34- SEBE SURESİNİN KISA TEFSİRİ

SEBE SURESİNİN ANLAMI



"En bağışlayıcı ve en merhametli olan Allah'ın adıyla,"

Ayet: 1
Ey insanlar, 'göklerde ve yerdeki herkesin / her şeyin tek sahibi olan Allah'a hamdolsun' demelisiniz. Doğrusu ahirette de 'Allah'a hamdolsun' denilecektir. Şüphesiz ki Allah en doğru kararı verendir ve her şeyden ayrıntısıyla haberdardır.
Ayet: 2
Şüphesiz ki Allah yere gireni de yerden çıkanı da gökten ineni de göğe yükseleni de (yani her şeyi) bilir. Şüphesiz ki Allah en merhametlidir ve çok bağışlayandır.
Ayet: 3-5
İslam'ı inkar eden putperest / müşrik Araplar: "(Hayır!) Kıyametin kopması (ve ahiretteki hesap) bize gelmeyecektir." dediler. Ey elçi, onlara de ki: "(Hayır, yanılıyorsunuz.) Doğrusu bilinmezi / geleceği bilen Rabb'imin adıyla yemin ederim ki, kıyametin kopması (ve ahiretteki hesap) size gelecektir. Doğrusu göklerde ve yerde nokta kadar olsa bile, hiçbir şey (Rabb'inden) gizli olamaz. Doğrusu (noktadan) daha küçük olanlar da daha büyük olanlar da, yani her şey (Allah'ın huzurundaki) büyük (ana) bir kitapta (Levh-i Mahfuzda yazılıdır.) Çünkü Allah İslam'a inanıp düzeltici / iyi işler yapan kimseleri (ahirette) ödüllendirmek ister. İşte onlara ahirette bağışlanma ve cömert (sonsuz) cennet nimetleri vardır. Bildirdiğimiz gerçeklere engel olmaya çalışan kimseler ise ahirette en pisinden / kötüsünden şiddetli cezalara uğrayacaktır."
Ayet: 6-8
Ey elçi, kendilerine ilahi kitap bilgisi verilen kimseler, Rabb'inden sana indirilen bu ilahi kitabın / Kuran'ın gerçekleri ifade ettiğini ve bu ilahi kitabın / Kuran'ın insanları, en üstün ve tüm övgülere layık olan Allah'ın dosdoğru yoluna / İslam'a / doğruluğa yöneltiğini görecektir. Diğer yandan İslam'ı inkar eden putperest / müşrik Araplardan bazıları ise (bu elçiyi alaya alıp) birbirlerine: "Size, (ölüp) parça parça olduktan sonra (güya ahirette) yeni bir yaratılışla diriltileceğinizi haber veren bir adamı gösterelim mi? Bu adam ya Allah'a iftira edip yalan söylüyor ya da aklını yitirmiş / delirmiş olmalı!" dediler. Doğrusu ahirete / ahiretteki hesaba inanmayanlar (cehennem ateşi) cezasına girecektir. Çünkü onlar derin bir sapkınlığın içindedir.
Ayet: 9
Onlar (cezamızın) önlerinden, arkalarından, gökten veya yerden gelebileceğini bilmelidir. Eğer Biz dilersek, onları yerin dibine geçirebiliriz veya gökten onların üzerine parçalar (taşlar) düşürebiliriz. İşte bunda Allah'a gönülden yönelen her kula bildirdiğimiz nice gerçekler vardır.
Ayet: 10-11
Geçmişte Biz (elçimiz) Davud'a rahmetimizden lütfettik. O vakit Biz dağlara ve kuşlara: "(Davud'la) beraber Allah'ı (şükürle) anın." dedik. Diğer yandan Biz Davud'a demiri yumuşattık ve ona: "(Şavaş darbelerinden koruyan) zırhlar yap ve o zırhları yaparken de (doğru) ölçüleri kullan." dedik. (Öyleyse ey İslam'a inananlar, siz de) düzeltici / iyi işler yapın. Şunu iyi bilin ki, Ben tüm yaptıklarınızı görürüm / ahirette sizi tüm yaptıklarınızdan hesaba çekeceğim.
