28- KASAS SURESİNİN KISA TEFSİRİ

KASAS SURESİNİN ANLAMI



"En bağışlayıcı ve en merhametli olan Allah'ın adıyla,"

Ayet: 1-2
TA-SİN-MİM ( Dikkat! ) Ey insanlar, bunlar bu apaçık ilahi kitabın / Kuran'ın bildirdiği gerçeklerdir.
Ayet: 3-6
Ey elçi, Biz sana İslam'a inananlara (anlatman için) Musa ve Firavun olayının bir kısmını gerçeklerle aktarıyoruz. Doğrusu Firavun yeryüzünde büyüklük taslayıp zorbalık etti ve kendi halkını (düşman) taraflara ayırdı. Firavun (halkının içinde) bir topluluk olan (İsrailoğullarını) zayıf / mağdur duruma düşürüyordu ve onların erkek çocuklarını öldürüp kadınlarını yaşatıyordu. Doğrusu o, (büyük) bozgunculardan biriydi. Ama Biz o ülkede zayıf / mağdur durumuna düşürülen (İsrailoğullarına) iyilik etmek, onları (dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yönelten) önderler ve ilahi kitabın mirasçısı yapmak, onlara yeryüzünde bazı imkanlar sağlamak ve (onlar tarafından) Firavuna, Haman'a ve onların askerlerine sakındıkları (yenilgiyi) göstermek istiyorduk.
Ayet: 7-8
(Musa, Firavunun İsrailoğullarından doğan her erkek çocuğu öldürttüğü bir dönemde doğdu.) Bu yüzden Biz (bebek) Musa'nın annesine: "Bebeğini emzirip doyur ve (öldürülmesinden) endişe ettiğinde onu (bir sandık içine koyup) su akıntısına bırak. Endişe etme ve üzülme. Çünkü Biz onu sana döndüreceğiz ve (daha sonra) onu elçimiz yapacağız." diye vahiy ettik / bildirdik. Böylece Firavunun beraberinde olanlar -gelecekte onların bir düşmanı ve üzüntüsü olacak- (Musa'yı su akıntısının kıyısında) bulup aldılar (ve onu Firavunun sarayına götürdüler.) Ama Firavun, Haman ve onların askerleri (İsrailoğullarından doğan erkek çocuklarını öldürmekle çok büyük bir) günah işliyorlardı.
Ayet: 9
(Saraya getirilen o bebeği / Musa'yı gören) Firavunun hanımı kocasına: "(Bu bebek) bana da sana da göz aydınlığı (mutluluk) veriyor. Sakın onu öldürmeyin! Belki o, bize fayda verir ya da onu evlat ediniriz." dedi. Onlar (Allah'ın üstün takdirinin) ise hiç farkında değillerdi.
Ayet: 10-11
Musa'nın annesi (onun Firavunun sarayına götürüldiüğünü haber alınca,) çok telaşlandı. Şayet Biz Musa'nın annesinin kalbini gerçeklere / İslam'a / doğruluğa inanması için güçlendirmeseydik, o, az daha (suda bulunan o bebeğin kendi bebeği olduğunu) açığa vuracaktı. Sonra Musa'nın annesi Musa'nın ablasına "kardeşini takip et" dedi. Musa'nın ablası da -(saray görevlilerinin) dikkatini çekmeden- uzaktan uzağa kardeşi Musa'nın durumunu gözlemledi.
Ayet: 12-13
Biz önceden bebek Musa'ya sütanneden süt emmeyi haram kıldık. (Bunu gözlemleyen) Musa'nın ablası (saray görevlilerine gidip): "O bebeğe süt emzirmeyi sizin için üstlenecek ve onu terbiye edecek bir ev halkını size bildireyim mi?" dedi. (Onlar da bu teklifi kabul edip Musa'nın annesini bir sütanne olarak görevlendirdiler.) Böylece Biz Musa'yı kendi annesine döndürdük. Çünkü Biz Musa'nın annesinin gözünün aydın (kalbinin mutlu) olmasını, (artık) üzülmemesini ve Allah'ın verdiği (her) sözün bir gerçek olduğunu bilmesini istedik. Ama (ne yazık ki) insanlardan birçoğu gerçekleri anlamak istemez.
Ayet: 14
Musa ergenlik çağına gelip büyüdüğünde, Biz ona ilahi bilgi ve doğru hükümler lütfettik. Bu böyledir. Biz iyi işler yapanları ödüllendiririz.
Ayet: 15-17
Bir gün Musa (saraydan çıkıp) şehre gitti. O vakit şehir halkı öğlen uykusundaydı. Musa orada birbirine karşı (öldüresiye) kavga eden iki adam gördü. O adamlardan biri, kendi toplumundan (bir Yahudiydi), diğeri ise onlara düşman olan Firavunun toplumundandı. Musa'nın toplumundan / İsrailoğullarından olan (Yahudi) adam düşman toplumdan olan adama karşı Musa'dan yardım istedi. Musa da (düşünmeden) o adamı itti ve (kazayla) onu öldürdü. O vakit Musa: "Doğusu bu, şeytanın işidir, (yani düşünmeden bir kavgaya girmiş olmam şeytanın beni kandırmasıyla olmuştur.) Çünkü şeytan (insanı) gerçeklerden / İslam'dan / doğruluktan saptıran büyük bir düşmandır" dedi. Sonra Musa: "Ey Rabb'im, ben kendime haksızlık ettim / günah işledim; (lütfunla) beni bağışla." dedi. Rabb'i de onu bağışladı. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayandır ve en merhametlidir. (Daha sonra) Musa: "Ey Rabb'im, (sana söz veriyorum ki) artık bana verdiğin nimetlerle günahta ısrar eden suçlulardan hiçbirine destek vermeyeceğim." dedi.
Ayet: 18-19
Böylece Musa (haksız yere cinayetle suçlanıp öldürülmekten) çekinip gelişmeleri gözleyerek şehirde sabahladı. Sonra -bir anda- dün kendisinden yardım isteyen (Yahudi) adamın (başka bir adamla kavga ettiğini ve yardım için) ona bağırdığını (gördü.) O vakit Musa ona: "Belli ki sen çok azgın bir adamsın." dedi. Musa (dün ve bugün kavga ettiği) iki adama da düşmanlık eden o (Yahudi) adamı tutup bir kenara çekmek istediğinde, o (Yahudi) adam (bağırarak): "Ey Musa, dün canı öldürdüğün gibi şimdi de beni mi öldürmek istiyorsun? Herhalde sen yeryüzünde düzeltici / iyi işler yapan bir kimse değil sadece bir zorba olmak istiyorsun." dedi.
Ayet: 20
Sonra şehrin dışından bir adam koşarak geldi ve ona: "Ey Musa, ileri gelen devlet adamları seni öldürmek için kendi aralarında görüşüyorlar. Hemen buradan çıkıp git. Doğrusu ben sana (bunu) tavsiye ediyorum." dedi.
Ayet: 21-25
Böylece Musa (haksız yere cinayetle suçlanıp öldürülmekten) çekinip gelişmeleri gözleyerek şehirden ayrıldı ve: "Ey Rabb'im, beni haksızlıkta / zulümde ısrar eden kimselerden kurtar." diyerek dua etti. Musa Medyen yönüne yöneldiğinde ise: "Rabb'imden beni en doğru yola yöneltmesini dilerim." diyerek dua etti. Musa Medyen'in bir su kuyusuna vardığında, orada hayvanlarına su veren (kalabalık) bir topluluğu ve onların dışında (hayvanlarını) geride tutan iki kızı gördü. Musa o kızlara: "Sizin (orada durup beklemenizdeki) amaç nedir?" dediğinde, onlar: "Babamız çok yaşlı olduğundan, (hayvanlarımıza su verme işini biz yapıyoruz;) ama diğer çobanlar bu su kuyusundan çekilip gitmeden biz (oraya gidip) hayvanlarımıza su veremeyiz." dediler. Sonra Musa, (o iki kıza yardım edip) onların hayvanlarına su verdi ve dinlenmek için bir gölgeye çekilip: "Ey Rabb'im, ben Senin bana lütfedeceğin her iyiliğe muhtacım." diyerek dua etti. Sonra o iki kızdan biri utangaç bir şekilde yürüyerek Musa'nın yanına geldi ve: "Babam seni çağırıyor. Çünkü babam senin bizim için hayvanlarımıza su vermenin karşılığı olarak sana bir ücret vermek istiyor." dedi. Musa o kızların babasının yanına gelip ona kendi başından geçen tüm olayları anlattğında, o, Musa'ya: "Sakın çekinme! Artık haksızlıkta / zulümde ısrar eden o kimselerden kurtuldun." dedi.
Ayet: 26-29
O iki kızdan biri: "Babacığım, Musa'yı kendin için ücretle çalıştırır mısın? Çünkü o, güçlüdür ve güvenilirdir (ve bu özellikleriyle) senin ücretle çalıştırdığın kimselerin arasında en iyisi olabilir." dedi. Böylece o, Musa'ya: "Eğer sen sekiz yıl benim için ücretli olarak çalışırsan, ben seni şu iki kızımdan biriyle evlendirmek isterim. Ama sen o süreyi on yıla tamamlarsan, bu da senin kendi bileceğin bir iştir. Doğrusu ben sana (bu konuda) hiçbir zorlama yapmak istemem. (Artık karar senindir.) Allah'ın dilemesiyle / lütfuyla -gelecekte sen de- benim düzeltici / iyi işler yapan bir kimse olduğumu göreceksin." dedi. O vakit Musa ona: "(Tamam,) aramızda anlaştık; ama bu iki süreden birini tamamlayıp buradan ayrıldığımda bana kızmayacaksın. Allah bu dediklerimizin şahididir" dedi. Böylece Musa, (çalışarak) o süreyi tamamladı; sonra da ailesiyle beraber geceleyin yola çıkıp (oradan ayrıldı.) Musa (yolculuğu sırasında) Sina Dağının (batı / sağ) yakasında uzakta bir ateş gördü ve ailesine: "Siz beni burada bekleyin. Uzakta bir ateş gördüm. (Gidip bir bakayım,) belki size bir haber veya bir ateş (kor) parçası getirebilirim. Umulur ki ısınırsınız." dedi.
Ayet: 30-32
Musa vadinin sağ yakasında (yanan) ağacın bulunduğu mübarek yere geldiğinde, (Allah tarafından) ona: "Ey Musa, Ben tüm varlıkların Rabb'i olan Allah'ım. Şimdi asanı / değneğini yere at." diye seslenildi / vahiy edildi. (Böylece Musa değneğini yere attı;) ama (bir anda) değneğinin kıvrılarak hareket eden bir yılana dönüştüğünü gördü ve korkup arkasına bakmadan kaçtı. Allah ona: "Ey Musa, korkma, güvendesin; geri gel ve değneğini yerden al. Şimdi de elini gömleğinin içine sok. O elin kusursuz (kar gibi) bembeyaz olarak gömleğinden çıkacaktır. Artık korkudan açılan kollarını (ve kendini) toparla. İşte Rabb'inin sana verdiği bu iki mucize, Firavuna ve ileri gelen devlet adamlarına göstereceğin apaçık kanıtlardır. Doğrusu onlar günahta ısrar eden fasık bir toplum oldular." dedi.
Ayet: 33-35
Musa: "Ey Rabb'im, ben (kazayla) onlardan bir canı öldürdüm ve onların beni (haksız yere cinayetle suçlamasından ve) öldürmesinden çekiniyorum. Ayrıca (ey Rabb'im,) kardeşim Harun benden daha akıcı konuştuğundan, (lütfunla) onu benim yanımda bir yardımcı olarak gönder ki o, beni doğrulasın. Çünkü ben onların (beni anlamadan) yalanlamasından endişe ediyorum." dedi. Allah da ona: "(Endişe etme!) Biz seni kardeşinle güçlendireceğiz. Biz size -bildirdiğimiz gerçekler (ve mucizeler) sayesinde- öyle bir güç vereceğiz ki, onlar size hiçbir kötülük dokunduramayacaktır." dedi.
Ayet: 36-37
Ama Musa Firavuna ve ileri gelen devlet adamlarına bildirdiğimiz apaçık gerçekleri (ve mucizeleri) getirdiğinde, onlar: "Bu, sadece uydurulmuş bir sihirdir / aldatmacadır. Ayrıca biz geçmiş atalarımızdan bu dini (yani İslam'ı) işitmiş değiliz." dediler. Musa da onlara: "Şüphesiz ki Rabb'im, kimin Onun lütfundan gönderdiği bu dosdoğru yolu / İslam'ı / doğruluğu getirdiğini ve ahirette kimin sonunun iyi bir yerde (yani cennette) yaşamak olduğunu en iyi bilendir. Şunu iyi bilin ki, haksızlıkta / zulümde ısrar eden zalimler kurtuluşa / gerçek mutluluğa / cennet nimetlerine erişemeyecektir." dedi.
Ayet: 38
Ama Firavun: "Ey ileri gelen devlet adamları, sizin için kendimden daha iyi bir ilah tanımıyorum. Ey Haman, benim için (tuğla) ocağını yak ve bana (yüksek) bir köşk yap ki Musa'nın ilahına bir bakayım(!) Doğrusu ben onun yalancı biri olduğunu düşünüyorum." dedi.
Ayet: 39-42
Firavun ve askerleri yeryüzünde haksızca büyüklük tasladılar. Çünkü onlar ahirette huzurumuza döndürülmeyeceklerini / tüm yaptıklarından hesaba çekilmeyeceklerini sandılar. Sonuçta Biz onu ve askerlerini cezalandırıp suda boğduk. Baksana (geçmişte) haksızlıkta / zulümde ısrar eden zalimlerin sonu ne kötü oldu. Biz onları kendilerine uyan kimseleri cehenneme çağıran önderler yaptık. Sonuçta onlar kıyamet günü yardımsız / çaresiz kalacaktır. Biz onları bu dünyada lanete uğrattık, kıyamet günü ise (tekrar) lanete uğratacağız.
Ayet: 43
Önceki bazı nesilleri cezalandırıp yok ettikten sonra Biz Musa'ya ilahi bir kitap verdik. İndirdiğimiz o ilahi kitap da insanların gönül gözlerini açan ilahi gerçeklerdi, bir doğruluk rehberiydi ve bir rahmetti. Umulur ki insanlar gerçekleri düşünüp öğüt alırlar.
Ayet: 44-45
Ey elçi, Biz Musa'ya emrimizi bildirdiğimizde sen (Sina Dağının) batı yakasında değildin ki (onun Sina Dağında yaşadıklarını bilesin.) Ey elçi, sen (Musa'nın başından geçen olayların) hiçbirine şahit olmadın ki (bunları bilesin.) (Ey elçi, sen Musa'nın başından geçen olaylara şahit olmadın;) ama Biz (Musa'nın ardından) nice nesiller var ettikten ve onların üzerinde nice devirler geçirdikten sonra (o olayları sana bildirdik.) Ey elçi, sen Medyen halkının içinde bulunmadın ki (Musa'nın Medyen'de yaşadığı olayları bilesin.) Ey elçi, sen bildirdiğimiz gerçekleri insanlara okuyup aktarıyorsun; ama (Biz ilahi gerçekleri sana bildirmeseydik, sen onları okuyup aktaramazdın.) Öyleyse herkes şunu iyi bilsin ki, seni (insanlara elçimiz olarak) gönderen Biziz.
Ayet: 46
Ey elçi, Biz (Musa'ya) seslendiğimizde / vahiy ettiğimizde sen o dağın yanında değildin ki (onun orada yaşadığı olayları bilesin.) Ama sen bunları Rabb'inin rahmeti (olan bu ilahi kitap / Kuran) sayesinde biliyorsun. Çünkü Allah seni -senden önce kendilerine (uzun bir süre) uyarıcı gelmemiş olan- insanları uyarman için elçisi olarak göndermiştir. Umulur ki insanlar gerçekleri düşünüp öğüt alırlar.
Ayet: 47-48
Ey elçi, şayet Biz seni insanlara elçimiz olarak göndermeseydik, onlar bu dünyada işledikleri günahlar yüzünden başlarına bir sıkıntı gelince: "Ey Rabb'imiz, şayet bize bir elçi gönderseydin, biz de (Senin elçine ve) bildirdiğin gerçeklere uyardık ve İslam'a inanırdık." diyeceklerdi. Ama gönderdiğimiz gerçekler kendilerine geldiğinde, putperest / müşrik Araplar: "Bu elçiye de Musa'ya verilenler gibi (olağanüstü) mucizeler verilmesi gerekirdi." dediler. Oysa önceki inkarcılar Musa'ya verilen mucizeleri görmelerine rağmen onları inkar edip: "Bunlar art arda sihirlerdir / aldatmacalardır. Bu yüzden biz hepsini inkar ediyoruz." demişlerdi.
Ayet: 49-55
Ey elçi, İslam'ı ısrarla inkar eden kafirlere de ki: "Eğer doğruyu söylüyorsanız, (Musa'ya ve bana indirilen) ilahi kitaplara karşı daha doğru (olabilecek) bir kitabı Allah'tan getirin de, ben ona uyayım. Ey elçi, onlar sana olumlu cevap vermezlerse, şunu iyi bil ki, onlar ancak kötü arzularına uyarlar. Doğrusu Allah'ın gönderdiği bu doğruluk rehberine / Kuran'a uymayıp kötü arzularına uyan kimselerden daha sapkını yoktur. Doğrusu Allah haksızlıkta / zulümde ısrar eden zalimleri dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yöneltmez. Ama Biz bu sözü (Kuran'ı) insanlara ulaştırdık. Umulur ki insanlar gerçekleri düşünüp öğüt alırlar. (Samimi olan) ehli kitap (Yahudiler ve Hristiyanlar) da bu ilahi kitaba / Kuran'a inanırlar. İslam'a inananlar kendilerine bu Kuran okunup aktarıldığında: "Doğrusu biz bu ilahi kitabın / Kuran'ın Rabb'imizden gelen bir gerçek olduğuna inandık; ama ondan önce Allah'a teslim olup İslam'ı kabul ettik." dediler. İşte onlar (İslam için) sabırla dayanışarak hareket ettiklerinden, yaptıkları iyiliklerle kötülüğü giderdiklerinden ve kendilerine lütfettiğimiz nimetlerden (İslam için) harcama / yardım yaptıklarından; ahirette iki kat fazla ödüllendirilecektir. Böylece onlar putperest / müşrik Araplardan boş / rahatsız edici bir söz işittiklerinde, aldırış etmeden: "Doğrusu bizim yaptığımız bize, sizin yaptığınız da size dönecektir. Selam / esenlikler üzerinize olsun; ama biz cahilce (gerçeği bilmeden) davranan kimselerle beraber bulunmak istemeyiz." dediler.
Ayet: 56
Ey elçi, sen, en sevdiklerini bile (istemedikleri takdirde) dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yöneltemezsin. Doğrusu Allah ancak dileyenleri (yani İslam'a inananları) dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yöneltir. Şüphesiz ki Allah doğruya yönelenleri en iyi bilendir.
Ayet: 57-58
Bazı (korkaklar) bu elçiye: "Eğer biz seninle dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa uyarsak, (bazıları tarafından tutulup) yurdumuzdan atılırız." dediler. Ey elçi, (onlara şu gerçeği sor:) "Onları -rahmetimizden lütfettiğimiz her çeşit meyvenin / ürünün getirilip toplandığı- bu kutsal ve güvenli beldeye (Mekke'ye) yerleştiren Biz değil miyiz? (Biziz! Öyleyse İslam'a inananlar ilahi yardımımızdan şüphe etmemelidir.) Ama (ne yazık ki) insanlardan birçoğu gerçekleri anlamak istemez. Doğrusu Biz zenginlikten şımaran nice beldeleri cezalandırıp yok ettik. İşte onlardan geriye kalan evler / harabeler... Onlardan sonra o evlerde çok oturan da olmadı. Sonuçta onların her şeyi Bize (miras) kaldı.
Ayet: 59
Ey elçi, herkes şunu iyi bilsin ki, Rabb'in bir beldeyi cezalandırıp yok etmeden önce onlara o toplumun içinden -bildirdiğimiz gerçekleri okuyup aktaran- bir elçi gönderir. Doğrusu Biz bir beldeyi -ancak halkı zalim olduğu takdirde- cezalandırıp yok ederiz.
