٰى حَيٰوةٍۚ وَمِنَ الَّذٖينَ اَشْرَكُوا يَوَدُّ اَحَدُهُمْ لَوْ يُعَمَّرُ اَلْفَ سَنَةٍۚ وَمَا هُوَ بِمُزَحْزِحِهٖ مِنَ الْعَذَابِ اَنْ يُعَمَّرَؕ وَاللّٰهُ بَصٖيرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ ﴿96﴾ قُلْ مَنْ كَانَ عَدُوًّا لِجِبْرٖيلَ فَاِنَّهُ نَزَّلَهُ عَلٰى قَلْبِكَ بِاِذْنِ اللّٰهِ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُؤْمِنٖينَ ﴿97﴾ مَنْ كَانَ عَدُوًّا لِلّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِهٖ وَرُسُلِهٖ وَجِبْرٖيلَ وَمٖيكَالَ فَاِنَّ اللّٰهَ عَدُوٌّ لِلْكَافِرٖينَ ﴿98﴾ وَلَقَدْ اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍۚ وَمَا يَكْفُرُ بِهَٓا اِلَّا الْفَاسِقُونَ ﴿99﴾ اَوَكُلَّمَا عَاهَدُوا عَهْدًا نَبَذَهُ فَرٖيقٌ مِنْهُمْؕ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿100﴾ وَلَمَّا جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَهُمْ نَبَذَ فَرٖيقٌ مِنَ الَّذٖينَ اُوتُوا الْكِتَابَ كِتَابَ اللّٰهِ وَرَٓاءَ ظُهُورِهِمْ كَاَنَّهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿101﴾ وَاتَّبَعُوا مَا تَتْلُوا الشَّيَاطٖينُ عَلٰى مُلْكِ سُلَيْمٰنَۚ وَمَا كَفَرَ سُلَيْمٰنُ وَلٰكِنَّ الشَّيَاطٖينَ كَفَرُوا يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَ وَمَٓا اُنْزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ هَارُوتَ وَمَارُوتَؕ وَمَا يُعَلِّمَانِ مِنْ اَحَدٍ حَتّٰى يَقُولَٓا اِنَّمَا نَحْنُ فِتْنَةٌ فَلَا تَكْفُرْؕ فَيَتَعَلَّمُونَ مِنْهُمَا مَا يُفَرِّقُونَ بِهٖ بَيْنَ الْمَرْءِ وَزَوْجِهٖؕ وَمَا هُمْ بِضَٓارّٖينَ بِهٖ مِنْ اَحَدٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِؕ وَيَتَعَلَّمُونَ مَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْؕ وَلَقَدْ عَلِمُوا لَمَنِ اشْتَرٰيهُ مَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ وَلَبِئْسَ مَا شَرَوْا بِهٖٓ اَنْفُسَهُمْؕ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ ﴿102﴾ وَلَوْ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا وَاتَّقَوْا لَمَثُوبَةٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ خَيْرٌؕ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ ﴿103﴾ يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا لَا تَقُولُوا رَاعِنَا وَقُولُوا انْظُرْنَا وَاسْمَعُواؕ وَلِلْكَافِرٖينَ عَذَابٌ اَلٖيمٌ ﴿104﴾ مَا يَوَدُّ الَّذٖينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ وَلَا الْمُشْرِكٖينَ اَنْ يُنَزَّلَ عَلَيْكُمْ مِنْ خَيْرٍ مِنْ رَبِّكُمْؕ وَاللّٰهُ يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِهٖ مَنْ يَشَٓاءُؕ وَاللّٰهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظٖيمِ ﴿105﴾ مَا نَنْسَخْ مِنْ اٰيَةٍ اَوْ نُنْسِهَا نَأْتِ بِخَيْرٍ مِنْهَٓا اَوْ مِثْلِهَاؕ اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدٖيرٌ ﴿106﴾ اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِؕ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَصٖيرٍ ﴿107﴾ اَمْ تُرٖيدُونَ اَنْ تَسْـَٔلُوا رَسُولَكُمْ كَمَا سُئِلَ مُوسٰى مِنْ قَبْلُؕ وَمَنْ يَتَبَدَّلِ الْكُفْرَ بِالْاٖيمَانِ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّبٖيلِ ﴿108﴾ وَدَّ كَثٖيرٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُمْ مِنْ بَعْدِ اٖيمَانِكُمْ كُفَّارًاۚ حَسَدًا مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّۚ فَاعْفُوا وَاصْفَحُوا حَتّٰى يَأْتِيَ اللّٰهُ بِاَمْرِهٖؕ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدٖيرٌ ﴿109﴾ وَاَقٖيمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَؕ وَمَا تُقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْ مِنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِنْدَ اللّٰهِؕ اِنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصٖيرٌ ﴿110﴾ وَقَالُوا لَنْ يَدْخُلَ الْجَنَّةَ اِلَّا مَنْ كَانَ هُودًا اَوْ نَصَارٰىؕ تِلْكَ اَمَانِيُّهُمْؕ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقٖينَ ﴿111﴾ بَلٰى مَنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَلَهُٓ اَجْرُهُ عِنْدَ رَبِّهٖ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿112﴾ وَقَالَتِ الْيَهُودُ لَيْسَتِ النَّصَارٰى عَلٰى شَيْءٍ وَقَالَتِ النَّصَارٰى لَيْسَتِ الْيَهُودُ عَلٰى شَيْءٍۙ وَهُمْ يَتْلُونَ الْكِتَابَؕ كَذٰلِكَ قَالَ الَّذٖينَ لَا يَعْلَمُونَ مِثْلَ قَوْلِهِمْۚ فَاللّٰهُ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ فٖيمَا كَانُوا فٖيهِ يَخْتَلِفُونَ ﴿113﴾ وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللّٰهِ اَنْ يُذْكَرَ فٖيهَا اسْمُهُ وَسَعٰى فٖي خَرَابِهَاؕ اُولٰٓئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ اَنْ يَدْخُلُوهَٓا اِلَّا خَٓائِفٖينَؕ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظٖيمٌ ﴿114﴾ وَلِلّٰهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَاَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللّٰهِؕ اِنَّ اللّٰهَ وَاسِعٌ عَلٖيمٌ ﴿115﴾ وَقَالُوا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَدًاۙ سُبْحَانَهُؕ بَلْ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِؕ كُلٌّ لَهُ قَانِتُونَ ﴿116﴾ بَدٖيعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِؕ وَاِذَا قَضٰٓى اَمْرًا فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ ﴿117﴾ وَقَالَ الَّذٖينَ لَا يَعْلَمُونَ لَوْلَا يُكَلِّمُنَا اللّٰهُ اَوْ تَأْتٖينَٓا اٰيَةٌؕ كَذٰلِكَ قَالَ الَّذٖينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِثْلَ قَوْلِهِمْؕ تَشَابَهَتْ قُلُوبُهُمْؕ قَدْ بَيَّنَّا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ ﴿118﴾ اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَشٖيرًا وَنَذٖيرًاۙ وَلَا تُسْـَٔلُ عَنْ اَصْحَابِ الْجَحٖيمِ ﴿119﴾ وَلَنْ تَرْضٰى عَنْكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارٰى حَتّٰى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْؕ قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىؕ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ الَّذٖي جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَصٖيرٍ ﴿120﴾ اَلَّذٖينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَتْلُونَهُ حَقَّ تِلَاوَتِهٖؕ اُولٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِهٖؕ وَمَنْ يَكْفُرْ بِهٖ فَاُولٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ ﴿121﴾ يَا بَنٖٓي اِسْرَٓاءٖيلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّتٖٓي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَنّٖي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَمٖينَ ﴿122﴾ وَاتَّقُوا يَوْمًا لَا تَجْزٖي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْـًٔا وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَا تَنْفَعُهَا شَفَاعَةٌ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ ﴿123﴾ وَاِذِ ابْتَلٰٓى اِبْرٰهٖيمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَاَتَمَّهُنَّؕ قَالَ اِنّٖي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ اِمَامًاؕ قَالَ وَمِنْ ذُرِّيَّتٖيؕ قَالَ لَا يَنَالُ عَهْدِي الظَّالِمٖينَ ﴿124﴾ وَاِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِلنَّاسِ وَاَمْنًاؕ وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ اِبْرٰهٖيمَ مُصَلًّىؕ وَعَهِدْنَٓا اِلٰٓى اِبْرٰهٖيمَ وَاِسْمٰعٖيلَ اَنْ طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّٓائِفٖينَ وَالْعَاكِفٖينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ ﴿125﴾ وَاِذْ قَالَ اِبْرٰهٖيمُ رَبِّ اجْعَلْ هٰذَا بَلَدًا اٰمِنًا وَارْزُقْ اَهْلَهُ مِنَ الثَّمَرَاتِ مَنْ اٰمَنَ مِنْهُمْ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِؕ قَالَ وَمَنْ كَفَرَ فَاُمَتِّعُهُ قَلٖيلًا ثُمَّ اَضْطَرُّهُٓ اِلٰى عَذَابِ النَّارِؕ وَبِئْسَ الْمَصٖيرُ ﴿126﴾ وَاِذْ يَرْفَعُ اِبْرٰهٖيمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَاِسْمٰعٖيلُؕ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّاؕ اِنَّكَ اَنْتَ السَّمٖيعُ الْعَلٖيمُ ﴿127﴾ رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَٓا اُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَ وَاَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَاۚ اِنَّكَ اَنْتَ التَّوَّابُ الرَّحٖيمُ ﴿128﴾ رَبَّنَا وَابْعَثْ فٖيهِمْ رَسُولًا مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكّٖيهِمْؕ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَزٖيزُ الْحَكٖيمُ ﴿129﴾ وَمَنْ يَرْغَبُ عَنْ مِلَّةِ اِبْرٰهٖيمَ اِلَّا مَنْ سَفِهَ نَفْسَهُؕ وَلَقَدِ اصْطَفَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَاۚ وَاِنَّهُ فِي الْاٰخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِحٖينَ ﴿130﴾ اِذْ قَالَ لَهُ رَبُّهُٓ اَسْلِمْۙ قَالَ اَسْلَمْتُ لِرَبِّ الْعَالَمٖينَ ﴿131﴾ وَوَصّٰى بِهَٓا اِبْرٰهٖيمُ بَنٖيهِ وَيَعْقُوبُؕ يَا بَنِيَّ اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰى لَكُمُ الدّٖينَ فَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَؕ ﴿132﴾ اَمْ كُنْتُمْ شُهَدَٓاءَ اِذْ حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُۙ اِذْ قَالَ لِبَنٖيهِ مَا تَعْبُدُونَ مِنْ بَعْدٖيؕ قَالُوا نَعْبُدُ اِلٰهَكَ وَاِلٰهَ اٰبَٓائِكَ اِبْرٰهٖيمَ وَاِسْمٰعٖيلَ وَاِسْحٰقَ اِلٰهًا وَاحِدًاۚ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ ﴿133﴾ تِلْكَ اُمَّةٌ قَدْ خَلَتْۚ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُمْ مَا كَسَبْتُمْۚ وَلَا تُسْـَٔلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿134﴾ وَقَالُوا كُونُوا هُودًا اَوْ نَصَارٰى تَهْتَدُواؕ قُلْ بَلْ مِلَّةَ اِبْرٰهٖيمَ حَنٖيفًاؕ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكٖينَ ﴿135﴾ قُولُٓوا اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْنَا وَمَٓا اُنْزِلَ اِلٰٓى اِبْرٰهٖيمَ وَاِسْمٰعٖيلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَمَٓا اُوتِيَ مُوسٰى وَعٖيسٰى وَمَٓا اُوتِيَ النَّبِيُّونَ مِنْ رَبِّهِمْۚ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْؗ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ ﴿136﴾ فَاِنْ اٰمَنُوا بِمِثْلِ مَٓا اٰمَنْتُمْ بِهٖ فَقَدِ اهْتَدَوْاۚ وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا هُمْ فٖي شِقَاقٍۚ فَسَيَكْفٖيكَهُمُ اللّٰهُۚ وَهُوَ السَّمٖيعُ الْعَلٖيمُؕ ﴿137﴾ صِبْغَةَ اللّٰهِۚ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ صِبْغَةًؗ وَنَحْنُ لَهُ عَابِدُونَ ﴿138﴾ قُلْ اَتُحَٓاجُّونَنَا فِي اللّٰهِ وَهُوَ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْۚ وَلَنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۚ وَنَحْنُ لَهُ مُخْلِصُونَۙ ﴿139﴾ اَمْ تَقُولُونَ اِنَّ اِبْرٰهٖيمَ وَاِسْمٰعٖيلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطَ كَانُوا هُودًا اَوْ نَصَارٰىؕ قُلْ ءَاَنْتُمْ اَعْلَمُ اَمِ اللّٰهُؕ وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَتَمَ شَهَادَةً عِنْدَهُ مِنَ اللّٰهِؕ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ ﴿140﴾ تِلْكَ اُمَّةٌ قَدْ خَلَتْۚ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَلَكُمْ مَا كَسَبْتُمْۚ وَلَا تُسْـَٔلُونَ عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿141﴾ سَيَقُولُ السُّفَهَٓاءُ مِنَ النَّاسِ مَا وَلّٰيهُمْ عَنْ قِبْلَتِهِمُ الَّتٖي كَانُوا عَلَيْهَاؕ قُلْ لِلّٰهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُؕ يَهْدٖي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقٖيمٍ ﴿142﴾ وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ اُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهٖيدًاؕ وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّتٖي كُنْتَ عَلَيْهَٓا اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّنْ يَنْقَلِبُ عَلٰى عَقِبَيْهِؕ وَاِنْ كَانَتْ لَكَبٖيرَةً اِلَّا عَلَى الَّذٖينَ هَدَى اللّٰهُؕ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُضٖيعَ اٖيمَانَكُمْؕ اِنَّ اللّٰهَ بِالنَّاسِ لَرَؤُفٌ رَحٖيمٌ ﴿143﴾ قَدْ نَرٰى تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِي السَّمَٓاءِۚ فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضٰيهَا فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِؕ وَحَيْثُ مَا كُنْتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُؕ وَاِنَّ الَّذٖينَ اُوتُوا الْكِتَابَ لَيَعْلَمُونَ اَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْؕ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ ﴿144﴾ وَلَئِنْ اَتَيْتَ الَّذٖينَ اُوتُوا الْكِتَابَ بِكُلِّ اٰيَةٍ مَا تَبِعُوا قِبْلَتَكَۚ وَمَٓا اَنْتَ بِتَابِعٍ قِبْلَتَهُمْۚ وَمَا بَعْضُهُمْ بِتَابِعٍ قِبْلَةَ بَعْضٍؕ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ اِنَّكَ اِذًا لَمِنَ الظَّالِمٖينَۢ ﴿145﴾ اَلَّذٖينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْؕ وَاِنَّ فَرٖيقًا مِنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ ﴿146﴾ اَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرٖينَ ﴿147﴾ وَلِكُلٍّ وِجْهَةٌ هُوَ مُوَلّٖيهَا فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِؕ اَيْنَ مَا تَكُونُوا يَأْتِ بِكُمُ اللّٰهُ جَمٖيعًاؕ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدٖيرٌ ﴿148﴾ وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِؕ وَاِنَّهُ لَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَؕ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ ﴿149﴾ وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِؕ وَحَيْثُ مَا كُنْتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُۙ لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَيْكُمْ حُجَّةٌ اِلَّا الَّذٖينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنٖي وَلِاُتِمَّ نِعْمَتٖي عَلَيْكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَۙ ﴿150﴾ كَمَٓا اَرْسَلْنَا فٖيكُمْ رَسُولًا مِنْكُمْ يَتْلُوا عَلَيْكُمْ اٰيَاتِنَا وَيُزَكّٖيكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُمْ مَا لَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَؕ ﴿151﴾ فَاذْكُرُونٖٓي اَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا لٖي وَلَا تَكْفُرُونِ ﴿152﴾ يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اسْتَعٖينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِؕ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِرٖينَ ﴿153﴾ وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ اَمْوَاتٌؕ بَلْ اَحْيَٓاءٌ وَلٰكِنْ لَا تَشْعُرُونَ ﴿154﴾ وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِؕ وَبَشِّرِ الصَّابِرٖينَۙ ﴿155﴾ اَلَّذٖينَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُصٖيبَةٌۙ قَالُٓوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَؕ ﴿156﴾ اُولٰٓئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَاُولٰٓئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ ﴿157﴾ اِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَٓائِرِ اللّٰهِۚ فَمَنْ حَجَّ الْبَيْتَ اَوِ اعْتَمَرَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِ اَنْ يَطَّوَّفَ بِهِمَاؕ وَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًاۙ فَاِنَّ اللّٰهَ شَاكِرٌ عَلٖيمٌ ﴿158﴾ اِنَّ الَّذٖينَ يَكْتُمُونَ مَٓا اَنْزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدٰى مِنْ بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِۙ اُولٰٓئِكَ يَلْعَنُهُمُ اللّٰهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَۙ ﴿159﴾ اِلَّا الَّذٖينَ تَابُوا وَاَصْلَحُوا وَبَيَّنُوا فَاُولٰٓئِكَ اَتُوبُ عَلَيْهِمْۚ وَاَنَا التَّوَّابُ الرَّحٖيمُ ﴿160﴾ اِنَّ الَّذٖينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ اُولٰٓئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالنَّاسِ اَجْمَعٖينَۙ ﴿161﴾ خَالِدٖينَ فٖيهَاۚ لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ ﴿162﴾ وَاِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الرَّحْمٰنُ الرَّحٖيمُ ﴿163﴾ اِنَّ فٖي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتٖي تَجْرٖي فِي الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ مَٓاءٍ فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فٖيهَا مِنْ كُلِّ دَٓابَّةٍ وَتَصْرٖيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ ﴿164﴾ وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَنْدَادًا يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّٰهِؕ وَالَّذٖينَ اٰمَنُٓوا اَشَدُّ حُبًّا لِلّٰهِؕ وَلَوْ يَرَى الَّذٖينَ ظَلَمُٓوا اِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَۙ اَنَّ الْقُوَّةَ لِلّٰهِ جَمٖيعًاۙ وَاَنَّ اللّٰهَ شَدٖيدُ الْعَذَابِ ﴿165﴾ اِذْ تَبَرَّاَ الَّذٖينَ اتُّبِعُوا مِنَ الَّذٖينَ اتَّبَعُوا وَرَاَوُا الْعَذَابَ وَتَقَطَّعَتْ بِهِمُ الْاَسْبَابُ ﴿166﴾ وَقَالَ الَّذٖينَ اتَّبَعُوا لَوْ اَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَتَبَرَّاَ مِنْهُمْ كَمَا تَبَرَّؤُا مِنَّاؕ كَذٰلِكَ يُرٖيهِمُ اللّٰهُ اَعْمَالَهُمْ حَسَرَاتٍ عَلَيْهِمْؕ وَمَا هُمْ بِخَارِجٖينَ مِنَ النَّارِ ﴿167﴾ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ كُلُوا مِمَّا فِي الْاَرْضِ حَلَالًا طَيِّبًاؗ وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِؕ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبٖينٌ ﴿168﴾ اِنَّمَا يَأْمُرُكُمْ بِالسُّٓوءِ وَالْفَحْشَٓاءِ وَاَنْ تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ ﴿169﴾ وَاِذَا قٖيلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاؕ اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ ﴿170﴾ وَمَثَلُ الَّذٖينَ كَفَرُوا كَمَثَلِ الَّذٖي يَنْعِقُ بِمَا لَا يَسْمَعُ اِلَّا دُعَٓاءً وَنِدَٓاءًؕ صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَعْقِلُونَ ﴿171﴾ يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَاشْكُرُوا لِلّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ ﴿172﴾ اِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنْزٖيرِ وَمَٓا اُهِلَّ بِهٖ لِغَيْرِ اللّٰهِۚ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِؕ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَحٖيمٌ ﴿173﴾ اِنَّ الَّذٖينَ يَكْتُمُونَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ الْكِتَابِ وَيَشْتَرُونَ بِهٖ ثَمَنًا قَلٖيلًاۙ اُولٰٓئِكَ مَا يَأْكُلُونَ فٖي بُطُونِهِمْ اِلَّا النَّارَ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَلَا يُزَكّٖيهِمْۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَلٖيمٌ ﴿174﴾ اُولٰٓئِكَ الَّذٖينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدٰى وَالْعَذَابَ بِالْمَغْفِرَةِۚ فَمَٓا اَصْبَرَهُمْ عَلَى النَّارِ ﴿175﴾ ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ نَزَّلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّؕ وَاِنَّ الَّذٖينَ اخْتَلَفُوا فِي الْكِتَابِ لَفٖي شِقَاقٍ بَعٖيدٍ ﴿176﴾ لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّٖنَۚ وَاٰتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّهٖ ذَوِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاكٖينَ وَابْنَ السَّبٖيلِ وَالسَّٓائِلٖينَ وَفِي الرِّقَابِۚ وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَۚ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُواۚ وَالصَّابِرٖينَ فِي الْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَحٖينَ الْبَأْسِؕ اُولٰٓئِكَ الَّذٖينَ صَدَقُواؕ وَاُولٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ ﴿177﴾ يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلٰىؕ اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالْاُنْثٰى بِالْاُنْثٰىؕ فَمَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ اَخٖيهِ شَيْءٌ فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَاَدَٓاءٌ اِلَيْهِ بِاِحْسَانٍؕ ذٰلِكَ تَخْفٖيفٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَرَحْمَةٌؕ فَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَلٖيمٌ ﴿178﴾ وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيٰوةٌ يَٓا اُولِي الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ ﴿179﴾ كُتِبَ عَلَيْكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ اِنْ تَرَكَ خَيْرًاۚ اَلْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَبٖينَ بِالْمَعْرُوفِۚ حَقًّا عَلَى الْمُتَّقٖينَؕ ﴿180﴾ فَمَنْ بَدَّلَهُ بَعْدَ مَا سَمِعَهُ فَاِنَّمَٓا اِثْمُهُ عَلَى الَّذٖينَ يُبَدِّلُونَهُؕ اِنَّ اللّٰهَ سَمٖيعٌ عَلٖيمٌؕ ﴿181﴾ فَمَنْ خَافَ مِنْ مُوصٍ جَنَفًا اَوْ اِثْمًا فَاَصْلَحَ بَيْنَهُمْ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِؕ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَحٖيمٌ ﴿182﴾ يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذٖينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ ﴿183﴾ اَيَّامًا مَعْدُودَاتٍؕ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَرٖيضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَؕ وَعَلَى الَّذٖينَ يُطٖيقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْكٖينٍؕ فَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَهُؕ وَاَنْ تَصُومُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿184﴾ شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذٖٓي اُنْزِلَ فٖيهِ الْقُرْاٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِۚ فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُؕ وَمَنْ كَانَ مَرٖيضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَؕ يُرٖيدُ اللّٰهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُرٖيدُ بِكُمُ الْعُسْرَؗ وَلِتُكْمِلُوا الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُوا اللّٰهَ عَلٰى مَا هَدٰيكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿185﴾ وَاِذَا سَاَلَكَ عِبَادٖي عَنّٖي فَاِنّٖي قَرٖيبٌؕ اُجٖيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِۙ فَلْيَسْتَجٖيبُوا لٖي وَلْيُؤْمِنُوا بٖي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ ﴿186﴾ اُحِلَّ لَكُمْ لَيْلَةَ الصِّيَامِ الرَّفَثُ اِلٰى نِسَٓائِكُمْؕ هُنَّ لِبَاسٌ لَكُمْ وَاَنْتُمْ لِبَاسٌ لَهُنَّؕ عَلِمَ اللّٰهُ اَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَخْتَانُونَ اَنْفُسَكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ وَعَفَا عَنْكُمْۚ فَالْـٰٔنَ بَاشِرُوهُنَّ وَابْتَغُوا مَا كَتَبَ اللّٰهُ لَكُمْ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَكُمُ الْخَيْطُ الْاَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ الْاَسْوَدِ مِنَ الْفَجْرِ ثُمَّ اَتِمُّوا الصِّيَامَ اِلَى الَّيْلِۚ وَلَا تُبَاشِرُوهُنَّ وَاَنْتُمْ عَاكِفُونَۙ فِي الْمَسَاجِدِؕ تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ فَلَا تَقْرَبُوهَاؕ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ اٰيَاتِهٖ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ ﴿187﴾ وَلَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ وَتُدْلُوا بِهَٓا اِلَى الْحُكَّامِ لِتَأْكُلُوا فَرٖيقًا مِنْ اَمْوَالِ النَّاسِ بِالْاِثْمِ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿188﴾ يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْاَهِلَّةِؕ قُلْ هِيَ مَوَاقٖيتُ لِلنَّاسِ وَالْحَجِّؕ وَلَيْسَ الْبِرُّ بِاَنْ تَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ ظُهُورِهَا وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنِ اتَّقٰىۚ وَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ اَبْوَابِهَا وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ ﴿189﴾ وَقَاتِلُوا فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ الَّذٖينَ يُقَاتِلُونَكُمْ وَلَا تَعْتَدُواؕ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَدٖينَ ﴿190﴾ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَاَخْرِجُوهُمْ مِنْ حَيْثُ اَخْرَجُوكُمْ وَالْفِتْنَةُ اَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِۚ وَلَا تُقَاتِلُوهُمْ عِنْدَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ حَتّٰى يُقَاتِلُوكُمْ فٖيهِۚ فَاِنْ قَاتَلُوكُمْ فَاقْتُلُوهُمْؕ كَذٰلِكَ جَزَٓاءُ الْكَافِرٖينَ ﴿191﴾ فَاِنِ انْتَهَوْا فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَحٖيمٌ ﴿192﴾ وَقَاتِلُوهُمْ حَتّٰى لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدّٖينُ لِلّٰهِؕ فَاِنِ انْتَهَوْا فَلَا عُدْوَانَ اِلَّا عَلَى الظَّالِمٖينَ ﴿193﴾ اَلشَّهْرُ الْحَرَامُ بِالشَّهْرِ الْحَرَامِ وَالْحُرُمَاتُ قِصَاصٌؕ فَمَنِ اعْتَدٰى عَلَيْكُمْ فَاعْتَدُوا عَلَيْهِ بِمِثْلِ مَا اعْتَدٰى عَلَيْكُمْ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّقٖينَ ﴿194﴾ وَاَنْفِقُوا فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ وَلَا تُلْقُوا بِاَيْدٖيكُمْ اِلَى التَّهْلُكَةِۚۛ وَاَحْسِنُواۚۛ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنٖينَ ﴿195﴾ وَاَتِمُّوا الْحَجَّ وَالْعُمْرَةَ لِلّٰهِؕ فَاِنْ اُحْصِرْتُمْ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنَ الْهَدْيِۚ وَلَا تَحْلِقُوا رُؤُسَكُمْ حَتّٰى يَبْلُغَ الْهَدْيُ مَحِلَّهُؕ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَرٖيضًا اَوْ بِهٖٓ اَذًى مِنْ رَأْسِهٖ فَفِدْيَةٌ مِنْ صِيَامٍ اَوْ صَدَقَةٍ اَوْ نُسُكٍۚ فَاِذَٓا اَمِنْتُمْ فَمَنْ تَمَتَّعَ بِالْعُمْرَةِ اِلَى الْحَجِّ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنَ الْهَدْيِۚ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍ فِي الْحَجِّ وَسَبْعَةٍ اِذَا رَجَعْتُمْؕ تِلْكَ عَشَرَةٌ كَامِلَةٌؕ ذٰلِكَ لِمَنْ لَمْ يَكُنْ اَهْلُهُ حَاضِرِي الْمَسْجِدِ الْحَرَامِؕ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَدٖيدُ الْعِقَابِ ﴿196﴾ اَلْحَجُّ اَشْهُرٌ مَعْلُومَاتٌۚ فَمَنْ فَرَضَ فٖيهِنَّ الْحَجَّ فَلَا رَفَثَ وَلَا فُسُوقَ وَلَا جِدَالَ فِي الْحَجِّؕ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ يَعْلَمْهُ اللّٰهُؕ وَتَزَوَّدُوا فَاِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوٰىؗ وَاتَّقُونِ يَٓا اُولِي الْاَلْبَابِ ﴿197﴾ لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَنْ تَبْتَغُوا فَضْلًا مِنْ رَبِّكُمْؕ فَاِذَٓا اَفَضْتُمْ مِنْ عَرَفَاتٍ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ عِنْدَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِ وَاذْكُرُوهُ كَمَا هَدٰيكُمْۚ وَاِنْ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلِهٖ لَمِنَ الضَّٓالّٖينَ ﴿198﴾ ثُمَّ اَفٖيضُوا مِنْ حَيْثُ اَفَاضَ النَّاسُ وَاسْتَغْفِرُوا اللّٰهَؕ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَحٖيمٌ ﴿199﴾ فَاِذَا قَضَيْتُمْ مَنَاسِكَكُمْ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَذِكْرِكُمْ اٰبَٓاءَكُمْ اَوْ اَشَدَّ ذِكْرًاؕ فَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا وَمَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ ﴿200﴾ وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَٓا اٰتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ ﴿201﴾ اُولٰٓئِكَ لَهُمْ نَصٖيبٌ مِمَّا كَسَبُواؕ وَاللّٰهُ سَرٖيعُ الْحِسَابِ ﴿202﴾ وَاذْكُرُوا اللّٰهَ فٖٓي اَيَّامٍ مَعْدُودَاتٍؕ فَمَنْ تَعَجَّلَ فٖي يَوْمَيْنِ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۚ وَمَنْ تَاَخَّرَ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۙ لِمَنِ اتَّقٰىؕ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ ﴿203﴾ وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُعْجِبُكَ قَوْلُهُ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَيُشْهِدُ اللّٰهَ عَلٰى مَا فٖي قَلْبِهٖۙ وَهُوَ اَلَدُّ الْخِصَامِ ﴿204﴾ وَاِذَا تَوَلّٰى سَعٰى فِي الْاَرْضِ لِيُفْسِدَ فٖيهَا وَيُهْلِكَ الْحَرْثَ وَالنَّسْلَؕ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْفَسَادَ ﴿205﴾ وَاِذَا قٖيلَ لَهُ اتَّقِ اللّٰهَ اَخَذَتْهُ الْعِزَّةُ بِالْاِثْمِ فَحَسْبُهُ جَهَنَّمُؕ وَلَبِئْسَ الْمِهَادُ ﴿206﴾ وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْرٖي نَفْسَهُ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِؕ وَاللّٰهُ رَؤُفٌ بِالْعِبَادِ ﴿207﴾ يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا ادْخُلُوا فِي السِّلْمِ كَٓافَّةً وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِؕ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبٖينٌ ﴿208﴾ فَاِنْ زَلَلْتُمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْكُمُ الْبَيِّنَاتُ فَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ عَزٖيزٌ حَكٖيمٌ ﴿209﴾ هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ يَأْتِيَهُمُ اللّٰهُ فٖي ظُلَلٍ مِنَ الْغَمَامِ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَقُضِيَ الْاَمْرُؕ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ ﴿210﴾ سَلْ بَنٖٓي اِسْرَٓاءٖيلَ كَمْ اٰتَيْنَاهُمْ مِنْ اٰيَةٍ بَيِّنَةٍؕ وَمَنْ يُبَدِّلْ نِعْمَةَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُ فَاِنَّ اللّٰهَ شَدٖيدُ الْعِقَابِ ﴿211﴾ زُيِّنَ لِلَّذٖينَ كَفَرُوا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذٖينَ اٰمَنُواۢ وَالَّذٖينَ اتَّقَوْا فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِؕ وَاللّٰهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴿212﴾ كَانَ النَّاسُ اُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللّٰهُ النَّبِيّٖنَ مُبَشِّرٖينَ وَمُنْذِرٖينَ وَاَنْزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ فٖيمَا اخْتَلَفُوا فٖيهِؕ وَمَا اخْتَلَفَ فٖيهِ اِلَّا الَّذٖينَ اُوتُوهُ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْيًا بَيْنَهُمْۚ فَهَدَى اللّٰهُ الَّذٖينَ اٰمَنُوا لِمَا اخْتَلَفُوا فٖيهِ مِنَ الْحَقِّ بِاِذْنِهٖؕ وَاللّٰهُ يَهْدٖي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقٖيمٍ ﴿213﴾ اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذٖينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْؕ مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَٓاءُ وَالضَّرَّٓاءُ وَزُلْزِلُوا حَتّٰى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذٖينَ اٰمَنُوا مَعَهُ مَتٰى نَصْرُ اللّٰهِؕ اَلَٓا اِنَّ نَصْرَ اللّٰهِ قَرٖيبٌ ﴿214﴾ يَسْـَٔلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَؕ قُلْ مَٓا اَنْفَقْتُمْ مِنْ خَيْرٍ فَلِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَبٖينَ وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاكٖينِ وَابْنِ السَّبٖيلِؕ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِهٖ عَلٖيمٌ ﴿215﴾ كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـًٔا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تُحِبُّوا شَيْـًٔا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْؕ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ ﴿216﴾ يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الشَّهْرِ الْحَرَامِ قِتَالٍ فٖيهِؕ قُلْ قِتَالٌ فٖيهِ كَبٖيرٌؕ وَصَدٌّ عَنْ سَبٖيلِ اللّٰهِ وَكُفْرٌ بِهٖ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَاِخْرَاجُ اَهْلِهٖ مِنْهُ اَكْبَرُ عِنْدَ اللّٰهِۚ وَالْفِتْنَةُ اَكْبَرُ مِنَ الْقَتْلِؕ وَلَا يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتّٰى يَرُدُّوكُمْ عَنْ دٖينِكُمْ اِنِ اسْتَطَاعُواؕ وَمَنْ يَرْتَدِدْ مِنْكُمْ عَنْ دٖينِهٖ فَيَمُتْ وَهُوَ كَافِرٌ فَاُولٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ وَاُولٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ ﴿217﴾ اِنَّ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَالَّذٖينَ هَاجَرُوا وَجَاهَدُوا فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِۙ اُولٰٓئِكَ يَرْجُونَ رَحْمَتَ اللّٰهِؕ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَحٖيمٌ ﴿218﴾ يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِؕ قُلْ فٖيهِمَٓا اِثْمٌ كَبٖيرٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِؗ وَاِثْمُهُمَٓا اَكْبَرُ مِنْ نَفْعِهِمَاؕ وَيَسْـَٔلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَؕ قُلِ الْعَفْوَؕ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَۙ ﴿219﴾ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِؕ وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْيَتَامٰىؕ قُلْ اِصْلَاحٌ لَهُمْ خَيْرٌؕ وَاِنْ تُخَالِطُوهُمْ فَاِخْوَانُكُمْؕ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ الْمُفْسِدَ مِنَ الْمُصْلِحِؕ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَاَعْنَتَكُمْؕ اِنَّ اللّٰهَ عَزٖيزٌ حَكٖيمٌ ﴿220﴾ وَلَا تَنْكِحُوا الْمُشْرِكَاتِ حَتّٰى يُؤْمِنَّؕ وَلَاَمَةٌ مُؤْمِنَةٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكَةٍ وَلَوْ اَعْجَبَتْكُمْۚ وَلَا تُنْكِحُوا الْمُشْرِكٖينَ حَتّٰى يُؤْمِنُواؕ وَلَعَبْدٌ مُؤْمِنٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكٍ وَلَوْ اَعْجَبَكُمْؕ اُولٰٓئِكَ يَدْعُونَ اِلَى النَّارِۚ وَاللّٰهُ يَدْعُٓوا اِلَى الْجَنَّةِ وَالْمَغْفِرَةِ بِاِذْنِهٖۚ وَيُبَيِّنُ اٰيَاتِهٖ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ ﴿221﴾ وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْمَحٖيضِؕ قُلْ هُوَ اَذًىۙ فَاعْتَزِلُوا النِّسَٓاءَ فِي الْمَحٖيضِۙ وَلَا تَقْرَبُوهُنَّ حَتّٰى يَطْهُرْنَۚ فَاِذَا تَطَهَّرْنَ فَأْتُوهُنَّ مِنْ حَيْثُ اَمَرَكُمُ اللّٰهُؕ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ التَّوَّابٖينَ وَيُحِبُّ الْمُتَطَهِّرٖينَ ﴿222﴾ نِسَٓاؤُكُمْ حَرْثٌ لَكُمْ فَأْتُوا حَرْثَكُمْ اَنّٰى شِئْتُمْؗ وَقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْؕ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّكُمْ مُلَاقُوهُؕ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنٖينَ ﴿223﴾ وَلَا تَجْعَلُوا اللّٰهَ عُرْضَةً لِاَيْمَانِكُمْ اَنْ تَبَرُّوا وَتَتَّقُوا وَتُصْلِحُوا بَيْنَ النَّاسِؕ وَاللّٰهُ سَمٖيعٌ عَلٖيمٌ ﴿224﴾ لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ فٖٓي اَيْمَانِكُمْ وَلٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا كَسَبَتْ قُلُوبُكُمْؕ وَاللّٰهُ غَفُورٌ حَلٖيمٌ ﴿225﴾ لِلَّذٖينَ يُؤْلُونَ مِنْ نِسَٓائِهِمْ تَرَبُّصُ اَرْبَعَةِ اَشْهُرٍۚ فَاِنْ فَٓاؤُ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَحٖيمٌ ﴿226﴾ وَاِنْ عَزَمُوا الطَّلَاقَ فَاِنَّ اللّٰهَ سَمٖيعٌ عَلٖيمٌ ﴿227﴾ وَالْمُطَلَّقَاتُ يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ ثَلٰثَةَ قُرُٓوءٍؕ وَلَا يَحِلُّ لَهُنَّ اَنْ يَكْتُمْنَ مَا خَلَقَ اللّٰهُ فٖٓي اَرْحَامِهِنَّ اِنْ كُنَّ يُؤْمِنَّ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِؕ وَبُعُولَتُهُنَّ اَحَقُّ بِرَدِّهِنَّ فٖي ذٰلِكَ اِنْ اَرَادُٓوا اِصْلَاحًاؕ وَلَهُنَّ مِثْلُ الَّذٖي عَلَيْهِنَّ بِالْمَعْرُوفِ وَلِلرِّجَالِ عَلَيْهِنَّ دَرَجَةٌؕ وَاللّٰهُ عَزٖيزٌ حَكٖيمٌ ﴿228﴾ اَلطَّلَاقُ مَرَّتَانِ فَاِمْسَاكٌ بِمَعْرُوفٍ اَوْ تَسْرٖيحٌ بِاِحْسَانٍؕ وَلَا يَحِلُّ لَكُمْ اَنْ تَأْخُذُوا مِمَّٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ شَيْـًٔا اِلَّٓا اَنْ يَخَافَٓا اَلَّا يُقٖيمَا حُدُودَ اللّٰهِؕ فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا يُقٖيمَا حُدُودَ اللّٰهِۙ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا فٖيمَا افْتَدَتْ بِهٖؕ تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ فَلَا تَعْتَدُوهَاۚ وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّٰهِ فَاُولٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ ﴿229﴾ فَاِنْ طَلَّقَهَا فَلَا تَحِلُّ لَهُ مِنْ بَعْدُ حَتّٰى تَنْكِحَ زَوْجًا غَيْرَهُؕ فَاِنْ طَلَّقَهَا فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَٓا اَنْ يَتَرَاجَعَٓا اِنْ ظَنَّٓا اَنْ يُقٖيمَا حُدُودَ اللّٰهِؕ وَتِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ يُبَيِّنُهَا لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ ﴿230﴾ وَاِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَاَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ اَوْ سَرِّحُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ وَلَا تُمْسِكُوهُنَّ ضِرَارًا لِتَعْتَدُواۚ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُؕ وَلَا تَتَّخِذُٓوا اٰيَاتِ اللّٰهِ هُزُوًاؗ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَمَٓا اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنَ الْكِتَابِ وَالْحِكْمَةِ يَعِظُكُمْ بِهٖؕ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلٖيمٌ ﴿231﴾ وَاِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ فَبَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ اَنْ يَنْكِحْنَ اَزْوَاجَهُنَّ اِذَا تَرَاضَوْا بَيْنَهُمْ بِالْمَعْرُوفِؕ ذٰلِكَ يُوعَظُ بِهٖ مَنْ كَانَ مِنْكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِؕ ذٰلِكُمْ اَزْكٰى لَكُمْ وَاَطْهَرُؕ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ ﴿232﴾ وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ اَوْلَادَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ اَرَادَ اَنْ يُتِمَّ الرَّضَاعَةَؕ وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِؕ لَا تُكَلَّفُ نَفْسٌ اِلَّا وُسْعَهَاۚ لَا تُضَٓارَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا وَلَا مَوْلُودٌ لَهُ بِوَلَدِهٖ وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذٰلِكَۚ فَاِنْ اَرَادَا فِصَالًا عَنْ تَرَاضٍ مِنْهُمَا وَتَشَاوُرٍ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَاؕ وَاِنْ اَرَدْتُمْ اَنْ تَسْتَرْضِعُٓوا اَوْلَادَكُمْ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِذَا سَلَّمْتُمْ مَٓا اٰتَيْتُمْ بِالْمَعْرُوفِؕ وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصٖيرٌ ﴿233﴾ وَالَّذٖينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ اَزْوَاجًا يَتَرَبَّصْنَ بِاَنْفُسِهِنَّ اَرْبَعَةَ اَشْهُرٍ وَعَشْرًاۚ فَاِذَا بَلَغْنَ اَجَلَهُنَّ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فٖيمَا فَعَلْنَ فٖٓي اَنْفُسِهِنَّ بِالْمَعْرُوفِؕ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبٖيرٌ ﴿234﴾ وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فٖيمَا عَرَّضْتُمْ بِهٖ مِنْ خِطْبَةِ النِّسَٓاءِ اَوْ اَكْنَنْتُمْ فٖٓي اَنْفُسِكُمْؕ عَلِمَ اللّٰهُ اَنَّكُمْ سَتَذْكُرُونَهُنَّ وَلٰكِنْ لَا تُوَاعِدُوهُنَّ سِرًّا اِلَّٓا اَنْ تَقُولُوا قَوْلًا مَعْرُوفًاؕ وَلَا تَعْزِمُوا عُقْدَةَ النِّكَاحِ حَتّٰى يَبْلُغَ الْكِتَابُ اَجَلَهُؕ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فٖٓي اَنْفُسِكُمْ فَاحْذَرُوهُۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ حَلٖيمٌ ﴿235﴾ لَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اِنْ طَلَّقْتُمُ النِّسَٓاءَ مَا لَمْ تَمَسُّوهُنَّ اَوْ تَفْرِضُوا لَهُنَّ فَرٖيضَةًۚ وَمَتِّعُوهُنَّۚ عَلَى الْمُوسِعِ قَدَرُهُ وَعَلَى الْمُقْتِرِ قَدَرُهُۚ مَتَاعًا بِالْمَعْرُوفِۚ حَقًّا عَلَى الْمُحْسِنٖينَ ﴿236﴾ وَاِنْ طَلَّقْتُمُوهُنَّ مِنْ قَبْلِ اَنْ تَمَسُّوهُنَّ وَقَدْ فَرَضْتُمْ لَهُنَّ فَرٖيضَةً فَنِصْفُ مَا فَرَضْتُمْ اِلَّٓا اَنْ يَعْفُونَ اَوْ يَعْفُوَا الَّذٖي بِيَدِهٖ عُقْدَةُ النِّكَاحِؕ وَاَنْ تَعْفُٓوا اَقْرَبُ لِلتَّقْوٰىؕ وَلَا تَنْسَوُا الْفَضْلَ بَيْنَكُمْؕ اِنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصٖيرٌ ﴿237﴾ حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلٰوةِ الْوُسْطٰى وَقُومُوا لِلّٰهِ قَانِتٖينَ ﴿238﴾ فَاِنْ خِفْتُمْ فَرِجَالًا اَوْ رُكْبَانًاۚ فَاِذَٓا اَمِنْتُمْ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَمَا عَلَّمَكُمْ مَا لَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَ ﴿239﴾ وَالَّذٖينَ يُتَوَفَّوْنَ مِنْكُمْ وَيَذَرُونَ اَزْوَاجًاۚ وَصِيَّةً لِاَزْوَاجِهِمْ مَتَاعًا اِلَى الْحَوْلِ غَيْرَ اِخْرَاجٍۚ فَاِنْ خَرَجْنَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فٖي مَا فَعَلْنَ فٖٓي اَنْفُسِهِنَّ مِنْ مَعْرُوفٍؕ وَاللّٰهُ عَزٖيزٌ حَكٖيمٌ ﴿240﴾ وَلِلْمُطَلَّقَاتِ مَتَاعٌ بِالْمَعْرُوفِؕ حَقًّا عَلَى الْمُتَّقٖينَ ﴿241﴾ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِهٖ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ ﴿242﴾ اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذٖينَ خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَهُمْ اُلُوفٌ حَذَرَ الْمَوْتِ فَقَالَ لَهُمُ اللّٰهُ مُوتُوا ثُمَّ اَحْيَاهُمْؕ اِنَّ اللّٰهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ ﴿243﴾ وَقَاتِلُوا فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ سَمٖيعٌ عَلٖيمٌ ﴿244﴾ مَنْ ذَا الَّذٖي يُقْرِضُ اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًا فَيُضَاعِفَهُ لَهُٓ اَضْعَافًا كَثٖيرَةًؕ وَاللّٰهُ يَقْبِضُ وَيَبْصُۣطُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿245﴾ اَلَمْ تَرَ اِلَى الْمَلَاِ مِنْ بَنٖٓي اِسْرَٓاءٖيلَ مِنْ بَعْدِ مُوسٰىۢ اِذْ قَالُوا لِنَبِيٍّ لَهُمُ ابْعَثْ لَنَا مَلِكًا نُقَاتِلْ فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِؕ قَالَ هَلْ عَسَيْتُمْ اِنْ كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ اَلَّا تُقَاتِلُواؕ قَالُوا وَمَا لَنَٓا اَلَّا نُقَاتِلَ فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ وَقَدْ اُخْرِجْنَا مِنْ دِيَارِنَا وَاَبْنَٓائِنَاؕ فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ تَوَلَّوْا اِلَّا قَلٖيلًا مِنْهُمْؕ وَاللّٰهُ عَلٖيمٌ بِالظَّالِمٖينَ ﴿246﴾ وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ اِنَّ اللّٰهَ قَدْ بَعَثَ لَكُمْ طَالُوتَ مَلِكًاؕ قَالُٓوا اَنّٰى يَكُونُ لَهُ الْمُلْكُ عَلَيْنَا وَنَحْنُ اَحَقُّ بِالْمُلْكِ مِنْهُ وَلَمْ يُؤْتَ سَعَةً مِنَ الْمَالِؕ قَالَ اِنَّ اللّٰهَ اصْطَفٰيهُ عَلَيْكُمْ وَزَادَهُ بَسْطَةً فِي الْعِلْمِ وَالْجِسْمِؕ وَاللّٰهُ يُؤْتٖي مُلْكَهُ مَنْ يَشَٓاءُؕ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَلٖيمٌ ﴿247﴾ وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ اِنَّ اٰيَةَ مُلْكِهٖٓ اَنْ يَأْتِيَكُمُ التَّابُوتُ فٖيهِ سَكٖينَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَبَقِيَّةٌ مِمَّا تَرَكَ اٰلُ مُوسٰى وَاٰلُ هٰرُونَ تَحْمِلُهُ الْمَلٰٓئِكَةُؕ اِنَّ فٖي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنٖينَ ﴿248﴾ فَلَمَّا فَصَلَ طَالُوتُ بِالْجُنُودِۙ قَالَ اِنَّ اللّٰهَ مُبْتَلٖيكُمْ بِنَهَرٍۚ فَمَنْ شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنّٖيۚ وَمَنْ لَمْ يَطْعَمْهُ فَاِنَّهُ مِنّٖٓي اِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِهٖۚ فَشَرِبُوا مِنْهُ اِلَّا قَلٖيلًا مِنْهُمْؕ فَلَمَّا جَاوَزَهُ هُوَ وَالَّذٖينَ اٰمَنُوا مَعَهُۙ قَالُوا لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِهٖؕ قَالَ الَّذٖينَ يَظُنُّونَ اَنَّهُمْ مُلَاقُوا اللّٰهِۙ كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَلٖيلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَثٖيرَةً بِاِذْنِ اللّٰهِؕ وَاللّٰهُ مَعَ الصَّابِرٖينَ ﴿249﴾ وَلَمَّا بَرَزُوا لِجَالُوتَ وَجُنُودِهٖ قَالُوا رَبَّنَٓا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرٖينَؕ ﴿250﴾ فَهَزَمُوهُمْ بِاِذْنِ اللّٰهِۙ وَقَتَلَ دَاوُدُ جَالُوتَ وَاٰتٰيهُ اللّٰهُ الْمُلْكَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَهُ مِمَّا يَشَٓاءُؕ وَلَوْلَا دَفْعُ اللّٰهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَفَسَدَتِ الْاَرْضُ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْعَالَمٖينَ ﴿251﴾ تِلْكَ اٰيَاتُ اللّٰهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّؕ وَاِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلٖينَ ﴿252﴾ تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍۢ مِنْهُمْ مَنْ كَلَّمَ اللّٰهُ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍؕ وَاٰتَيْنَا عٖيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَاَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِؕ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا اقْتَتَلَ الَّذٖينَ مِنْ بَعْدِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَلٰكِنِ اخْتَلَفُوا فَمِنْهُمْ مَنْ اٰمَنَ وَمِنْهُمْ مَنْ كَفَرَؕ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا اقْتَتَلُوا وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَفْعَلُ مَا يُرٖيدُ ﴿253﴾ يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُٓوا اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ فٖيهِ وَلَا خُلَّةٌ وَلَا شَفَاعَةٌؕ وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ ﴿254﴾ اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْحَيُّ الْقَيُّومُۚ لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌؕ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِؕ مَنْ ذَا الَّذٖي يَشْفَعُ عِنْدَهُٓ اِلَّا بِاِذْنِهٖؕ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْدٖيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْۚ وَلَا يُحٖيطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِهٖٓ اِلَّا بِمَا شَٓاءَۚ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَۚ وَلَا يَؤُدُهُ حِفْظُهُمَاۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظٖيمُ ﴿255﴾ لَٓا اِكْرَاهَ فِي الدّٖينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّۚ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللّٰهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰى لَا انْفِصَامَ لَهَاؕ وَاللّٰهُ سَمٖيعٌ عَلٖيمٌ ﴿256﴾ اَللّٰهُ وَلِيُّ الَّذٖينَ اٰمَنُواۙ يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِؕ وَالَّذٖينَ كَفَرُٓوا اَوْلِيَٓاؤُهُمُ الطَّاغُوتُۙ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى الظُّلُمَاتِؕ اُولٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ ﴿257﴾ اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذٖي حَٓاجَّ اِبْرٰهٖيمَ فٖي رَبِّهٖٓ اَنْ اٰتٰيهُ اللّٰهُ الْمُلْكَۢ اِذْ قَالَ اِبْرٰهٖيمُ رَبِّيَ الَّذٖي يُحْيٖ وَيُمٖيتُۙ قَالَ اَنَا اُحْيٖ وَاُمٖيتُؕ قَالَ اِبْرٰهٖيمُ فَاِنَّ اللّٰهَ يَأْتٖي بِالشَّمْسِ مِنَ الْمَشْرِقِ فَأْتِ بِهَا مِنَ الْمَغْرِبِ فَبُهِتَ الَّذٖي كَفَرَؕ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمٖينَۚ ﴿258﴾ اَوْ كَالَّذٖي مَرَّ عَلٰى قَرْيَةٍ وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلٰى عُرُوشِهَاۚ قَالَ اَنّٰى يُحْيٖ هٰذِهِ اللّٰهُ بَعْدَ مَوْتِهَاۚ فَاَمَاتَهُ اللّٰهُ مِائَةَ عَامٍ ثُمَّ بَعَثَهُؕ قَالَ كَمْ لَبِثْتَؕ قَالَ لَبِثْتُ يَوْمًا اَوْ بَعْضَ يَوْمٍؕ قَالَ بَلْ لَبِثْتَ مِائَةَ عَامٍ فَانْظُرْ اِلٰى طَعَامِكَ وَشَرَابِكَ لَمْ يَتَسَنَّهْۚ وَانْظُرْ اِلٰى حِمَارِكَ وَلِنَجْعَلَكَ اٰيَةً لِلنَّاسِ وَانْظُرْ اِلَى الْعِظَامِ كَيْفَ نُنْشِزُهَا ثُمَّ نَكْسُوهَا لَحْمًاؕ فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُۙ قَالَ اَعْلَمُ اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدٖيرٌ ﴿259﴾ وَاِذْ قَالَ اِبْرٰهٖيمُ رَبِّ اَرِنٖي كَيْفَ تُحْيِ الْمَوْتٰىؕ قَالَ اَوَلَمْ تُؤْمِنْؕ قَالَ بَلٰى وَلٰكِنْ لِيَطْمَئِنَّ قَلْبٖيؕ قَالَ فَخُذْ اَرْبَعَةً مِنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ اِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلٰى كُلِّ جَبَلٍ مِنْهُنَّ جُزْءًا ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْتٖينَكَ سَعْيًاؕ وَاعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ عَزٖيزٌ حَكٖيمٌ ﴿260﴾ مَثَلُ الَّذٖينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ اَنْبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ فٖي كُلِّ سُنْبُلَةٍ مِائَةُ حَبَّةٍؕ وَاللّٰهُ يُضَاعِفُ لِمَنْ يَشَٓاءُؕ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَلٖيمٌ ﴿261﴾ اَلَّذٖينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ ثُمَّ لَا يُتْبِعُونَ مَٓا اَنْفَقُوا مَنًّا وَلَٓا اَذًۙى لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿262﴾ قَوْلٌ مَعْرُوفٌ وَمَغْفِرَةٌ خَيْرٌ مِنْ صَدَقَةٍ يَتْبَعُهَٓا اَذًىؕ وَاللّٰهُ غَنِيٌّ حَلٖيمٌ ﴿263﴾ يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَالْاَذٰىۙ كَالَّذٖي يُنْفِقُ مَالَهُ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِؕ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَاَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْدًاؕ لَا يَقْدِرُونَ عَلٰى شَيْءٍ مِمَّا كَسَبُواؕ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرٖينَ ﴿264﴾ وَمَثَلُ الَّذٖينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمُ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ وَتَثْبٖيتًا مِنْ اَنْفُسِهِمْ كَمَثَلِ جَنَّةٍ بِرَبْوَةٍ اَصَابَهَا وَابِلٌ فَاٰتَتْ اُكُلَهَا ضِعْفَيْنِۚ فَاِنْ لَمْ يُصِبْهَا وَابِلٌ فَطَلٌّؕ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصٖيرٌ ﴿265﴾ اَيَوَدُّ اَحَدُكُمْ اَنْ تَكُونَ لَهُ جَنَّةٌ مِنْ نَخٖيلٍ وَاَعْنَابٍ تَجْرٖي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۙ لَهُ فٖيهَا مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۙ وَاَصَابَهُ الْكِبَرُ وَلَهُ ذُرِّيَّةٌ ضُعَفَٓاءُ فَاَصَابَهَٓا اِعْصَارٌ فٖيهِ نَارٌ فَاحْتَرَقَتْؕ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ ﴿266﴾ يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُٓوا اَنْفِقُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا كَسَبْتُمْ وَمِمَّٓا اَخْرَجْنَا لَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ وَلَا تَيَمَّمُوا الْخَبٖيثَ مِنْهُ تُنْفِقُونَ وَلَسْتُمْ بِاٰخِذٖيهِ اِلَّٓا اَنْ تُغْمِضُوا فٖيهِؕ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ حَمٖيدٌ ﴿267﴾ اَلشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَأْمُرُكُمْ بِالْفَحْشَٓاءِۚ وَاللّٰهُ يَعِدُكُمْ مَغْفِرَةً مِنْهُ وَفَضْلًاؕ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَلٖيمٌۚ ﴿268﴾ يُؤْتِي الْحِكْمَةَ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُوتِيَ خَيْرًا كَثٖيرًاؕ وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُولُوا الْاَلْبَابِ ﴿269﴾ وَمَٓا اَنْفَقْتُمْ مِنْ نَفَقَةٍ اَوْ نَذَرْتُمْ مِنْ نَذْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُهُؕ وَمَا لِلظَّالِمٖينَ مِنْ اَنْصَارٍ ﴿270﴾ اِنْ تُبْدُوا الصَّدَقَاتِ فَنِعِمَّا هِيَۚ وَاِنْ تُخْفُوهَا وَتُؤْتُوهَا الْفُقَرَٓاءَ فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْؕ وَيُكَفِّرُ عَنْكُمْ مِنْ سَيِّـَٔاتِكُمْؕ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبٖيرٌ ﴿271﴾ لَيْسَ عَلَيْكَ هُدٰيهُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْدٖي مَنْ يَشَٓاءُؕ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَلِاَنْفُسِكُمْؕ وَمَا تُنْفِقُونَ اِلَّا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ اللّٰهِؕ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ يُوَفَّ اِلَيْكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ ﴿272﴾ لِلْفُقَرَٓاءِ الَّذٖينَ اُحْصِرُوا فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ لَا يَسْتَطٖيعُونَ ضَرْبًا فِي الْاَرْضِؗ يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ اَغْنِيَٓاءَ مِنَ التَّعَفُّفِۚ تَعْرِفُهُمْ بِسٖيمٰيهُمْۚ لَا يَسْـَٔلُونَ النَّاسَ اِلْحَافًاؕ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ بِهٖ عَلٖيمٌ ﴿273﴾ اَلَّذٖينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ سِرًّا وَعَلَانِيَةً فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿274﴾ اَلَّذٖينَ يَأْكُلُونَ الرِّبٰوا لَا يَقُومُونَ اِلَّا كَمَا يَقُومُ الَّذٖي يَتَخَبَّطُهُ الشَّيْطَانُ مِنَ الْمَسِّؕ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُٓوا اِنَّمَا الْبَيْعُ مِثْلُ الرِّبٰواۢ وَاَحَلَّ اللّٰهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبٰواؕ فَمَنْ جَٓاءَهُ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّهٖ فَانْتَهٰى فَلَهُ مَا سَلَفَؕ وَاَمْرُهُٓ اِلَى اللّٰهِؕ وَمَنْ عَادَ فَاُولٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ ﴿275﴾ يَمْحَقُ اللّٰهُ الرِّبٰوا وَيُرْبِي الصَّدَقَاتِؕ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ اَثٖيمٍ ﴿276﴾ اِنَّ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتَوُا الزَّكٰوةَ لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿277﴾ يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَذَرُوا مَا بَقِيَ مِنَ الرِّبٰٓوا اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنٖينَ ﴿278﴾ فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا فَأْذَنُوا بِحَرْبٍ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِهٖۚ وَاِنْ تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُؤُسُ اَمْوَالِكُمْۚ لَا تَظْلِمُونَ وَلَا تُظْلَمُونَ ﴿279﴾ وَاِنْ كَانَ ذُو عُسْرَةٍ فَنَظِرَةٌ اِلٰى مَيْسَرَةٍؕ وَاَنْ تَصَدَّقُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ ﴿280﴾ وَاتَّقُوا يَوْمًا تُرْجَعُونَ فٖيهِ اِلَى اللّٰهِ ثُمَّ تُوَفّٰى كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ ﴿281﴾ يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُٓوا اِذَا تَدَايَنْتُمْ بِدَيْنٍ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى فَاكْتُبُوهُؕ وَلْيَكْتُبْ بَيْنَكُمْ كَاتِبٌ بِالْعَدْلِ وَلَا يَأْبَ كَاتِبٌ اَنْ يَكْتُبَ كَمَا عَلَّمَهُ اللّٰهُ فَلْيَكْتُبْۚ وَلْيُمْلِلِ الَّذٖي عَلَيْهِ الْحَقُّ وَلْيَتَّقِ اللّٰهَ رَبَّهُ وَلَا يَبْخَسْ مِنْهُ شَيْـًٔاؕ فَاِنْ كَانَ الَّذٖي عَلَيْهِ الْحَقُّ سَفٖيهًا اَوْ ضَعٖيفًا اَوْ لَا يَسْتَطٖيعُ اَنْ يُمِلَّ هُوَ فَلْيُمْلِلْ وَلِيُّهُ بِالْعَدْلِؕ وَاسْتَشْهِدُوا شَهٖيدَيْنِ مِنْ رِجَالِكُمْۚ فَاِنْ لَمْ يَكُونَا رَجُلَيْنِ فَرَجُلٌ وَامْرَاَتَانِ مِمَّنْ تَرْضَوْنَ مِنَ الشُّهَدَٓاءِ اَنْ تَضِلَّ اِحْدٰيهُمَا فَتُذَكِّرَ اِحْدٰيهُمَا الْاُخْرٰىؕ وَلَا يَأْبَ الشُّهَدَٓاءُ اِذَا مَا دُعُواؕ وَلَا تَسْـَٔمُٓوا اَنْ تَكْتُبُوهُ صَغٖيرًا اَوْ كَبٖيرًا اِلٰٓى اَجَلِهٖؕ ذٰلِكُمْ اَقْسَطُ عِنْدَ اللّٰهِ وَاَقْوَمُ لِلشَّهَادَةِ وَاَدْنٰٓى اَلَّا تَرْتَابُٓوا اِلَّٓا اَنْ تَكُونَ تِجَارَةً حَاضِرَةً تُدٖيرُونَهَا بَيْنَكُمْ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ اَلَّا تَكْتُبُوهَاؕ وَاَشْهِدُٓوا اِذَا تَبَايَعْتُمْ وَلَا يُضَٓارَّ كَاتِبٌ وَلَا شَهٖيدٌؕ وَاِنْ تَفْعَلُوا فَاِنَّهُ فُسُوقٌ بِكُمْؕ وَاتَّقُوا اللّٰهَؕ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُؕ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلٖيمٌ ﴿282﴾ وَاِنْ كُنْتُمْ عَلٰى سَفَرٍ وَلَمْ تَجِدُوا كَاتِبًا فَرِهَانٌ مَقْبُوضَةٌؕ فَاِنْ اَمِنَ بَعْضُكُمْ بَعْضًا فَلْيُؤَدِّ الَّذِي اؤْتُمِنَ اَمَانَتَهُ وَلْيَتَّقِ اللّٰهَ رَبَّهُؕ وَلَا تَكْتُمُوا الشَّهَادَةَؕ وَمَنْ يَكْتُمْهَا فَاِنَّهُٓ اٰثِمٌ قَلْبُهُؕ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ عَلٖيمٌ ﴿283﴾ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِؕ وَاِنْ تُبْدُوا مَا فٖٓي اَنْفُسِكُمْ اَوْ تُخْفُوهُ يُحَاسِبْكُمْ بِهِ اللّٰهُؕ فَيَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُؕ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدٖيرٌ ﴿284﴾ اٰمَنَ الرَّسُولُ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مِنْ رَبِّهٖ وَالْمُؤْمِنُونَؕ كُلٌّ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِهٖ وَكُتُبِهٖ وَرُسُلِهٖؕ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ اَحَدٍ مِنْ رُسُلِهٖ وَقَالُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَاِلَيْكَ الْمَصٖيرُ ﴿285﴾ لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْسًا اِلَّا وُسْعَهَاؕ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْؕ رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَسٖينَٓا اَوْ اَخْطَأْنَاۚ رَبَّنَا وَلَا تَحْمِلْ عَلَيْنَٓا اِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذٖينَ مِنْ قَبْلِنَاۚ رَبَّنَا وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِهٖۚ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا اَنْتَ مَوْلٰينَا فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرٖينَ ﴿286﴾