Ayet: 12-13
Geçmişte Biz (elçimiz) Süleyman'a rüzgarları hizmet ettirdik. (Süleyman'ın yelkenli gemileri) iki aylık (yürüyüş) mesafesini yirmi dört saatte alabiliyordu. Ayrıca Biz onun kullanması için bir katran (petrol) kaynağını (fışkırtıp) akıttık. O vakit cinlerden bazıları -Rabb'isinin izniyle / lütfuyla- Süleyman'ın hizmetinde çalışıyordu. Doğrusu Biz (insanlardan İslam'ı ısrarla inkar edenleri cezalandıracağımız gibi) emrimizden sapan cinleri de alevli cehennem ateşi cezasına uğratacağız. (Süleyman'ın krallığında) çalışan (insanlar ve cinler) onun istediği mihrapları, heykelleri, havuzları, geniş leğenleri ve ağır kazanları yapıyorlardı. Ey Davud'un ailesi ('onunla beraberiz' diyen İsrailoğulları): "Artık (Rabb'inize) şükredin (ve İslam'a inanın.)" Ama (ne yazık ki) kullarımdan sadece az bir kısmı (Bana) şükredicidir.
Ayet: 14
Sonra Biz (şükrederek yaşayan) Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimizde, onun meclisinde bulunan (insanlar ve cinler) Süleyman'ın elindeki bastonu yiyen bir kurtçuk onun (yüzüne çıkıp) öldüğünü belli edene kadar (onun ölmüş olduğunu anlayamadılar.) Daha sonra Süleyman (tahtından) yere yıkılınca, (Süleyman'ın önceden ölmüş olduğu ve cinlerin bilinmezi / geleceği bilemedikleri gerçeği) apaçık ortaya çıktı. Şayet cinler bilinmezi / geleceği bilselerdi, (ahirette) alçaltıcı cezaların içinde kalmazlardı.
Ayet: 15-21
Doğrusu Biz (geçmişte) Sebe toplumuna da kendi (beldelerinde ve evlerinde) nice mucizeler gösterdik. Onların yaşadığı yerde sağlı-sollu (çok güzel) bahçeler bulunuyordu. Biz onlara: "Rabb'inizin nimetlerinden yiyip için ve Ona şükredin. Çünkü burası çok güzel bir beldedir ve Allah çok bağışlayan bir Rabb'dir." dedik. Ama Sebe toplumu gerçeklere / İslam'a / doğruluğa sırt çevirdiler. Biz de onların üzerine Arim selini gönderdik. Böylece Biz o (çok güzel) bahçeleri -içinde acı dikenli çalılar ve birkaç ağaç olan- (çölleşmiş) bahçelere dönüştürdük. Biz onları İslam'ı ısrarla inkar etmeleri yüzünden böyle cezalandırdık. Doğrusu Biz ancak çok nankör olanları cezalandırırız. (Biz onları cezalandırmadan önce onları çok zenginleştirmiştik.) O vakit Biz onlarla bereketli kıldığımız diğer beldeler arasına onları destekleyen başka beldeler de katmıştık ve onlara oralara gidip gelme imkanlarını sağlamıştık. Biz onlara: "Oralara geceleyin veya gündüzleyin güven içinde gidebilirsiniz." demiştik. Hatta onlar: "Ey Rabb'imiz, daha uzun yolculuklar yapmamızı sağla." demişlerdi. Ama onlar kendilerine haksızlık etmeyi / günah işlemeyi ısrarla sürdürmüşlerdi. Bu yüzden Biz (onların yeryüzündeki varlığını bitirip) onları bir (ibretlik) hikaye yaptık. Sonuçta Biz Sebe toplumunu (Arim selinde) paramparça ettik. İşte bunda (İslam için) sabreden ve şükreden kimselere bildirdiğimiz nice gerçekler vardır. Doğrusu İblis (şeytan) Sebe toplumu hakkındaki düşüncesinde haklı çıktı. Onlar -İslam'a inanan (küçük) bir grup hariç- (kendi istekleriyle) şeytana uydular. Çünkü şeytanın onların üzerinde zorlayıcı bir gücü yoktu. Ama Biz ahirete / ahiretteki hesaba inanan kimselerle ondan şüphe eden kimseleri ayırmak isteriz. Şüphesiz ki Rabb'in her şeyi koruyup gözetendir.