Ayet: 60-62
Ey insanlar, şunu iyi bilin ki, size verilen (yani sahip olduğunuz) her şey (ancak) bu dünya hayatının (geçici) faydaları ve süsleridir; ama ahirette Allah'ın huzurundaki (cennet nimetleri) daha iyidir ve kadar kalıcıdır. Artık aklınızı kullanmanız gerekir. Doğrusu kendilerine güzel bir söz verdiğimiz ve ahirette o söze (cennet nimetlerine) eriştireceğimiz İslam'a inananlarla, dünya hayatının (geçici) faydalarından yararlandırdığımız ama kıyamet günü huzurumuzda hesaba çekeceğimiz inkarcılar bir değildir. Kıyamet günü Allah (tüm) putperestlere / müşriklere seslenip: "Bana ortak koştuğunuz (güya) ortaklarım (olan putlar / sahte ilahlar) hani neredeler / niçin size yardım etmiyorlar?" diyecektir.
Ayet: 63-67
(Kıyamet günü) ceza emrimizi hak edenler: "Ey Rabb'imiz, (evet,) biz şu kimseleri saptırdık; kendimiz doğruluktan saptığımız gibi onları da saptırdık. (Ama şimdi) biz onlardan uzaklaşıp yalnız Sana yöneldik. Ayrıca onlar (dünyadayken) yalnız bize değil (başka şeylere de) ibadet ediyorlardı." diyecektir. O vakit putperestlere / müşriklere: "Haydi, Allah'a ortak koştuğunuz putlara / sahte ilahlara dua edin de (gelip) size yardım etsinler(!)" denilecektir. Onlar da dua edecek ama onlardan olumlu bir cevap alamayacaktır. Sonuçta onlar cezalarını görecekler. Keşke dünyadayken dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yönelselerdi! O gün Allah onlara seslenip: "(Ey İslam'ı ısrarla inkar eden kafirler, hatırlayın bakalım,) siz elçilerime ne cevap verdiniz. (Siz onları yalanladınız.)" diyecektir. İşte o gün onlar habersiz kalacaktır; ama birbirine (bir soru bile) soramayacaktır. Ama (ölmeden önce) hatadan dönüp /tövbe edip İslam'a inanan ve düzeltici / iyi işler yapan kimseler kurtuluşa / gerçek mutluluğa / cennet nimetlerine erişmeyi umabilir.
Ayet: 68-70
Ey elçi, herkes şunu iyi bilsin ki, Rabb'in dilediği şekilde yaratır ve uygun gördüğünü seçer. (O, seni yaratmış ve elçisi olarak seçmiştir.) (Allah'ın karar verdiği bir konuda) insanların bir tercih hakkı yoktur. Doğrusu Allah putperestlerin / müşriklerin Ona ortak koştuğu şeylerden uzaktır ve çok yücedir. Şüphesiz ki Rabb'in tüm insanların kalplerinde gizledikleri ve açıkladıkları her şeyi bilir. Allah'tan başka ilah yoktur / Allah tüm varlıkların tek ilahıdır. Ey insanlar, 'hem bu ilk hayatınızda (yani dünyada) hem de sonraki hayatınızda (yani ahirette) Allah'a hamdolsun' demelisiniz. Şüphesiz ki (her konuda) son hüküm ancak Allah'a aittir. (Ey insanlar, şunu iyi bilin ki,) hepiniz ahirette Allah'ın huzuruna döndürülüp (tüm yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz.)
Ayet: 71-73
Ey elçi, putperest / müşrik Araplara de ki: "Bir düşünün bakalım, eğer Allah geceyi sizin üzerinize kıyamet gününe kadar sürdürecek olsa, size Allah'tan başka güneşi getirebilecek bir ilah var mı? (Hayır!) Öyleyse gerçekleri dinlemeniz gerekir. Yine düşünün bakalım, eğer Allah gündüzü sizin üzerinize kıyamet gününe kadar sürdürecek olsa, size Allah'tan başka -dinlenmeniz için- geceyi getirebilecek bir ilah var mı? (Hayır!) Artık gerçekleri görmeniz gerekir. Doğrusu Allah rahmetiyle / lütfuyla (size) dinlenmeniz için geceyi, lütfundan rızkınızı aramanız için de gündüzü var etmiştir. Umulur ki şükredersiniz."
Ayet: 74-75
Kıyamet günü Allah (tüm) putperestlere / müşriklere seslenip: "Bana ortak koştuğunuz (güya) ortaklarım (olan putlar / sahte ilahlar) hani neredeler / niçin size yardım etmiyorlar?" diyecektir. O gün Biz her inkarcı topluluktan birer şahit çıkarıp onlara: "(Uydurduğunuz şeylerin) apaçık kanıtlarını getirin." diyeceğiz. Ama (onlar hiçbir kanıt getiremeyecek) ve tüm gerçeklerin Allah'a ait olduğunu anlayacaktır. Sonuçta (ahirette) putperestlerin / müşriklerin uydurduğu (putlar / sahte ilahlar) onları terk edecektir.
Ayet: 76-82
Doğrusu (aşırı zengin olmasıyla bilinen) Karun da Musa'nın toplumundandı / İsrailoğullarındandı. (Ne yazık ki) o, (zenginlikten şımarıp) kendi toplumuna kötü davrandı. Biz ona (bu dünyada bir sınav olarak) öyle hazineler verdik ki ancak bir grup güçlü kuvvetli adam onun hazinelerinin anahtarlarını zorla taşıyorlardı. Bir vakit Karun'un toplumundan (İsrailoğullarından) bazıları ona: "(Servetine güvenip) şımarma! Şüphesiz ki Allah şımaranları sevmez. Artık Allah'ın sana verdiklerinden (İslam için harcama / yardım yaparak) ahiret yurdunu (cenneti) de kazanmaya çalış. Sakın bu dünyadan sana düşen servet payının büyüklüğünü unutma. (Yani küçük bir yardımla yetinme; servetinin büyüklüğüne göre harcama / yardım yap.) Allah sana iyilik ettiği gibi, sen de (ihtiyaç sahiplerine) iyilik et. Sakın yeryüzünde bozgunculuk / karışıklık çıkmasını isteme! Şüphesiz ki Allah bozgunculuk edenleri sevmez." dediler. Karun da onlara: "(Siz bu işe niçin Allah'ı karıştırıyorsunuz ki!) Bu servet bana (Allah'ın sayesinde değil) sadece bendeki bilgi sayesinde verildi." dedi. Ama o, bilmiyordu ki Allah Karun'dan önceki nesillerde ondan daha güçlü ve daha zengin nice inkarcı nankörleri yok etmiştir. (Bu dünyada) günahta ısrar eden (büyük) suçlulara günahlarını sorulmayabilir; (ama ahirette Allah onları tüm yaptıklarından hesaba çekecektir.) Daha sonra Karun tüm süsüyle (şatafatıyla) toplumunun önüne çıkıp (gösteriş yaptı.) Bunu gören dünya hayatını (çok) isteyen kimseler (ona özenip): "Keşke bizim de -Karun'a verilene benzer- büyük bir servetimiz olsaydı. Doğrusu o, çok şanslı biri." dediler. Kendilerine ilahi kitap bilgisi verilen kimseler ise onlara: "Ahirette size yazık olacaktır. Çünkü İslam'a inanıp düzeltici / iyi işler yapan kimseler için Allah'ın (ahiretteki) ödülü (dünyadaki her şeyden) daha üstündür. Ama bu ödüle ancak (İslam için) sabırla dayanışarak hareket eden kimseler kavuşur." dediler. Sonuçta Biz Karun'u da onun (saray gibi olan) evini de yerin dibine geçirdik. Artık ona Allah'tan başka yardım edebilecek bir kimse yoktu ve o, yardımsız / çaresiz kaldı. O vakit dün (Karun'a özenip) onun yerinde olmayı arzu eden kimseler: "Şimdi anladık ki Allah (bu dünyada bir sınav olarak) verdiği nimetleri kullarından dilediğine bol, dilediğine de belli bir ölçüde verir. Şayet Allah bize iyilik etmeseydi, bizi de (Karun gibi) yerin dibine geçirirdi. Şimdi anladık ki İslam'ı ısrarla inkar eden kafirler asla kurtuluşa / gerçek mutluluğa / cennet nimetlerine erişmeyecektir." demeye başladılar.