Ayet: 22-23
Ey elçi, putperestlere / müşriklere de ki: "Doğrusu siz Allah'tan başka güç sahibi sandığınız putlara / sahte ilahlara ne kadar dua ederseniz edin, fark etmez. Doğrusu onlar göklerde ve yerde nokta kadar bir şeye bile sahip değildir. Putların / sahte ilahların Allah'a -göklerde ve yerde (yani hiçbir yerde)- hiçbir ortaklığı yoktur. Allah'ın onlardan bir destekçisi / yardımcısı olamaz. Doğrusu ahirette Allah'ın huzurunda -Onun izin verdiği kimseler hariç- hiç kimse hiçbir destek / şefaat göremez. (Ahirette) İslam'a inananların kalplerindeki korku giderildiğinde, onlar (birbirlerine): "(Dünyadayken) Rabb'iniz ne söyledi? Tabii ki gerçekleri söyledi. Şüphesiz ki Allah en yücedir ve en büyüktür." diyecektir.
Ayet: 24-27
Ey elçi, putperest / müşrik Araplara de ki: "Göklerden ve yerden size nimetler lütfeden kimdir? Allah'tır. Öyleyse (söyleyin bakalım, biz mi yoksa siz mi haklısınız?) Hangimiz (Allah'ın gönderdiği) bir doğruluk rehberine uymaktadır? Hangimiz apaçık / büyük bir sapkınlığın içindedir? Şunu iyi bilin ki, ahirette siz kendi yaptıklarınızdan, biz de kendi yaptıklarımızdan hesaba çekileceğiz. Sonuçta Rabb'imiz bizi bir araya toplayacak ve gerçeklerle aramızda kesin hüküm verecektir. Şüphesiz ki Allah en kesin (en doğru) hükmü verendir ve her şeyi hakkıyla bilendir. (Ey putperestler / müşrikler,) Allah'a ortak kattığınız (güya) ortakları kimmiş(!) Gösterin bana bakalım! Olamaz! (Allah'ın hiçbir ortağı yoktur!) Doğrusu Allah en üstündür ve en doğru kararı verendir."
Ayet: 28
Ey elçi, herkes şunu iyi bilsin ki, Biz seni ancak tüm insanlara müjdeci ve uyarıcı (olan bir elçi) olarak gönderdik. Ama (ne yazık ki) insanlardan birçoğu gerçekleri anlamak istemez.
Ayet: 29-30
İslam'ı ısrarla inkar eden kafirlerden bazıları (alay ederek) İslam'a inananlara: "Eğer doğruyu söylüyorsanız, Allah'ın (bizi tehdit ettiği) bu ceza ne zaman gelecekmiş / niçin hemen gelmiyor(!)" diyorlar. Ey elçi, onlara de ki: "Doğrusu size öyle bir buluşma vakit belirlenmiştir ki, siz onu ne bir an önceye ne de bir an sonraya alabilirsiniz.
Ayet: 31-33
İslam'ı inkar eden putperest / müşrik Araplardan bazıları (bu elçiye karşı çıkıp): "(Ne olacak ki) biz bu ilahi kitaba / Kuran'a da ondan önceki (tüm) ilahi kitaplara da inanmıyoruz." dediler. Ey elçi, haksızlıkta / zulümde ısrar eden o zalimleri ahirette Rabb'lerinin huzurunda tutulduklarında, suçu birbirlerine atarlarken bir görseydin. (Dünyadayken) zayıf / mağdur durumdaki kimseler büyüklük taslayanlara: "Siz olmasaydınız, biz İslam'a inanırdık." diyecektir. Büyüklük taslayanlar da zayıf / mağdur durumdaki kimselere: "Size dosdoğru yol / İslam / doğruluk geldikten sonra biz mi sizi ondan nasıl alıkoymuşuz? (Hayır, siz yalan söylüyorsunuz.) Doğrusu siz günahta ısrar eden suçlulardınız." diyecektir. O vakit zayıf / mağdur durumdaki kimseler büyüklük taslayanlara: "Doğrusu siz gece-gündüz daima İslam'a karşı planlar kuruyordunuz. Ayrıca siz bize Allah'ı / Onun tek ilah olduğunu inkar etmeyi ve (putları / sahte ilahları) Ona eşler koşmayı emrediyordunuz." diyecektir. Sonra onlar -cehennem cezasını gördüklerinde- en derin pişmanlığı duyacaktır. Sonra Biz İslam'ı ısrarla inkar eden kafirlerin boyunlarına halkalar takacağız. Sonuçta (ahirette) onlar ancak yaptıklarının karşılığını görecektir.