Ayet: 83-84
Herkes şunu iyi bilsin ki, Biz ahiret yurdunu (cenneti) yeryüzünde zorbalık ve bozgunculuk etmek istemeyen (dosdoğru olan) insanlara vereceğiz. Sonuçta Allah'ın emirlerine duyarlıca sorumlu davranan ve yasaklarından sakınan kimselerin sonu çok iyi olacaktır. Çünkü ahirette huzurumuza iyiliklerle gelen kimselere yaptıklarından daha üstün bir ödül verilecektir; huzurumuza kötülüklerle gelen kimselere ise ancak yaptıklarına denk bir ceza verilecektir.
Ayet: 85
Ey elçi, şunu iyi bil ki, sana bu ilahi kitabın / Kuran'ın hükümlerini farz kılan Allah seni (Mekke'den Medine'ye hicretinden sonra Mekke'ye bir zaferle) geri döndürecektir. Ey elçi, insanlara de ki: "Şüphesiz ki Rabb'im dosdoğru yolu / İslam'ı / doğruluğu getireni de büyük bir sapkınlıkta olanı da en iyi bilendir."
Ayet: 86-88
Ey elçi, sen bu ilahi kitabın / Kuran'ın sana indirilmesini ummuyordun. (Doğrusu bu ilahi kitap / Kuran sana) ancak Rabb'inin bir rahmeti olarak (indirilmiştir.) Öyleyse sakın İslam'ı ısrarla inkar eden kafirlere destek olma! Allah'ın bildirdiği gerçekler sana indirildikten sonra, artık hiç kimse seni onlardan alıkoymamalıdır. Ey elçi, (insanları) Rabb'ine (yani Rabb'inin dosdoğru yoluna / İslam'a) davet et. Sakın Allah'a ortak koşanlardan olma! Öyleyse Allah ile beraber (sahte) bir ilaha daha dua (ibadet) etme! Allah'tan başka ilah yoktur / Allah tüm varlıkların tek ilahıdır. Kıyamet koptuğunda ise -Allah hariç- her şey yok olacaktır. Şüphesiz ki (her konuda) son hüküm ancak Allah'a aittir. (Ey insanlar, şunu iyi bilin ki,) hepiniz ahirette Allah'ın huzuruna döndürülüp (tüm yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz.)

سورة القصص

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

طٰسٓمٓؕ ﴿1﴾ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبٖينِ ﴿2﴾ نَتْلُوا عَلَيْكَ مِنْ نَبَاِ مُوسٰى وَفِرْعَوْنَ بِالْحَقِّ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ﴿3﴾ اِنَّ فِرْعَوْنَ عَلَا فِي الْاَرْضِ وَجَعَلَ اَهْلَهَا شِيَعًا يَسْتَضْعِفُ طَٓائِفَةً مِنْهُمْ يُذَبِّحُ اَبْنَٓاءَهُمْ وَيَسْتَحْيٖ نِسَٓاءَهُمْؕ اِنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُفْسِدٖينَ ﴿4﴾ وَنُرٖيدُ اَنْ نَمُنَّ عَلَى الَّذٖينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْاَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ اَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِثٖينَۙ ﴿5﴾ وَنُمَكِّنَ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَنُرِيَ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا مِنْهُمْ مَا كَانُوا يَحْذَرُونَ ﴿6﴾ وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اُمِّ مُوسٰٓى اَنْ اَرْضِعٖيهِۚ فَاِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَاَلْقٖيهِ فِي الْيَمِّ وَلَا تَخَافٖي وَلَا تَحْزَنٖيۚ اِنَّا رَٓادُّوهُ اِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَلٖينَ ﴿7﴾ فَالْتَقَطَهُٓ اٰلُ فِرْعَوْنَ لِيَكُونَ لَهُمْ عَدُوًّا وَحَزَنًاؕ اِنَّ فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَجُنُودَهُمَا كَانُوا خَاطِـٖٔينَ ﴿8﴾ وَقَالَتِ امْرَاَتُ فِرْعَوْنَ قُرَّتُ عَيْنٍ لٖي وَلَكَؕ لَا تَقْتُلُوهُ عَسٰٓى اَنْ يَنْفَعَنَٓا اَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ ﴿9﴾ وَاَصْبَحَ فُؤٰادُ اُمِّ مُوسٰى فَارِغًاؕ اِنْ كَادَتْ لَتُبْدٖي بِهٖ لَوْلَٓا اَنْ رَبَطْنَا عَلٰى قَلْبِهَا لِتَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنٖينَ ﴿10﴾ وَقَالَتْ لِاُخْتِهٖ قُصّٖيهِؗ فَبَصُرَتْ بِهٖ عَنْ جُنُبٍ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَۙ ﴿11﴾ وَحَرَّمْنَا عَلَيْهِ الْمَرَاضِعَ مِنْ قَبْلُ فَقَالَتْ هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰٓى اَهْلِ بَيْتٍ يَكْفُلُونَهُ لَكُمْ وَهُمْ لَهُ نَاصِحُونَ ﴿12﴾ فَرَدَدْنَاهُ اِلٰٓى اُمِّهٖ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ وَلِتَعْلَمَ اَنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿13﴾ وَلَمَّا بَلَغَ اَشُدَّهُ وَاسْتَوٰٓى اٰتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًاؕ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنٖينَ ﴿14﴾ وَدَخَلَ الْمَدٖينَةَ عَلٰى حٖينِ غَفْلَةٍ مِنْ اَهْلِهَا فَوَجَدَ فٖيهَا رَجُلَيْنِ يَقْتَتِلَانِؗ هٰذَا مِنْ شٖيعَتِهٖ وَهٰذَا مِنْ عَدُوِّهٖۚ فَاسْتَغَاثَهُ الَّذٖي مِنْ شٖيعَتِهٖ عَلَى الَّذٖي مِنْ عَدُوِّهٖۙ فَوَكَزَهُ مُوسٰى فَقَضٰى عَلَيْهِؗ قَالَ هٰذَا مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِؕ اِنَّهُ عَدُوٌّ مُضِلٌّ مُبٖينٌ ﴿15﴾ قَالَ رَبِّ اِنّٖي ظَلَمْتُ نَفْسٖي فَاغْفِرْ لٖي فَغَفَرَ لَهُؕ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحٖيمُ ﴿16﴾ قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَنْعَمْتَ عَلَيَّ فَلَنْ اَكُونَ ظَهٖيرًا لِلْمُجْرِمٖينَ ﴿17﴾ فَاَصْبَحَ فِي الْمَدٖينَةِ خَٓائِفًا يَتَرَقَّبُ فَاِذَا الَّذِي اسْتَنْصَرَهُ بِالْاَمْسِ يَسْتَصْرِخُهُؕ قَالَ لَهُ مُوسٰٓى اِنَّكَ لَغَوِيٌّ مُبٖينٌ ﴿18﴾ فَلَمَّٓا اَنْ اَرَادَ اَنْ يَبْطِشَ بِالَّذٖي هُوَ عَدُوٌّ لَهُمَاۙ قَالَ يَا مُوسٰٓى اَتُرٖيدُ اَنْ تَقْتُلَنٖي كَمَا قَتَلْتَ نَفْسًا بِالْاَمْسِ اِنْ تُرٖيدُ اِلَّٓا اَنْ تَكُونَ جَبَّارًا فِي الْاَرْضِ وَمَا تُرٖيدُ اَنْ تَكُونَ مِنَ الْمُصْلِحٖينَ ﴿19﴾ وَجَٓاءَ رَجُلٌ مِنْ اَقْصَا الْمَدٖينَةِ يَسْعٰىؗ قَالَ يَا مُوسٰٓى اِنَّ الْمَلَاَ يَأْتَمِرُونَ بِكَ لِيَقْتُلُوكَ فَاخْرُجْ اِنّٖي لَكَ مِنَ النَّاصِحٖينَ ﴿20﴾ فَخَرَجَ مِنْهَا خَٓائِفًا يَتَرَقَّبُؗ قَالَ رَبِّ نَجِّنٖي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمٖينَ ﴿21﴾ وَلَمَّا تَوَجَّهَ تِلْقَٓاءَ مَدْيَنَ قَالَ عَسٰى رَبّٖٓي اَنْ يَهْدِيَنٖي سَوَٓاءَ السَّبٖيلِ ﴿22﴾ وَلَمَّا وَرَدَ مَٓاءَ مَدْيَنَ وَجَدَ عَلَيْهِ اُمَّةً مِنَ النَّاسِ يَسْقُونَؗ وَوَجَدَ مِنْ دُونِهِمُ امْرَاَتَيْنِ تَذُودَانِۚ قَالَ مَا خَطْبُكُمَاؕ قَالَتَا لَا نَسْقٖي حَتّٰى يُصْدِرَ الرِّعَٓاءُ وَاَبُونَا شَيْخٌ كَبٖيرٌ ﴿23﴾ فَسَقٰى لَهُمَا ثُمَّ تَوَلّٰٓى اِلَى الظِّلِّ فَقَالَ رَبِّ اِنّٖي لِمَٓا اَنْزَلْتَ اِلَيَّ مِنْ خَيْرٍ فَقٖيرٌ ﴿24﴾ فَجَٓاءَتْهُ اِحْدٰيهُمَا تَمْشٖي عَلَى اسْتِحْيَٓاءٍؗ قَالَتْ اِنَّ اَبٖي يَدْعُوكَ لِيَجْزِيَكَ اَجْرَ مَا سَقَيْتَ لَنَاؕ فَلَمَّا جَٓاءَهُ وَقَصَّ عَلَيْهِ الْقَصَصَۙ قَالَ لَا تَخَفْ نَجَوْتَ مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمٖينَ ﴿25﴾ قَالَتْ اِحْدٰيهُمَا يَٓا اَبَتِ اسْتَأْجِرْهُؗ اِنَّ خَيْرَ مَنِ اسْتَأْجَرْتَ الْقَوِيُّ الْاَمٖينُ ﴿26﴾ قَالَ اِنّٖٓي اُرٖيدُ اَنْ اُنْكِحَكَ اِحْدَى ابْنَتَيَّ هَاتَيْنِ عَلٰٓى اَنْ تَأْجُرَنٖي ثَمَانِيَ حِجَجٍۚ فَاِنْ اَتْمَمْتَ عَشْرًا فَمِنْ عِنْدِكَۚ وَمَٓا اُرٖيدُ اَنْ اَشُقَّ عَلَيْكَؕ سَتَجِدُنٖٓي اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ مِنَ الصَّالِحٖينَ ﴿27﴾ قَالَ ذٰلِكَ بَيْنٖي وَبَيْنَكَؕ اَيَّمَا الْاَجَلَيْنِ قَضَيْتُ فَلَا عُدْوَانَ عَلَيَّؕ وَاللّٰهُ عَلٰى مَا نَقُولُ وَكٖيلٌ ﴿28﴾ فَلَمَّا قَضٰى مُوسَى الْاَجَلَ وَسَارَ بِاَهْلِهٖٓ اٰنَسَ مِنْ جَانِبِ الطُّورِ نَارًاۚ قَالَ لِاَهْلِهِ امْكُثُٓوا اِنّٖٓي اٰنَسْتُ نَارًا لَعَلّٖٓي اٰتٖيكُمْ مِنْهَا بِخَبَرٍ اَوْ جَذْوَةٍ مِنَ النَّارِ لَعَلَّكُمْ تَصْطَلُونَ ﴿29﴾ فَلَمَّٓا اَتٰيهَا نُودِيَ مِنْ شَاطِئِ الْوَادِ الْاَيْمَنِ فِي الْبُقْعَةِ الْمُبَارَكَةِ مِنَ الشَّجَرَةِ اَنْ يَا مُوسٰٓى اِنّٖٓي اَنَا اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَمٖينَۙ ﴿30﴾ وَاَنْ اَلْقِ عَصَاكَؕ فَلَمَّا رَاٰهَا تَهْتَزُّ كَاَنَّهَا جَٓانٌّ وَلّٰى مُدْبِرًا وَلَمْ يُعَقِّبْؕ يَا مُوسٰٓى اَقْبِلْ وَلَا تَخَفْ اِنَّكَ مِنَ الْاٰمِنٖينَ ﴿31﴾ اُسْلُكْ يَدَكَ فٖي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍؗ وَاضْمُمْ اِلَيْكَ جَنَاحَكَ مِنَ الرَّهْبِ فَذَانِكَ بُرْهَانَانِ مِنْ رَبِّكَ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَائِهٖؕ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقٖينَ ﴿32﴾ قَالَ رَبِّ اِنّٖي قَتَلْتُ مِنْهُمْ نَفْسًا فَاَخَافُ اَنْ يَقْتُلُونِ ﴿33﴾ وَاَخٖي هٰرُونُ هُوَ اَفْصَحُ مِنّٖي لِسَانًا فَاَرْسِلْهُ مَعِيَ رِدْءًا يُصَدِّقُنٖيؗ اِنّٖٓي اَخَافُ اَنْ يُكَذِّبُونِ ﴿34﴾ قَالَ سَنَشُدُّ عَضُدَكَ بِاَخٖيكَ وَنَجْعَلُ لَكُمَا سُلْطَانًا فَلَا يَصِلُونَ اِلَيْكُمَا بِاٰيَاتِنَاۚ اَنْتُمَا وَمَنِ اتَّبَعَكُمَا الْغَالِبُونَ ﴿35﴾ فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا بَيِّنَاتٍ قَالُوا مَا هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُفْتَرًى وَمَا سَمِعْنَا بِهٰذَا فٖٓي اٰبَٓائِنَا الْاَوَّلٖينَ ﴿36﴾ وَقَالَ مُوسٰى رَبّٖٓي اَعْلَمُ بِمَنْ جَٓاءَ بِالْهُدٰى مِنْ عِنْدِهٖ وَمَنْ تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِؕ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ ﴿37﴾ وَقَالَ فِرْعَوْنُ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَاُ مَا عَلِمْتُ لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرٖيۚ فَاَوْقِدْ لٖي يَا هَامَانُ عَلَى الطّٖينِ فَاجْعَلْ لٖي صَرْحًا لَعَلّٖٓي اَطَّلِعُ اِلٰٓى اِلٰهِ مُوسٰىۙ وَاِنّٖي لَاَظُنُّهُ مِنَ الْكَاذِبٖينَ ﴿38﴾ وَاسْتَكْبَرَ هُوَ وَجُنُودُهُ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ اِلَيْنَا لَا يُرْجَعُونَ ﴿39﴾ فَاَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّۚ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِمٖينَ ﴿40﴾ وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً يَدْعُونَ اِلَى النَّارِۚ وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ لَا يُنْصَرُونَ ﴿41﴾ وَاَتْبَعْنَاهُمْ فٖي هٰذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةًۚ وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ هُمْ مِنَ الْمَقْبُوحٖينَ ﴿42﴾ وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ مِنْ بَعْدِ مَٓا اَهْلَكْنَا الْقُرُونَ الْاُولٰى بَصَٓائِرَ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَرَحْمَةً لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ ﴿43﴾ وَمَا كُنْتَ بِجَانِبِ الْغَرْبِيِّ اِذْ قَضَيْنَٓا اِلٰى مُوسَى الْاَمْرَ وَمَا كُنْتَ مِنَ الشَّاهِدٖينَۙ ﴿44﴾ وَلٰكِنَّٓا اَنْشَأْنَا قُرُونًا فَتَطَاوَلَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُۚ وَمَا كُنْتَ ثَاوِيًا فٖٓي اَهْلِ مَدْيَنَ تَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِنَاۙ وَلٰكِنَّا كُنَّا مُرْسِلٖينَ ﴿45﴾ وَمَا كُنْتَ بِجَانِبِ الطُّورِ اِذْ نَادَيْنَا وَلٰكِنْ رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ لِتُنْذِرَ قَوْمًا مَٓا اَتٰيهُمْ مِنْ نَذٖيرٍ مِنْ قَبْلِكَ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ ﴿46﴾ وَلَوْلَٓا اَنْ تُصٖيبَهُمْ مُصٖيبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْدٖيهِمْ فَيَقُولُوا رَبَّنَا لَوْلَٓا اَرْسَلْتَ اِلَيْنَا رَسُولًا فَنَتَّبِعَ اٰيَاتِكَ وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنٖينَ ﴿47﴾ فَلَمَّا جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُوا لَوْلَٓا اُوتِيَ مِثْلَ مَٓا اُوتِيَ مُوسٰىؕ اَوَلَمْ يَكْفُرُوا بِمَٓا اُوتِيَ مُوسٰى مِنْ قَبْلُۚ قَالُوا سِحْرَانِ تَظَاهَرَا وَقَالُٓوا اِنَّا بِكُلٍّ كَافِرُونَ ﴿48﴾ قُلْ فَأْتُوا بِكِتَابٍ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ هُوَ اَهْدٰى مِنْهُمَٓا اَتَّبِعْهُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقٖينَ ﴿49﴾ فَاِنْ لَمْ يَسْتَجٖيبُوا لَكَ فَاعْلَمْ اَنَّمَا يَتَّبِعُونَ اَهْوَٓاءَهُمْؕ وَمَنْ اَضَلُّ مِمَّنِ اتَّبَعَ هَوٰيهُ بِغَيْرِ هُدًى مِنَ اللّٰهِؕ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمٖينَ ﴿50﴾ وَلَقَدْ وَصَّلْنَا لَهُمُ الْقَوْلَ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَؕ ﴿51﴾ اَلَّذٖينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِهٖ هُمْ بِهٖ يُؤْمِنُونَ ﴿52﴾ وَاِذَا يُتْلٰى عَلَيْهِمْ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِهٖٓ اِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّنَٓا اِنَّا كُنَّا مِنْ قَبْلِهٖ مُسْلِمٖينَ ﴿53﴾ اُولٰٓئِكَ يُؤْتَوْنَ اَجْرَهُمْ مَرَّتَيْنِ بِمَا صَبَرُوا وَيَدْرَؤُنَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ ﴿54﴾ وَاِذَا سَمِعُوا اللَّغْوَ اَعْرَضُوا عَنْهُ وَقَالُوا لَنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْؗ سَلَامٌ عَلَيْكُمْؗ لَا نَبْتَغِي الْجَاهِلٖينَ ﴿55﴾ اِنَّكَ لَا تَهْدٖي مَنْ اَحْبَبْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْدٖي مَنْ يَشَٓاءُۚ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَدٖينَ ﴿56﴾ وَقَالُٓوا اِنْ نَتَّبِعِ الْهُدٰى مَعَكَ نُتَخَطَّفْ مِنْ اَرْضِنَاؕ اَوَلَمْ نُمَكِّنْ لَهُمْ حَرَمًا اٰمِنًا يُجْبٰٓى اِلَيْهِ ثَمَرَاتُ كُلِّ شَيْءٍ رِزْقًا مِنْ لَدُنَّا وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿57﴾ وَكَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ بَطِرَتْ مَعٖيشَتَهَاۚ فَتِلْكَ مَسَاكِنُهُمْ لَمْ تُسْكَنْ مِنْ بَعْدِهِمْ اِلَّا قَلٖيلًاؕ وَكُنَّا نَحْنُ الْوَارِثٖينَ ﴿58﴾ وَمَا كَانَ رَبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرٰى حَتّٰى يَبْعَثَ فٖٓي اُمِّهَا رَسُولًا يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِنَاۚ وَمَا كُنَّا مُهْلِكِي الْقُرٰٓى اِلَّا وَاَهْلُهَا ظَالِمُونَ ﴿59﴾ وَمَٓا اُوتٖيتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَزٖينَتُهَاۚ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ وَاَبْقٰىؕ اَفَلَا تَعْقِلُونَ ﴿60﴾ اَفَمَنْ وَعَدْنَاهُ وَعْدًا حَسَنًا فَهُوَ لَاقٖيهِ كَمَنْ مَتَّعْنَاهُ مَتَاعَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا ثُمَّ هُوَ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ مِنَ الْمُحْضَرٖينَ ﴿61﴾ وَيَوْمَ يُنَادٖيهِمْ فَيَقُولُ اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ الَّذٖينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ ﴿62﴾ قَالَ الَّذٖينَ حَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ رَبَّنَا هٰٓؤُلَٓاءِ الَّذٖينَ اَغْوَيْنَاۚ اَغْوَيْنَاهُمْ كَمَا غَوَيْنَاۚ تَبَرَّأْنَٓا اِلَيْكَؗ مَا كَانُٓوا اِيَّانَا يَعْبُدُونَ ﴿63﴾ وَقٖيلَ ادْعُوا شُرَكَٓاءَكُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَجٖيبُوا لَهُمْ وَرَاَوُا الْعَذَابَۚ لَوْ اَنَّهُمْ كَانُوا يَهْتَدُونَ ﴿64﴾ وَيَوْمَ يُنَادٖيهِمْ فَيَقُولُ مَاذَٓا اَجَبْتُمُ الْمُرْسَلٖينَ ﴿65﴾ فَعَمِيَتْ عَلَيْهِمُ الْاَنْبَٓاءُ يَوْمَئِذٍ فَهُمْ لَا يَتَسَٓاءَلُونَ ﴿66﴾ فَاَمَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا فَعَسٰٓى اَنْ يَكُونَ مِنَ الْمُفْلِحٖينَ ﴿67﴾ وَرَبُّكَ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُ وَيَخْتَارُؕ مَا كَانَ لَهُمُ الْخِيَرَةُؕ سُبْحَانَ اللّٰهِ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ ﴿68﴾ وَرَبُّكَ يَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ ﴿69﴾ وَهُوَ اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَؕ لَهُ الْحَمْدُ فِي الْاُولٰى وَالْاٰخِرَةِؗ وَلَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿70﴾ قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ جَعَلَ اللّٰهُ عَلَيْكُمُ الَّيْلَ سَرْمَدًا اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْتٖيكُمْ بِضِيَٓاءٍؕ اَفَلَا تَسْمَعُونَ ﴿71﴾ قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ جَعَلَ اللّٰهُ عَلَيْكُمُ النَّهَارَ سَرْمَدًا اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْتٖيكُمْ بِلَيْلٍ تَسْكُنُونَ فٖيهِؕ اَفَلَا تُبْصِرُونَ ﴿72﴾ وَمِنْ رَحْمَتِهٖ جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ لِتَسْكُنُوا فٖيهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِهٖ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿73﴾ وَيَوْمَ يُنَادٖيهِمْ فَيَقُولُ اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ الَّذٖينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ ﴿74﴾ وَنَزَعْنَا مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ شَهٖيدًا فَقُلْنَا هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ فَعَلِمُٓوا اَنَّ الْحَقَّ لِلّٰهِ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ ﴿75﴾ اِنَّ قَارُونَ كَانَ مِنْ قَوْمِ مُوسٰى فَبَغٰى عَلَيْهِمْ وَاٰتَيْنَاهُ مِنَ الْكُنُوزِ مَٓا اِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُٓواُ بِالْعُصْبَةِ اُولِي الْقُوَّةِ اِذْ قَالَ لَهُ قَوْمُهُ لَا تَفْرَحْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْفَرِحٖينَ ﴿76﴾ وَابْتَغِ فٖيمَٓا اٰتٰيكَ اللّٰهُ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ وَلَا تَنْسَ نَصٖيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَاَحْسِنْ كَمَٓا اَحْسَنَ اللّٰهُ اِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْاَرْضِؕ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدٖينَ ﴿77﴾ قَالَ اِنَّمَٓا اُوتٖيتُهُ عَلٰى عِلْمٍ عِنْدٖيؕ اَوَلَمْ يَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ قَدْ اَهْلَكَ مِنْ قَبْلِهٖ مِنَ الْقُرُونِ مَنْ هُوَ اَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً وَاَكْثَرُ جَمْعًاؕ وَلَا يُسْـَٔلُ عَنْ ذُنُوبِهِمُ الْمُجْرِمُونَ ﴿78﴾ فَخَرَجَ عَلٰى قَوْمِهٖ فٖي زٖينَتِهٖؕ قَالَ الَّذٖينَ يُرٖيدُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا يَا لَيْتَ لَنَا مِثْلَ مَٓا اُوتِيَ قَارُونُۙ اِنَّهُ لَذُو حَظٍّ عَظٖيمٍ ﴿79﴾ وَقَالَ الَّذٖينَ اُوتُوا الْعِلْمَ وَيْلَكُمْ ثَوَابُ اللّٰهِ خَيْرٌ لِمَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًاۚ وَلَا يُلَقّٰيهَٓا اِلَّا الصَّابِرُونَ ﴿80﴾ فَخَسَفْنَا بِهٖ وَبِدَارِهِ الْاَرْضَ فَمَا كَانَ لَهُ مِنْ فِئَةٍ يَنْصُرُونَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُنْتَصِرٖينَ ﴿81﴾ وَاَصْبَحَ الَّذٖينَ تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْاَمْسِ يَقُولُونَ وَيْكَاَنَّ اللّٰهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِهٖ وَيَقْدِرُۚ لَوْلَٓا اَنْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَا لَخَسَفَ بِنَاؕ وَيْكَاَنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ ﴿82﴾ تِلْكَ الدَّارُ الْاٰخِرَةُ نَجْعَلُهَا لِلَّذٖينَ لَا يُرٖيدُونَ عُلُوًّا فِي الْاَرْضِ وَلَا فَسَادًاؕ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقٖينَ ﴿83﴾ مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَاۚ وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزَى الَّذٖينَ عَمِلُوا السَّيِّـَٔاتِ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿84﴾ اِنَّ الَّذٖي فَرَضَ عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لَرَٓادُّكَ اِلٰى مَعَادٍؕ قُلْ رَبّٖٓي اَعْلَمُ مَنْ جَٓاءَ بِالْهُدٰى وَمَنْ هُوَ فٖي ضَلَالٍ مُبٖينٍ ﴿85﴾ وَمَا كُنْتَ تَرْجُٓوا اَنْ يُلْقٰٓى اِلَيْكَ الْكِتَابُ اِلَّا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُونَنَّ ظَهٖيرًا لِلْكَافِرٖينَؗ ﴿86﴾ وَلَا يَصُدُّنَّكَ عَنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ بَعْدَ اِذْ اُنْزِلَتْ اِلَيْكَ وَادْعُ اِلٰى رَبِّكَ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِكٖينَۚ ﴿87﴾ وَلَا تَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَۢ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُؕ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿88﴾