Ayet: 34-39
Doğrusu uyarıcı gönderdiğimiz tüm beldelerin zenginlikten / refahtan şımaran inkarcıları (elçilerimize): "(Hayır,) biz sizinle gönderilen dini (İslam'ı) inkar ediyoruz. Çünkü biz servetçe daha zengin ve soy bakımından daha kalabalığız. Ayrıca biz (Allah tarafından) cezalandırılacak da değiliz." dediler. Ey elçi, insanlara de ki: "Şunu iyi bilin ki, Rabb'im (bu dünyada bir sınav olarak) verdiği nimetleri dilediğine bol, dilediğine de belli bir ölçüde verir." Ama (ne yazık ki) insanlardan birçoğu gerçekleri anlamak istemez. Ey insanlar şunu iyi bilin ki, servetleriniz ve çocuklarınız ahirette huzurumuzda size hiçbir yakınlık sağlamayacaktır. Ama İslam'a inanıp düzeltici / iyi işler yapan kimseler -yaptıkları iyiliklerin karşılığı olarak- (ahirette) kat kat fazlasıyla ödüllendirilecektir. Böylece onlar güven içinde (cennet) konaklarında yaşayacaktır. Diğer yandan bildirdiğimiz gerçeklere engel olmaya çalışan kimseler ise ahirette (cehennem) cezasına uğratılacaktır. Ey elçi, insanlara (vurgulayarak tekrar) de ki: "Şunu iyi bilin ki, Rabb'im (bu dünyada bir sınav olarak) verdiği nimetleri kullarından dilediğine bol, dilediğine de belli bir ölçüde verir. Doğrusu siz (İslam için) hangi şeyden harcama / yardım yaparsanız, Allah size onun yerine (ahirette daha iyisini) verecektir. Şüphesiz ki Allah en iyi nimetleri lütfedendir."
Ayet: 40-43
Kıyamet günü Allah putperest / müşrik Arapların hepsini bir araya toplayıp meleklere: "(Dünyadayken) bunlar size mi ibadet ediyorlardı?" diyecektir. O vakit melekler: "(Ey Rabb'imiz) Sen tüm eksiklerden uzaksın / yücesin. Sen bizim tek dostumuzsun. Onlar bize asla dost olamazlar! Doğrusu onlar cinlere ibadet ediyorlardı. Onlardan birçoğu (ilah kabul ettikleri bazı) cinlere inanıyorlardı." diyecektir. (Kıyamet günü) Biz o zalimlere: "Artık bugün siz birbirinize hiçbir yarar ya da zarar vermeyeceksiniz. (Haydi) önceden yalanladığınız cehennem ateşi cezasını çekin." diyeceğiz. (Onlar ahiretteki cezaları hak ettiler.) Çünkü onlar bildirdiğimiz apaçık gerçekler kendilerine okunup aktarıldığında (bu elçi hakkında): "Bu adam -sizi atalarınızın ibadet ettiği putlardan / sahte ilahlardan alıkoymak isteyen- (sıradan) bir insandan başka bir şey değildir. Bu ilahi kitap / Kuran da onun uydurduğu bir iftiradır." demişlerdi. (Onlar ahiretteki cezaları hak ettiler.) Çünkü İslam'ı inkar eden putperest / müşrik Araplar kendilerine gelen gerçeklere: "Bu, ancak büyük bir sihirdir / aldatmacadır." demişlerdi.
Ayet: 44-45
Ey elçi, Biz insanlara senden önce (uzun bir süre) okuyup ders alacakları ilahi kitaplar da vermedik, bir uyarıcı da göndermedik. Önceki inkarcılar da gerçekleri / İslam'ı / doğruluğu yalanladılar. Üstelik onlar putperest / müşrik Araplardan on kat fazla imkanlara sahiplerdi. Onlar da elçilerimi yalanladılar. Sonuçta kendilerini nasıl cezalandırdığımı (gördüler.)
Ayet: 46-50
Ey elçi, putperest / müşrik Araplara de ki: "Aslında ben size tek bir öğüt vereceğim. Yalnız olsanız da iki kişi (ya da daha fazla) olsanız da (yani her durumda) Allah için dosdoğru olun ve gerçekleri düşünüp öğüt alın. Ey Mekkeliler, şunu iyi bilin ki, sizin (önceden) arkadaşınız olan bu elçi asla aklını yitirmiş / delirmiş değildir. Doğrusu o, sizin için (apaçık) bir uyarıcıdır / elçidir. (Bu elçi sizi ahiretteki) şiddetli cezaların önünden (uyarmaktadır.) Ey elçi, onlara de ki: "Doğrusu ben İslam'a davet görevim için (sizden) hiçbir karşılık istemedim; asla istemem. Ama Allah benim ödülümü (ahirette) verecektir. Şüphesiz ki Allah her şeye şahittir. Şunu iyi bilin ki, tüm bilinmezleri bilen Rabb'im gerçeklerle İslam'ı ortaya koyar. Artık gerçekler gelmiştir. Böylece batıl inançlar (hurafeler) başlamayacak ve sürmeyecektir. Şunu da iyi bilin ki, yanılıp bir hata yaparsam, o hata (İslam'dan değil) bendendir. Eğer ben dosdoğru yola / İslam'a / doğruluğa yöneldiysem de, bu, Rabb'imin bana vahiy etmesi / bildirmesi sayesindedir. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla işitendir ve herkese / her şeye en yakındır."
Ayet: 51-54
Ey elçi, İslam'ı ısrarla inkar eden kafirleri (kıyamet günü) hiç geçmeyen bir korkuya kapıldıklarında bir görseydin! Doğrusu onlar çok yakın bir yerden gelen cezalara uğrayacaktır. (Ahirette) putperest / müşrik Araplar: "İslam'a inandık" diyecektir. Ama o vakit onlar için iş işten geçmiş olacaktır. Çünkü onlar daha önceden (dünyadayken) İslam'ı ısrarla inkar ettiler. Ayrıca onlar bilinmez (gelecek) hakkında da yalanlar uyduruyorlardı. (Ahirette) onlar -daha önce benzerlerine de yapıldığı gibi- canlarının istediği (nimetlerinden) yoksun bırakılacaktır. Çünkü onlar (İslam'dan) şüphe ettiler.

سورة سبإ

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذٖي لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَلَهُ الْحَمْدُ فِي الْاٰخِرَةِؕ وَهُوَ الْحَكٖيمُ الْخَبٖيرُ ﴿1﴾ يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْاَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنْزِلُ مِنَ السَّمَٓاءِ وَمَا يَعْرُجُ فٖيهَاؕ وَهُوَ الرَّحٖيمُ الْغَفُورُ ﴿2﴾ وَقَالَ الَّذٖينَ كَفَرُوا لَا تَأْتٖينَا السَّاعَةُؕ قُلْ بَلٰى وَرَبّٖي لَتَأْتِيَنَّكُمْ عَالِمِ الْغَيْبِۚ لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِ وَلَٓا اَصْغَرُ مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْبَرُ اِلَّا فٖي كِتَابٍ مُبٖينٍۙ ﴿3﴾ لِيَجْزِيَ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِؕ اُولٰٓئِكَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرٖيمٌ ﴿4﴾ وَالَّذٖينَ سَعَوْ فٖٓي اٰيَاتِنَا مُعَاجِزٖينَ اُولٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مِنْ رِجْزٍ اَلٖيمٌ ﴿5﴾ وَيَرَى الَّذٖينَ اُوتُوا الْعِلْمَ الَّذٖٓي اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ هُوَ الْحَقَّۙ وَيَهْدٖٓي اِلٰى صِرَاطِ الْعَزٖيزِ الْحَمٖيدِ ﴿6﴾ وَقَالَ الَّذٖينَ كَفَرُوا هَلْ نَدُلُّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ يُنَبِّئُكُمْ اِذَا مُزِّقْتُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍۙ اِنَّكُمْ لَفٖي خَلْقٍ جَدٖيدٍۚ ﴿7﴾ اَفْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اَمْ بِهٖ جِنَّةٌؕ بَلِ الَّذٖينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ فِي الْعَذَابِ وَالضَّلَالِ الْبَعٖيدِ ﴿8﴾ اَفَلَمْ يَرَوْا اِلٰى مَا بَيْنَ اَيْدٖيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِؕ اِنْ نَشَأْ نَخْسِفْ بِهِمُ الْاَرْضَ اَوْ نُسْقِطْ عَلَيْهِمْ كِسَفًا مِنَ السَّمَٓاءِؕ اِنَّ فٖي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِكُلِّ عَبْدٍ مُنٖيبٍ ﴿9﴾ وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوُدَ مِنَّا فَضْلًاؕ يَا جِبَالُ اَوِّبٖي مَعَهُ وَالطَّيْرَۚ وَاَلَنَّا لَهُ الْحَدٖيدَۙ ﴿10﴾ اَنِ اعْمَلْ سَابِغَاتٍ وَقَدِّرْ فِي السَّرْدِ وَاعْمَلُوا صَالِحًاؕ اِنّٖي بِمَا تَعْمَلُونَ بَصٖيرٌ ﴿11﴾ وَلِسُلَيْمٰنَ الرّٖيحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌۚ وَاَسَلْنَا لَهُ عَيْنَ الْقِطْرِؕ وَمِنَ الْجِنِّ مَنْ يَعْمَلُ بَيْنَ يَدَيْهِ بِاِذْنِ رَبِّهٖؕ وَمَنْ يَزِغْ مِنْهُمْ عَنْ اَمْرِنَا نُذِقْهُ مِنْ عَذَابِ السَّعٖيرِ ﴿12﴾ يَعْمَلُونَ لَهُ مَا يَشَٓاءُ مِنْ مَحَارٖيبَ وَتَمَاثٖيلَ وَجِفَانٍ كَالْجَوَابِ وَقُدُورٍ رَاسِيَاتٍؕ اِعْمَلُٓوا اٰلَ دَاوُدَ شُكْرًاؕ وَقَلٖيلٌ مِنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ ﴿13﴾ فَلَمَّا قَضَيْنَا عَلَيْهِ الْمَوْتَ مَا دَلَّهُمْ عَلٰى مَوْتِهٖٓ اِلَّا دَٓابَّةُ الْاَرْضِ تَأْكُلُ مِنْسَاَتَهُۚ فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ الْجِنُّ اَنْ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا لَبِثُوا فِي الْعَذَابِ الْمُهٖينِ ﴿14﴾ لَقَدْ كَانَ لِسَبَاٍ فٖي مَسْكَنِهِمْ اٰيَةٌۚ جَنَّتَانِ عَنْ يَمٖينٍ وَشِمَالٍؕ كُلُوا مِنْ رِزْقِ رَبِّكُمْ وَاشْكُرُوا لَهُؕ بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ وَرَبٌّ غَفُورٌ ﴿15﴾ فَاَعْرَضُوا فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ وَبَدَّلْنَاهُمْ بِجَنَّتَيْهِمْ جَنَّتَيْنِ ذَوَاتَيْ اُكُلٍ خَمْطٍ وَاَثْلٍ وَشَيْءٍ مِنْ سِدْرٍ قَلٖيلٍ ﴿16﴾ ذٰلِكَ جَزَيْنَاهُمْ بِمَا كَفَرُواؕ وَهَلْ نُجَازٖٓي اِلَّا الْكَفُورَ ﴿17﴾ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ الْقُرَى الَّتٖي بَارَكْنَا فٖيهَا قُرًى ظَاهِرَةً وَقَدَّرْنَا فٖيهَا السَّيْرَؕ سٖيرُوا فٖيهَا لَيَالِيَ وَاَيَّامًا اٰمِنٖينَ ﴿18﴾ فَقَالُوا رَبَّنَا بَاعِدْ بَيْنَ اَسْفَارِنَا وَظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَجَعَلْنَاهُمْ اَحَادٖيثَ وَمَزَّقْنَاهُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍؕ اِنَّ فٖي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ ﴿19﴾ وَلَقَدْ صَدَّقَ عَلَيْهِمْ اِبْلٖيسُ ظَنَّهُ فَاتَّبَعُوهُ اِلَّا فَرٖيقًا مِنَ الْمُؤْمِنٖينَ ﴿20﴾ وَمَا كَانَ لَهُ عَلَيْهِمْ مِنْ سُلْطَانٍ اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يُؤْمِنُ بِالْاٰخِرَةِ مِمَّنْ هُوَ مِنْهَا فٖي شَكٍّؕ وَرَبُّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَفٖيظٌ ﴿21﴾ قُلِ ادْعُوا الَّذٖينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِۚ لَا يَمْلِكُونَ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِ وَمَا لَهُمْ فٖيهِمَا مِنْ شِرْكٍ وَمَا لَهُ مِنْهُمْ مِنْ ظَهٖيرٍ ﴿22﴾ وَلَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ عِنْدَهُٓ اِلَّا لِمَنْ اَذِنَ لَهُؕ حَتّٰٓى اِذَا فُزِّعَ عَنْ قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَاۙ قَالَ رَبُّكُمْؕ قَالُوا الْحَقَّۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَبٖيرُ ﴿23﴾ قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِؕ قُلِ اللّٰهُۙ وَاِنَّٓا اَوْ اِيَّاكُمْ لَعَلٰى هُدًى اَوْ فٖي ضَلَالٍ مُبٖينٍ ﴿24﴾ قُلْ لَا تُسْـَٔلُونَ عَمَّٓا اَجْرَمْنَا وَلَا نُسْـَٔلُ عَمَّا تَعْمَلُونَ ﴿25﴾ قُلْ يَجْمَعُ بَيْنَنَا رَبُّنَا ثُمَّ يَفْتَحُ بَيْنَنَا بِالْحَقِّؕ وَهُوَ الْفَتَّاحُ الْعَلٖيمُ ﴿26﴾ قُلْ اَرُونِيَ الَّذٖينَ اَلْحَقْتُمْ بِهٖ شُرَكَٓاءَ كَلَّاؕ بَلْ هُوَ اللّٰهُ الْعَزٖيزُ الْحَكٖيمُ ﴿27﴾ وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا كَٓافَّةً لِلنَّاسِ بَشٖيرًا وَنَذٖيرًا وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ ﴿28﴾ وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقٖينَ ﴿29﴾ قُلْ لَكُمْ مٖيعَادُ يَوْمٍ لَا تَسْتَأْخِرُونَ عَنْهُ سَاعَةً وَلَا تَسْتَقْدِمُونَ ﴿30﴾ وَقَالَ الَّذٖينَ كَفَرُوا لَنْ نُؤْمِنَ بِهٰذَا الْقُرْاٰنِ وَلَا بِالَّذٖي بَيْنَ يَدَيْهِؕ وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍۨ الْقَوْلَۚ يَقُولُ الَّذٖينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذٖينَ اسْتَكْبَرُوا لَوْلَٓا اَنْتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِنٖينَ ﴿31﴾ قَالَ الَّذٖينَ اسْتَكْبَرُوا لِلَّذٖينَ اسْتُضْعِفُٓوا اَنَحْنُ صَدَدْنَاكُمْ عَنِ الْهُدٰى بَعْدَ اِذْ جَٓاءَكُمْ بَلْ كُنْتُمْ مُجْرِمٖينَ ﴿32﴾ وَقَالَ الَّذٖينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذٖينَ اسْتَكْبَرُوا بَلْ مَكْرُ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ اِذْ تَأْمُرُونَنَٓا اَنْ نَكْفُرَ بِاللّٰهِ وَنَجْعَلَ لَهُٓ اَنْدَادًاؕ وَاَسَرُّوا النَّدَامَةَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَؕ وَجَعَلْنَا الْاَغْلَالَ فٖٓي اَعْنَاقِ الَّذٖينَ كَفَرُواؕ هَلْ يُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿33﴾ وَمَٓا اَرْسَلْنَا فٖي قَرْيَةٍ مِنْ نَذٖيرٍ اِلَّا قَالَ مُتْرَفُوهَٓاۙ اِنَّا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِهٖ كَافِرُونَ ﴿34﴾ وَقَالُوا نَحْنُ اَكْثَرُ اَمْوَالًا وَاَوْلَادًاۙ وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبٖينَ ﴿35﴾ قُلْ اِنَّ رَبّٖي يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ ﴿36﴾ وَمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَلَٓا اَوْلَادُكُمْ بِالَّتٖي تُقَرِّبُكُمْ عِنْدَنَا زُلْفٰٓى اِلَّا مَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًاؗ فَاُولٰٓئِكَ لَهُمْ جَزَٓاءُ الضِّعْفِ بِمَا عَمِلُوا وَهُمْ فِي الْغُرُفَاتِ اٰمِنُونَ ﴿37﴾ وَالَّذٖينَ يَسْعَوْنَ فٖٓي اٰيَاتِنَا مُعَاجِزٖينَ اُولٰٓئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ ﴿38﴾ قُلْ اِنَّ رَبّٖي يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِهٖ وَيَقْدِرُ لَهُؕ وَمَٓا اَنْفَقْتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَهُوَ يُخْلِفُهُۚ وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِقٖينَ ﴿39﴾ وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَمٖيعًا ثُمَّ يَقُولُ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اَهٰٓؤُلَٓاءِ اِيَّاكُمْ كَانُوا يَعْبُدُونَ ﴿40﴾ قَالُوا سُبْحَانَكَ اَنْتَ وَلِيُّنَا مِنْ دُونِهِمْۚ بَلْ كَانُوا يَعْبُدُونَ الْجِنَّۚ اَكْثَرُهُمْ بِهِمْ مُؤْمِنُونَ ﴿41﴾ فَالْيَوْمَ لَا يَمْلِكُ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ نَفْعًا وَلَا ضَرًّاؕ وَنَقُولُ لِلَّذٖينَ ظَلَمُوا ذُوقُوا عَذَابَ النَّارِ الَّتٖي كُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ ﴿42﴾ وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالُوا مَا هٰذَٓا اِلَّا رَجُلٌ يُرٖيدُ اَنْ يَصُدَّكُمْ عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُكُمْۚ وَقَالُوا مَا هٰذَٓا اِلَّٓا اِفْكٌ مُفْتَرًىؕ وَقَالَ الَّذٖينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۙ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُبٖينٌ ﴿43﴾ وَمَٓا اٰتَيْنَاهُمْ مِنْ كُتُبٍ يَدْرُسُونَهَا وَمَٓا اَرْسَلْنَٓا اِلَيْهِمْ قَبْلَكَ مِنْ نَذٖيرٍؕ ﴿44﴾ وَكَذَّبَ الَّذٖينَ مِنْ قَبْلِهِمْۙ وَمَا بَلَغُوا مِعْشَارَ مَٓا اٰتَيْنَاهُمْ فَكَذَّبُوا رُسُلٖي فَكَيْفَ كَانَ نَكٖيرِ ﴿45﴾ قُلْ اِنَّمَٓا اَعِظُكُمْ بِوَاحِدَةٍۚ اَنْ تَقُومُوا لِلّٰهِ مَثْنٰى وَفُرَادٰى ثُمَّ تَتَفَكَّرُوا مَا بِصَاحِبِكُمْ مِنْ جِنَّةٍؕ اِنْ هُوَ اِلَّا نَذٖيرٌ لَكُمْ بَيْنَ يَدَيْ عَذَابٍ شَدٖيدٍ ﴿46﴾ قُلْ مَا سَاَلْتُكُمْ مِنْ اَجْرٍ فَهُوَ لَكُمْؕ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَهٖيدٌ ﴿47﴾ قُلْ اِنَّ رَبّٖي يَقْذِفُ بِالْحَقِّۚ عَلَّامُ الْغُيُوبِ ﴿48﴾ قُلْ جَٓاءَ الْحَقُّ وَمَا يُبْدِئُ الْبَاطِلُ وَمَا يُعٖيدُ ﴿49﴾ قُلْ اِنْ ضَلَلْتُ فَاِنَّمَٓا اَضِلُّ عَلٰى نَفْسٖيۚ وَاِنِ اهْتَدَيْتُ فَبِمَا يُوحٖٓي اِلَيَّ رَبّٖيؕ اِنَّهُ سَمٖيعٌ قَرٖيبٌ ﴿50﴾ وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ فَزِعُوا فَلَا فَوْتَ وَاُخِذُوا مِنْ مَكَانٍ قَرٖيبٍۙ ﴿51﴾ وَقَالُٓوا اٰمَنَّا بِهٖۚ وَاَنّٰى لَهُمُ التَّنَاوُشُ مِنْ مَكَانٍ بَعٖيدٍۚ ﴿52﴾ وَقَدْ كَفَرُوا بِهٖ مِنْ قَبْلُۚ وَيَقْذِفُونَ بِالْغَيْبِ مِنْ مَكَانٍ بَعٖيدٍ ﴿53﴾ وَحٖيلَ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ مَا يَشْتَهُونَ كَمَا فُعِلَ بِاَشْيَاعِهِمْ مِنْ قَبْلُؕ اِنَّهُمْ كَانُوا فٖي شَكٍّ مُرٖيبٍ ﴿54﴾